91. Yılında Cumhuriyetin Halet-i Nez’i
Büyük Kurtarıcı’nın ölümünden hemen önce, doktoru ateşini ölçmek ve muayene etmek amacıyla ağzını açmasını ve dilini uzatmasını ister ancak Atatürk, tam tersini yapar, başını sağa çevirerek ‘ve aleykümselâm’ demek suretiyle son nefesini verir. Bu Atatürk’ün son sözüdür ve bu son hali hayatla ölüm arası, Halet-i nez halidir. Bu haldeki insanlar acı duymaz ve çevredekileri fark edemezler. Milletlerin de Halet-i nez dönemleri, içinde ve etrafında cereyan eden olayları fark edemedikleri, doğru anlayamadıkları dönemler vardır.
Büyük Kurtarıcı’nın ölümünden hemen önce, doktoru ateşini ölçmek ve muayene etmek amacıyla ağzını açmasını ve dilini uzatmasını ister ancak Atatürk, tam tersini yapar, başını sağa çevirerek ‘ve aleykümselâm’ demek suretiyle son nefesini verir. Bu Atatürk’ün son sözüdür ve bu son hali hayatla ölüm arası, Halet-i nez halidir. Bu haldeki insanlar acı duymaz ve çevredekileri fark edemezler. Milletlerin de Halet-i nez dönemleri, içinde ve etrafında cereyan eden olayları fark edemedikleri, doğru anlayamadıkları dönemler vardır.
Şair, “Halet-i nez’e düştüm, gel yetiş imdadıma…” diyor. Türkiye’miz, Cumhuriyetin henüz 91. Yılında Halet-i nez’e düşmüş, düşürülmüştür.
Türkiye, 1. Körfez savaşı ile başlayan, 2. Körfez savaşı, Irak’ın işgali ve Irak’ın kuzeyinde oluşturulan bölgesel yönetimle devam eden, sonra ‘Arap Bahar(!)’ı adıyla Ortadoğu’yu kana bulayan ve son olarak Suriye’yi savaşın merkezi haline getiren süreci doğru okuyamamış ve ateş çemberinin içine düşmüştür. Bu sürecin devamı ‘Türk Baharı(!)’ dır ve yaklaşmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal son yüzyılların en büyük Türküdür. 1821 Mora isyanından 1921 Sakarya savaşına kadar girdiğimiz yirminin üzerindeki savaştan, bir-iki savunma savaşı hariç hepsini kaybeden, bu uzun mağlubiyetlerin ardından her şeyi bitmiş, orduları terhis edilmiş, ana yurdu işgal edilmiş bir milletin; üç yıl içinde, hem de parlamenter bir yönetim anlayışı ile makûs talihini değiştirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kurmuştur.
Siyasal İslamcı bir gelenekten yetişerek gelen bu günkü AKP iktidarı, kendisini, özgün bir tarih bilinci ve medeniyet iddiasından çok Atatürk karşıtlığı üzerine konumlandırmıştır. Hâlbuki İslamcılık, Osmanlı devletinin güç kaybını önlemek ve kendi kökleri üzerinden bir gelecek inşa etmek, yeni bir yükselişe geçmek üzere, batıya ve batıcılığa karşı ortaya çıkmıştı. Bu geleneğin 1960 lardan sonra kendi kökleriyle bağlarını kopardığı, başta “Milli asabiyenin dini asabiyeye göre öncelikli” olduğunu söyleyen İbni Haldun olmak üzere, İstiklal harbine destek veren İslamcılarla, milli şairimiz Akif’i de, N. Fazıl’ı da anlayamadıkları görülmektedir. Atatürk’e ve laikliğe muhalefet bu kişilerde devlete husumete dönüşmüştür. Atatürk’ün asla bir inkâr içgüdüsüyle değil, tamamen bir tevhit (birlik) anlayışı ile tek devlet ve eşit vatandaşlık altında birleştirdiği milleti, her vesileyle ve sık sık tekrarlamak suretiyle etnik farklılıklara vurgu yaparak ayrıştırmak nasıl bir İslam ve İslamcılık anlayışıdır?
Ayrıca 28 Şubat travması, İslamcı kesimde devletin ele geçirilmesinin imkânsızlığı şeklinde bir ümit kırıklığına yol açmış, bu psikoloji onları dış dinamiklerle, yani batılı-haçlı unsurlarla iş birliğine kadar götürmüştür. AKP İslam âlemine saldıran Haçlılarla işbirliği yapan ilk ve tek hükümet olarak anılacaktır.
