Bugün 3 Kasım 2012 yani Nevşehirli Abdullah Çatlı’nın hayatını kaybettiği o sır dolu Susurluk Kazasından bugüne tam 16 yıl geçmiş. Abdullah Çatlı, kimilerine göre gladyonun tetikçisi, kimilerine göre devlet için çalışan vatansever bir Ülkücü... Peki Abdullah Çatlı Yaşıyormu?
İşte ulusal Basında gündeme gelen haberlerden siz FİB Haber okurları için çarpıcı iddiaları derledik.
Farklı tanımlamalar olsa da tüm görüşlerin ortak noktası, Çatlı’nın “derin devlet” ilişkisidir. Bu konuda hiç kimsenin şüphesi yoktur.
Ölümünün üzerinden 16 yıl geçti. Kamuoyu onu birkaç kare fotoğraftan tanıyor. O nedenle, Ankara büromuzun başarılı polis muhabiri Zafer Kütük’ün ele geçirdiği Çatlı’nın kayıp yıllarına ışık tutan albümü önemlidir. Albüm, Çatlı’nın hiç de gizlenmediğini, rahat bir hayat sürdüğünü ortaya koyuyor.
Kardeşi Zeki Çatlı , dün büromuzdaydı, albümü Star’a değerlendirdi. Bazı fotoğraf karelerinin ailede bile olmadığını söyleyip ekledi: “Devletimiz iyi çalışmış.” Söylerken bile gülüyordu Zeki Bey: “Bu fotoğraf çok normal, öyle çok gizli bir hayatı yoktu.”
Peki ne oldu da devletimizin bu kadar koruyup kolladığı ve dokunulmaz kıldığı Abdullah Çatlı, bir anda ortadan kaldırıldı? Ya da basit bir kazaya kurban mı gitti?
Albümle başlayıp bu soruyla devam edince sohbet farklı bir boyut kazandı. Zeki Çatlı dedi ki: “Susurluk’un bir kaza olduğuna inanmıyorum.”
Başka bir soru: “Defnedilen gerçekten Abdullah Çatlı mıydı?”
Kardeşi, ilginç bir anekdotla karşılık verdi: “Fransa’da çok sıkışmıştı, bizi aradı. ‘Yarın burada bir tren kazası haberi duyar ve ölmüş birinin üzerinde kimliğim çıkarsa inanmayın ama rolünüzü iyi oynayın.”
Hemen araya girdim: “Yoksa şimdi rolünüzü mü oynuyorsunuz?”
Zeki Çatlı: “Cenazesini ben yıkadım. Kaşlarının üzerinde çok derin bir çökük vardı. Teşhis ettik. Ama buna inanmayan ve yaşadığını düşünen çok kimse var.”
Bu diyalog, ister istemez bizi Kurtlar Vadisi’nde Polat Alemdar’ın sahneye çıkışını anlatan görüntülere taşıdı. Zeki Bey, Polat Alemdar’ın kimlik değişikliğiyle boy göstermesinde, bu anekdotun ilham kaynağı olduğunu öne sürdü.
Kardeş Çatlı, Soner Yalçın’a anlattığı bu ve benzeri birçok anının Kurtlar Vadisi’nde isim vermeden işlendiğini ve kendilerinin buna çok kırıldığını söyledi.
Mesela?
Devam etti: “Polat Alemdar’ın söylediği ‘iki kişinin bildiği sır olmaz’ lafı,
ağabeyimin lafıdır. Soner’e ben anlattım. Bazı sırları paylaşması için ağabeyime baskı yaptığımda bunu söylemişti.”
Başka var mı?
Zeki Bey: “O meşhur ‘sonunu düşünen kahraman olamaz’ sözü de ağabeyimin Şeyh Şamil’e atfen aktardığı bir sözdür. Ağabeyim bir gün Şeyh Şamil’i rahmetle anarak ‘her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz’ dedi. Bunu yine Soner’e anlatmıştım, Çatlı’yı ve cümlenin başını keserek kullandılar.”
