Dünyanın her yerini dolaşmadım, görmedim ama yeryüzündeki en heyecan verici doğal güzelliklerin başında Kapadokya bölgesinin olduğunu düşünüyorum. Öylesine büyüleyici ki kaç kez gidilirse gidilsin her seferinde insanın nefesini kesiyor. Ben istisna değilim yüzyıllardır yerli yabancı kim gelirse gelsin aynı duygular içinde oluyor. Fransız seyyah ve tüccar Paul Lucas “Bugüne dek çok yolculuk ettim ama buna benzer bir şeyi ne gördüm ne de işittim” diyerek başlamış anılarına neredeyse 300 yıl önce. 


Antik dönemlerden bu yana Orta Anadolu’da bugünkü Nevşehir, Kırşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Malatya kentlerini kapsayan ve Asurlular, Hititler, Persler, Romalılar gibi bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan bölge Kapadokya adıyla anılıyor.

Uçhisar, Zelve, Göreme, Ürgüp, Avanos, Paşabağ, Bağlıdere, Derinkuyu, Ortahisar, Güvercinlik Vadisi, Kaymaklı, Ihlara Vadisi... Nereye gitseniz olağanüstü doğa ve kültürel mirasla gözünüz kamaşıyor.


DOĞA SANAT ESERİ

Kapadokya’ya her gidişimde karmakarışık duygularla dönüyorum. Hayranlık, şaşkınlık, kızgınlık, huzur, huzursuzluk hepsi bir arada. Bir yanda binlerce yıllık muhteşem doğa, tarihi kiliseler, camiler, yeraltı kentleri, Rumlardan ve Ermenilerden kalan, her biri sağlam bir estetik anlayışa sahip evler, bir yanda günümüzün plansız programsız yapılan beton yığınları.

Belediye binaları başta olmak üzere neredeyse tüm yeni yapılar bir zevksizlik örneği. Tarihi eserlerin önünde yıkık dökük satış kulübeleri. Doğanın sanat eseri gibi olduğu bir bölgede insan gördüklerinden hiç mi ders almaz diyerek dolaşmaktan ruhen yoruluyor.

Ancak doğaya yüzünüzü çevirdiğinizde, sit alanı olan bölgelerde restore edilmiş bir otel ya da pansiyonda konakladığınızda, bir köy evinde yemek yediğinizde her şeyi unutuyorsunuz. Bu bölgede olmanın en güzel yanı da peribacalarının arasında yürüyüş yaparken ya da yerin yedi kat altında dolaşırken dünya dertleriyle bağınızı kesmeniz. Ben de öyle yaptım.

Binlerce yıllık uygarlığın izlerini sürerek yer altı kentlerinde, kiliselerde, camilerde, açıkhava müzesinde dolaştım. Konaklamak için en güzel ilçe denilen, tarihi kaya evlerin başarılı bir biçimde restore edildiği Uçhisar’da kaldım.

Restorasyon sorunları olsa da bazı oteller akşamları çok görgüsüzce ışıklandırılsa da tüm kasaba yine de kaya evleriyle bir dil birliğine sahip. Devlet, yerel yönetimler ve halk uzun yıllar sahip oldukları hazinenin farkına varmamış, değerini bilememiş. İyi ki 1970’lerin sonunda bölgeye tutkun Kapadokya dostları gelmiş de farklı bir turizm anlayışı yerleşmeye başlamış.

Aslında biz Türkiyeliler de elimizin altındaki bu doğa harikasına gereken ilgiyi göstermiyoruz. Kapadokya yılın 12 ayı farklı güzelliklere sahip. Belli bir mevsimi yok, her zaman gidilebilir. Bir nefes almak için...


TAŞKONAKLAR

Bu kez Taşkonak’larda konakladım. Otel, eski Turizm ve Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı ve ailesine aitmiş. Monique Akarcalı 2004 yılında görür görmez hayran olduğu Uçhisar’da kendine kafa dinlemek için küçük bir ev almış. Ancak baba ve oğul sit alanı içindeki ev restorasyon aşamasındayken yanındaki kaya evi de alıp pansiyon yapalım demişler. Bir iki derken, on yıl içinde çevredeki evleri de alarak büyümüşler. 5 tarihi taş konaktan oluşan 20 odalı, antika eşyalarla döşenmiş zarif bir butik otele dönüşmüşler. Evlerin ve odaların tümü de farklı bir tarzda döşenmiş. Hepsi büyüleyici Güvercinlik Vadisi’ne bakıyor.

Otelin işletmesini ailenin oğlu Tolga Akarcalı üstlenmiş. Taşkonaklar’ın açma börekli, ev yapımı reçelli sabah kahvaltıları ve önceden istenirse hazırlanan yemekleri muhteşem. Öğlen yemeğinde tattığımız mantının ve çömlekte İspir fasulyesinin de lezzeti unutulmazdı. Otelde çanak-çömlek kursu ve masaj da var.


BABAYAN EVİ/ PAPAYANİ RESTAURANT

Ürgüp’ün İbrahim Paşa Köyü’ndeki bu ev-restoran köyün ailelerinden biri tarafından işletiliyor. Yemekleri evin hanımı yapıyor. Evin bahçesinde tandır, salonda fırınlı sobaya hayranlıkla bakarken, modern mutfakta mikro dalga fırın karşımıza çıkmaz mı! Biraz hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. İsteyenlere yer sofrasında bakır tabaklar içinde; isteyenlere masada kırmızı seramik tabaklarda yarma aşı çorbası, nohutlu mantı, mercimek çorbası, çömlekte güveç, patates köftesi, yaprak sarma, aside gibi yöresel yemekler sunuluyor. Nevşehir ve çevresi Türkiye’de en çok patates üretimi yapan bölgeler arasında. Özellikle Uçhisar patatesiyle ünlü.


BAĞCILIK VE ŞARAP

Kapadokya, Anadolu’nun Hititlerden bu yana bağcılık ve beyaz şarap üretiminde en güçlü olduğu bölgelerinden biriymiş. Yıllar içinde bölgenin Rum ve Ermeni halklarının göçe zorlanmasıyla şarapçılık yok denecek kadar azalmış. Bağların yerinde şimdi patates tarlaları var. Ancak Kocabağ, Kavaklıdere, Diren, Molu gibi firmalar üretimlerini sürdürüyor. Çok daha küçük ölçekte üretim yapanlar da var ama yeterli değil. Zaten üreticiler özellikle kırmızı şaraplık üzümleri başka bölgelerden getiriyor. Bölge turizmi bir proje olarak ele alınıp bağcılık, şarap ve yemek kültürüyle desteklense büyük ivme kazanır.


KUŞ BAKIŞI PERİBACALARI

Balonla peribacalarının üzerinde, vadilerin içinde dolaşmak tam bir Kapadokya klasiği olmuş. Balonculuk 30 yıl kadar önce başlamış. Bugün birçok yerli yabancı firma var bu işi yapan. Turlar genellikle gün doğumunda başlıyor. Ender olarak günbatımında da düzenleniyor. Aslında her şey hava şartlarına bağlı. Hiçbir tehlikesi olmadığı söyleniyor ama bana hâlâ peribacalarının aralarında dolaşmak, tepelerden vadileri seyretmek yetiyor.


MÜGE
AKGÜN

Kaynak:http://www.radikal.com.tr/yazarlar/muge_akgun/kapadokya_kiymetini_bilemedigimiz_doga_harikasi-1179098