İşte Haçlılar, AKP iktidarının Atatürk ve Milliyetçilik karşıtlığından da faydalanarak 91 yıl önce gerçekleştiremedikleri projelerini, Türkiye’yi bir etnikçilik çöplüğüne çevirerek etnik çatışma ve Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarının içine çekerek mezhep kavgası çıkarmak suretiyle gerçekleştirmek istemektedirler. Suriye diktatörü Esat’ı Şii, IŞİT’i ise Sünni kabul ederek bize ait olmayan savaşlara taraf yapılmamız yangını çatımıza sıçratmak üzeredir. Işid, El Kaide, El Nusra, İhvan ve benzeri Vehhabi/Selefi örgütler, Sünni bir mezhep hareketi değil, Arap Milliyetçiliğine dayanan katı siyasal İslamcı akımlardır. İtikatta Maturidi, Amelde Hanefi olan Türk ehli Sünniliği akılcı, kuşatıcı ve hoş görülü bir çatıdır.
Kılıç çekene, daha çok özgürlük ve ‘müzakere’ ile değil kılıçla cevap verilir. AKP bükemediği bileği öpmeye çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiyesi” kendisinin ‘çoğulculuk’ dediği, çok uluslu, çok dilli, bölünmüş bir Türkiye’dir. İleri Demokrasi, kişi hak ve özgürlükleri değil, etnik özgürlüktür. Son günlerde Kobani ayaklanmaları üzerine tekrarladıkları ‘Kamu Düzenini sağlamak’ ifadesi, 2003 den bu yana ‘çatışmasızlık’ adına devletin güvenlik güçlerini çekerek, bölgeyi ve bölge halkını rehin verdikleri PKK’ya bu tür olayları yapmamaları için ikazdır. IŞİD’in elinden Batılı Koalisyon güçleriyle anlaşarak ve hem de 29 Ekim gününe denk getirerek Peşmergeye, Türkiye üzerinden yol vermek suretiyle destekledikleri Kobani savaşı, Cizire ve Afrin ile birlikte, Türk Milletinden gizlemek için, Kürtçede batı anlamına geldiği halde Rojova olarak adlandırılan “Suriye Kürdistanı”(!)’nın inşası içindir. Artık sıra ‘Türkiye Kürdistanı(!)’na gelmektedir.
91 yıl sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye projesi çok sinsice ve ustaca hazırlanmış bir terminolojiyle yürütüldüğü için halkımız tarafından hissedilememektedir. Önce Türkiye’nin tapusu Türklerden alınacak ve egemenlik paylaştırılacaktır. Egemenlik, iffet ve namus gibi olduğu için bölünme kabul etmez. Sürecin devamı iç çatışmadır. Irak örneği ortadadır. Irak Arap Cumhuriyeti, Irak Federal Cumhuriyetine dönüştürülerek, kuzey Irak Barzani yönetimine terk edilmiş, kuzeydeki bu bölgesel yönetim Irak’ın tamamına ise ortak yapılmıştır. Yeni Türkiye de aynen böyle paylaşılacaktır. Güney Doğu PKK’nın olacak ve PKK diğer bölgelerimize ise ortak olacaktır.
Bin yıldır hâkim olduğumuz topraklarda sükût halinde yere düşürülmeye çalışılıyoruz. Düşersek kalkamayabiliriz, asla düşmemeliyiz. Bu topraklarda 1400 yıl yaşayan Hititler yok olmuştur. Türk’e bir şey olmaz diyemeyiz. Bu Halet-i nez’den kurtulmak için İkinci bir Ergenekon veya yeni bir Mustafa Kemal ruhu beklenmelidir. Türk Milletinin yaşama azim ve iradesi bu ruhu ortaya çıkarmaya muktedirdir. Çankaya Köşkünü terk ederek Atatürk’den uzaklaştığını sananlar, yeni yaptırdıkları sarayın arsasının, Atatürk’ün bizzat kendi mülkü olduğunu hatırladıkça, kaçmanın, kurtulmaya yetmeyeceğini göreceklerdir…
Ne Mutlu Türk’üm Diyene…
Ömer AY