Bir başka örnek: “Ağabeyimin ‘canavara sormuşlar neden boynun kalın’ lafını ‘kurda sormuşlar neden boynun kalın’ şeklinde işlediler. Bunlar Abdullah Çatlı’nın sözleridir.”
Geldik en kritik sorulardan birine... Abdullah Çatlı’nın Ergenekon’la ilişkisi var mı? Yaşasaydı Ergenekon’un içinde olur muydu?
Şöyle dedi: “Asla Ergenekoncu değildir. Susurluk, Ergenekon’dan farklıdır. Çatlı APO’nun elini sıkanların olduğu yerde olmazdı.”
İki süreçte de karşımıza çıkan Veli Küçük, İbrahim Şahin ve Sami Hoştan gibi ortak isimleri sıraladığımızda ise cevabı şöyle oldu: “Şahsi işbirliğidir. Onların varlığı, Ergenekon’la Susurluk’u yan yana getirmez.”
Sami Hoştan, Çatlı’ya ait olduğu iddia edilen boş bir çantayı mahkemeye sundu. Bunun anlamı var mı?
Zeki Çatlı: “Aynı renkte ve tipte çantayı istediğiniz yerden satın alabilirsiniz. Sami Hoştan, o tavrıyla Veli Küçük’ü korumaya çalıştı.”
Son soru: “Abdullah Çatlı ölmeden önce en son kiminle görüştü, biliyor musunuz?”
Cevap: “Muhsin başkanı (Yazıcıoğlu) ev telefonundan aramış. Evde yokmuş başkan. Gülefer hanım çıkmış, konuşmuş. Aradığında çok heyecanlı, telaşlı hali varmış. Görüşememişler. Bir süre sonra da kaza haberini duymuşlar.”
.............
ŞAMİL TAYYAR / STAR GAZETE
KAYNAK: http://www.stargazete.com/gazete/yazar/samil-tayyar/catli-yasiyor-mu-haber-229480.htm
___________o0o___________
Abdullah Çatlı yaşıyor mu? Cesedini teslim alan Ergenekoncu Veli Küçük...
Ne zamandır bu konuyu yazmak istiyordum. Kafamdaki çelişkiler daha ağır bastığı için bir türlü yazamadım. Yıllar önce bir avukat arkadaşım, uzun süre Türk istihbaratında çalışmış ve daha sonra emekli olmuş devlet görevlisinin bizimle özel olarak konuşmak istediğini söylemişti. Konuşma, Susurluk Kazasında ölen Abdullah Çatlı üzerine olacaktı. Doğrusu uzun yıllar baskı ve zulmü altında yaşamış biri olarak, bir Türk istihbarat görevlisi ile normal bir şekilde sohbet etmeye hazır değildim. Bunun yerine avukat arkadaşımla olan sohbetlerini bir şekilde dinlemeyi tercih ettim. İstihbarat görevlisi, 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen ve Abdullah Çatlı’nın öldüğü söylenen kazanın aslında Abdullah Çatlı’yı ebediyen kurtarma operasyonu olduğunu söylüyor ve şu soruları soruyordu:
“Mercedeste Abdullah Özbay kimliği ile bulunduğu söylenen kişinin Abdullah Çatlı olduğunu gören oldu mu? 5 Kasım 1996 yılında, yani kazadan iki gün sonra Nevşehir’de toprağa verilen kişinin Abdullah Çatlı olduğunu dair kimsenin elinde bir delil var mı? O tabutta gerçekten Abdullah Çatlı var mıydı?”
Emekli istihbaratçı gidince avukat arkadaşla anlatılanların doğruluk derecesi üzerine tartışmaya başladık.
Susurluk Kazasını hatırlayalım: Kaza Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında 1996 yılının 3 Kasım günü meydana gelmişti. Kazada Çatlı'nın yanında, arka sol tarafta oturan sevgilisi Gonca Us ve arabayı kullanan emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ da ölmüştü. Mercedesten o anda sadece DYP milletvekili Sedat Bucak’ın sağ kurtulduğu söylendi.
Böyle bir kaza olup olmadığı kuşkulu, olduysa nasıl oldu o da kuşkulu. Alevi kökenli Hüseyin Kocadağ’ın kazada öldüğü söyleniyor ama önceden öldürülmüş olması da ihtimal dahilinde. Ayrıca mercedes gerçekten kaza geçirmişse araçta Abdullah Çatlı’nın hiç olmama ihtimali de var...
Bunları neden şimdi yazıyorum?
Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu “Başka söze gerek var mı?” adlı bir makale yazmış bugün. Makale Kurdistan Post’ta var. Ali Bayramoğlu yazısının bir yerinde şöyle diyor:
“Küçük'ün Çatlı'yla defalarca telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıktı.
Susurluk kazasında Çatlı'nın cesedini teslim alan ve gizli tutan Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'tü…”
Tesadüfe bakın!
Benim kuşkumun neden şimdi yazıya döküldüğünü anlıyor musunuz? Çatlı’nın cenazesini Veli Küçük almışsa, bu tertip “kaza” içinde Emekli General Veli Küçük var demektir. Çatlı ile Veli Küçük çok iyi dost olduklarına göre, herhangi bir cenazenin veya cenaze olmayan bir ağırlığın Abdullah Çatlı olarak gömülmesi hiç zor değil.
Kayıtlara ölü geçmiş bir Abdullah Çatlı’dan daha özgür biri olabilir mi Türkiye Cumhuriyetinde?
Adam zaten hayatı boyunca başka kimliklerle yaşamış.
Abdullah Çatlı, 1978 yılında Ankara Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptı. Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Doktor Bedrettin Cömert’i öldürmekten gıyabında yargılandı. 9 Ekim 1978'de de Ankara ili Bahçelievler semtindeki 7 TİP'linin katledilmesi olayının planlayıcısı ve baş sorumlusu olduğu tespit edildi. Hapishaneden idam hükümlüsü Mehmet Ali Ağca’yı kaçırdı. Nevşehir Emniyet Müdürlüğünden aldığı pasaportla 12 Eylülü takip eden günlerde yurt dışına çıktı. Eski Özel Harekat Eski Daire Başkanlığı Müşaviri yarbay Korkut Eken'in isteği üzerine ASALA’ya karşı 5 eylemde kullanıldığı MİT raporlarında ortaya çıktı. Yıllar sonra sahte pasaportla Türkiye’ye döndü. Havaalanından alınan parmak izi, Ömer Lütfü Topal’ı öldüren silahlardan birinde çıktı. Başbakan Tansu Çiller’in isteği üzerine Kürt işadamlarının öldürülmesi olaylarını doğrudan organize etti. 1995 yılında Azerbaycan’da düzenlenen darbede rol aldı Bunları yaparken İstanbul’da 5 şirketi bulunuyordu...
Yukarıda sıraladıklarımız Çatlı’nın sadece bilinen icraatları... Bir de bilinmeyenleri var ki... Bilinmeyenler bilinenlerden çok daha fazladır...
Ne dersiniz? Susurluk Kazası Çatlı’yı ebediyen kurtarma kazası mıydı?
Yani Çatlı yaşıyor mu?
Kazadan hemen sonra Çatlı’nın olduğu söylenen cenaze Veli Küçük’ün eline nasıl geçiyor? Bu olay neden Veli Küçük’e denk getiriliyor? Abdullah Çatılı’ya ait olduğu söylenen cenaze Veli Küçük’ün eline geçmişse, kaza her türlü kuşkuyu hak ediyor demektir.
Kim bilir, öldüğü söylenen Çatlı başka bir kimlikle Türkiye derin devletiyle el ele, kol kola yaşamını sürdürüyor da Türkiye ona ölü muamelesi yapıyor.
Görüyorsunuz, öyle bir rejim ve ilişkiler yumağı altında yaşıyoruz ki; her şey şaibeli... Ölüler ve tabutlar bile...
HABERPRESS
***
ÇATLI'NIN MÜTHİŞ SIRRI..
Aradan 16 yıl geçti. Buna rağmen, Susurluk Kazası'nın ardında saklı büyük sır bir türlü ortaya çıkarılamadı. O kazada kaybolan çanta, hep ideolojik tartışmalara kurban gitti. İçinde faili meçhul cinayetlerde kullanılan Emniyet'e ait kayıp silahlarının bulunduğu iddia edildi. Oysa, gelinen noktada, o çantada Barnabas İncili'nin bulunma ihtimalinin çok daha yüksek olduğu ortaya çıktı!
Şimdi olayları baştan alalım...
6 Temmuz 1996 'da Kıbrıs'ta bir cinayet işlendi. Gazeteci Kutlu Adalı, Uzi marka bir silahla öldürüldü. Adalı, o yıl Mart ayında Aziz Barnabius'un Kıbrıs'taki mezarının Türk Güvenlik Güçleri'nce soyulması olayı ile ilgileniyordu. Mezardan ne alındığını araştırıyordu. Elindeki plaka numaralarından yola çıkarak, devlet-çete bağlantılarına da ulaşmıştı.
Tesadüfe bakın ki, cinayet sırasında Abdullah Çatlı da Kıbrıs'taydı. TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Üyesi ve eski Bakan Fikri Sağlar, Çatlı'nın, "Mehmet Özbay" kimliği ile Kıbrıs'a giriş yaptığını ve o gün orada olduğunu belirlediklerini açıklamıştı.
İlginçtir, o dönemde TBMM'de gösterilen bütün çabalara rağmen, olay aydınlatılamadı.
Gizli bir el atılan adımları hep engelledi.
Sonunda, Türkiye cinayeti araştırmak için yeterli özeni göstermediği için AİHM tarafından 95 bin Euro tazminata mahkûm oldu.
* * *
Daha sonra, Aziz Barnabius tarafından yazılan Barnabas İncili, bir şekilde Yunanlılar'ın eline geçti. Markos Yayıncılık, Türkiye'deki Aramice Uzmanı Hamza Hocagil ile irtibat kurdu. Hocagil'den bu incilin tercüme edilmesi istendi.
Peki bu işte aracılık yapan kimdi?
Sıkı durun, aracının ismi Adem Taşdemir'di.
Bu şahıs, Ergenekon soruşturması sırasında "Cürüm işlemek için teşekkül kurmak" suçundan gözaltına alınıp, serbest bırakılmıştı. En çarpıcı özelliği, Ergenekon sanıklarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün yaveri olmasıydı.
Ancak, tercüme için vaat edilen para verilmedi.
Hamza Hocagil , katıldığı bir televizyon programında olayın hikâyesini anlattı: "Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme yapmam istendi. Ben aslını sordum, Vatikan'da sakladıklarını söylediler. 'Orjinalini görmeden tercüme edemem' dedim. '2 yıl sonra aslını getireceğiz' dediler. O gelişte Mario diye bir kardinal de vardı. Tercümeye başladım.
Soyadı Taşdemir olan kişi Mario ile birlikte bu kitabın 1.5 milyon dolara satılacağını söylüyordu. Ben paramı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi, 'Bu işin içinde Veli Küçük var. Bir daha para lafını etme' dedi.
Ben de Malatya'ya gittim. Bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm."
* * *
Veli Küçük ve Abdullah Çatlı gibi isimlerle ilgili bu iddiaların ardından, şimdi gelelim Susurluk Olayı'na.
Şüphelerle dolu kaza, Kıbrıs'taki mezar soygunundan 8, Adalı Cinayeti'nden 4 ay sonra gerçekleşiyor. Tanık ifadelerine ve tutanaklara bakılırsa, olayda bir çanta kayboluyor.
Abdullah Çatlı 'nın koruması Ercan Ersoy, kaza yerine ilk kendilerinin ulaştığını söylüyor.
Kamyonun altına sıkışmış aracı bizzat çıkardıklarını anlatıyor. Uğur Dündar da sıcağı sıcağına araç kamyonun altındayken çekilen bir fotoğrafı yayınlıyor.
Demek ki, "kaza" sırasında çok gerilerde kalan koruma aracından önce olay yerine gelenler var. Muhtemelen, Çatlı'nın aracını takip ediyorlar. Olayın hemen ardından, içinde ne olduğunu bildikleri çantayı alıyorlar.
Peki, bu çantanın içinde ne var? Kayıp silahlar olduğu söyleniyor, ama mantıklı değil.
1) O çanta kaç tane silah alır?
2) O gece orada bulunanlar, faili meçhul cinayetlerde kullanıldığı iddia edilen o silahları yanlarına alıp, neden kendilerini riske soksunlar?
Belli ki o çantada çok değerli başka bir şey var.
İddialara bakılırsa, o da Barnabas İncili!
Olay, Kuşadası'ndan dönüşte oluyor. Yaralı kurtulan Sedat Bucak, Kuşadası'nda "emlak görüşmeleri" yaptıklarını söylüyor. Ancak, ne emlâkçılardan, ne de vatandaşlardan bu iddiayı doğrulayan yok.
Oysa Kuşadası, Yunan adalarından çok rahat ulaşılabilecek bir yer. Bu konumu da Yunanlılar'la "Barnabas Pazarlığı" yapıldığı iddialarını güçlendiriyor. Taşlar yerine oturuyor!
Şimdi, yazının altına kısa bir not düşelim.
Susurluk Olayı 'nın ardından, Abdullah Çatlı, Gonca Us, Sedat Bucak (DYP Milletvekili) ve Hüseyin Kocadağ (İstanbul Polis Okulu Müdürü) isimleri alt alta yazılıp, "hangi amaçla bir araya geldikleri" sorgulandı. Ama çok önemli bir nokta gözden kaçtı. Olayın o tarafı hiç tartışılmadı. Yarın onları da aktaracağım. Pek çok kişi şok olacak, bütün ezberler bozulacak.
Emin Pazarcı / TAKVİM
***
İşkencecisini yanında taşımış!
Olay, dudak uçuklatacak kadar hayret verici. Türkiye'de hangi oyunların oynandığını ortaya koyan çarpıcı bir ibret belgesi. Yıllarca mesaisini bu işlere harcamış ve Meclis Araştırma Komisyonlarında görev yapmış Fikri Sağlar'ın bile, "Öyle mi, bak ben bilmiyordum" dediği bu gerçek bütün ezberleri bozacak!
Abdullah Çatlı, 1980 öncesi Ülkücü Gençliğin önemli isimlerinden biriydi. Ülkü Ocakları Ankara Şube Başkanlığı yaptı.
Daha sonra en tepe noktaya kadar yükseldi. Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Pek çok olayda gençleri o yönlendirdi.
12 Eylül 1980 İhtilali'nin ardından herkes birer birer yakalandı. Çatlı ve arkadaşları ne hikmetse rahatlıkla yurt dışına çıkabildi.
Sonrası malum...
Pek çok karmaşık ve derin ilişkiler içinde yer aldı. Muhsin Yazıcıoğlu'nun cezaevinden kendisine haber gönderip "hayır" demesine rağmen, ihtilal yönetimine hizmet etti.
Darbeciler, ülkücü gençlere işkence yaparken, Kenan Evren'in MİT'teki damadı Erkan Gürvit'le irtibat halinde oldu.
Nihayet, Susurluk'taki o şüpheli kazada hayatını kaybetti. Çok önemli sırları ile birlikte hayata gözlerini yumdu.
* * *
3 Kasım 1996'da yaşanan Susurluk Kazası sırasında arkada bir koruma aracı vardı. O aracın içinde de Özel Harekâtçı Ercan Ersoy bulunuyordu. Abdullah Çatlı'yı koruma görevini yapıyordu.
Kimdi bu Ercan Ersoy?
Kamuoyu, o olaydan sonra son derece karanlık ilişkiler içinde olduğunu öğrendi.
Ancak Türkiye, Ercan Ersoy'un geçmişini bilmiyor.
Ersoy, 1980 İhtilali ile birlikte harekete geçen "işkenceci" polisler arasındaydı. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nın Merzifon sanıklarının büyük bölümü, O'nun işkence tezgâhından geçmişti.
Tamamına yakını lise öğrencisiydi. Kimseye tek bir kurşun atmamışlardı. Bütün suçları, o dönemde Ülkü Ocakları'na gidip gelmekti.
Sadece bu yüzden insanlık dışı işkencelere maruz kaldılar.
Ercan Ersoy, İsa Erencik'in sol el parmaklarını kapı arasına sıkıştırıp defalarca ezdi. Aradan 32 yıl geçti, ama Erencik'in parmaklarındaki o izler bugün bile görülüyor.
Salih Keserci'nin çıplak ayakları, kızgın sobaya dayanıp yakıldı.
En büyük bedeli ise M.E. ödedi.
İşkenceciler, M.E.'nin hayalarını sıktılar.
Erkekliği ile oynadılar. Evlendi, ama çocuğu olmadı.
Listeyi uzatmak mümkün...
Ercan Ersoy, bu gençleri sorguya götürüp getirirken, araçtan indiriyor, eziyet ederek ifade ezberletiyordu!
Peki, Abdullah Çatlı, Ercan Ersoy'un bu özelliğini bilmiyor muydu? Biliyordu elbette.
Buna rağmen, O'nu en yakınına aldı.
Güvenliğini ve hayatını O'na emanet etti. Ülkü Ocakları'nın en tepesindeki isim, o günahsız genç ülkücülere hayatı zindan eden Ercan Ersoy'la kol kola gezdi!
* * *
Susurluk Kazası'nın ardından, Abdullah Çatlı'nın kaybolan çantasının peşine düşen Fikri Sağlar'la konuştum. O çantada "Barnabas İncili'nin bulunduğu ve Yunanistan'a pazarlanmak istendiği" iddialarını hatırlattım... "Olabilir" dedi:
-Bu, akla yakın bir iddiadır. Çünkü, o çantada bana göre de değerli, bilinmemesi gereken, hatta rant getirici önemli bir evrak vardı.
Ardından çok önemli bir bilgi verdi:
- Ömer Lütfi Topal cinayetinin ardından Çatlı ve arkadaşları bir başka kumarhaneci olan Suudi Özkan'ı da öldürmek istediler. Özkan'a, Mehmet Eymür haber verdi ve Bulgaristan'a kaçarak hayatını kurtardı. Şimdi, ortaya çıkan görüntüye bakın:
İstihbarat örgütleri ile iç içe geçmiş bir yapı...
Kumarhanecilere yönelik cinayet ve planlamalar... Derin çevrelerle karmakarışık ilişkiler... Barnabas İncili iddiaları ve rant kavgaları... İçinden çıkıp yönlendirdiği gençlerin işkencecileri ile kol kola fotoğraflar...
Buna rağmen, bazı gruplarca yere göğe sığdırılamayıp ilahlaştırılan bir isim!
Normal olmayan bu görüntünün izah edilebilir bir yanı var mı?
Yok elbette! Demek ki, artık bazı ezberlerin bozulması gerekiyor!
Emin Pazarcı / TAKVİM