AÇMAZIMIZ!

AÇMAZIMIZ!

  • Cenabı Hak; “Ey Peygamber! Boş arzu ve heveslerini kendisine tanrı edinen; Allah’ın iman etmeyeceğini bildiği için saptırdığı, gerçeklere karşı kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimse hakkında ne dersin? Böyle birine doğruyu Allah’tan başka kim gösterebilir? Siz hiç düşünüp ibret almaz mısınız?” 45/23

İlk kitabım, Tarihe Yön Veren Simalar. Bahsi geçen kitabımda hayatını yazmaya çalıştıklarım, bildiğini yaşayan, insanlığa katkısı olan öncü ve önder insanlar. Böyle bir çalışma yapmama sebep ise yirmi yıl yaptığım öğretmenlik esnasında ne zaman İslam’ın belirli özelliklerinden bahsetsem, talebelerimden bazıları; kim veya kimler gibi hocam? Diye soruyor ve ekliyorlardı:  Hocam, öyle insanlar var ki, dini vecibelerini yerine getirmesine rağmen aynı zamanda faiz yiyor, yalan söylüyor, haksızlık ve adaletsizlik yapıyor! Derlerdi. Bunun üzerine hayatında çelişkisi olmayan veya az olan örnek şahsiyetleri, anlatmaya daha sonra da yazmaya karar verdim. Bilahare de kitap olarak bastırdım.

Günümüzde bilgiye ulaşmanın kolaylığı malum. Hal böyle olunca hiç kimse ben bilmiyordum, duymamıştım diyerek mazeret belirtemez. Gerek sosyal medya mecraları gerek kitaplar ve gerekse alanında yetkin insanlar vasıtasıyla hemen her bilgi edinilebilir.

Elbette bilmek önemli. Zira bilgi güçtür. Bilmek çok önemli fakat bilmekten çok daha önemlisi bilineni uygulamaktır. Bugün sıkıntılarımızdan biri budur. Sadettin Ökten’in deyimiyle bilgi eksikliği yok bilgi oburluğu var.

Tutarlı, her hangi bir âlime veya şeyhe geçmişte olduğu gibi günümüzde de saygı duyulmakta. Çünkü onlar yaşamlarına, söylemlerine ihtimam gösterirler de ondan. Onların, hayat çizgilerinde tenakuz yoktur. Her türlü ifrat ve tefritten uzak durup, Yunus Emre’nin deyimiyle yaratılanı yaratandan ötürü severler, herkesin anlayacağı şekilde konuşurlar. Hiç kimseyi ötekileştirmezler. Mevlana’nın, kim olursan ol gel diye hiç kimseyi ayırt etmeden çağrıda bulunurlar. Böyle olunca da insanlar, onlara hürmet edip saygı gösteriyorlar.

Günümüzde bu denli saygın âlime, şeyhe ve onların öğretisine tabi olmuş insanlara, her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Sezai Karakoç’un deyimiyle; kötüleri ve kötülükleri tamamen yok edemeyiz. Lakin iyilikleri çoğaltabilir iyileri yetiştirebiliriz. En azından bu konuda gayret edebiliriz. Bizden istenen de bu değil mi?

İğneyi kendimize, çuvaldızı başkalarına batırmak gerekir. Yüce Yaratıcı, ‘…sen kendine bak sen iyi olursan kötü olanlar sana zarar vermez…’ buyuruyor. Bugün Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyona yakın ilahiyat mezunu var. Dini alanda yüksek tahsil görmüş bir buçuk milyona yakın insan! Seksen beş milyonluk bir ülkede bu sayı oldukça çok, oldukça güzel.

Ayrıca Diyanet camiasında, yurtiçi ve yurtdışında yaklaşık yüz elli bin din görevlimiz, yüz binin üzerinde camimiz, sayısını tam olarak bilemediğim Kur’an kursumuz var. Daha da önemlisi, mezradan köye, beldeden kazaya, mahalleden şehre hemen her yerde cami ve o camilerin görevlileri mevcut. Diğer taraftan hemen hemen bütün okullarımızda görev yapan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerimiz var.

Yurtiçinde ve yurtdışında bu kadar din görevlisi hizmet etmesine rağmen ferdi, ailevi ve sosyal hayatımızda İslami anlayış, -maalesef- çok sağlıklı ilerlemiyor. İstenen düzeyde gitmiyor.

Şüphesiz doğru yapılan işler de var. Çok hayırlı ve çok değerli işler yapılıyor. Yapılması için de mücadele ediliyor.

Buna rağmen istenen netice alınamıyorsa kendimizi muaheze etmeliyiz: Niyetimizde mi, yoksa amelimizde mi bir sıkıntı var. Ters giden bir şeylerin olduğu muhakkak. Bu terslik, esasta olmadığına göre usulde yanlış yapıyoruz demektir. Bu durum, iyiden iyiye tartışılmalı ve behemehâl vuzuha kavuşturulmalıdır. Gerekirse yöntem ve metotlarımız gözden geçirilmeli yeni bir çalışma usulü belirlenmelidir.

Din görevlilerin çokluğunu zikrederken Necip Fazıl Kısakürek’in, bir gün otobüsle Eminönü’nden Taksime giderken eski Mithat Paşa yeni TÜPRAŞ stadyumunun yanından geçtiği esnada gol olmuş. Taraftar gol diye bağırmış. Üstat: ‘Şu gol diyenler, ol dese ne olmaz ki!’ dediği aklıma geldi.         

Hiç şüphesiz tarihimizde İslami hizmetlerde bulunan, başarılı olan, birbirinden değerli örneklerimiz var. Gittiği bölge ve ülkelerde oldukça zor şartlar altında güzel işler çıkaranlar var. Şu örneklerde olduğu gibi. Güney Afrika’da Ebubekir Efendi, Japonya’da Abdürreşit İbrahim Efendi, Brezilya’da Abdurrahman Efendi vs.   

İslami hizmetlerde hiç şüphesiz temel düstur ahlaktır. Ahlak: İnsanların görmediği yerde şeytanla olup, gördüğü yerde Tanrıyla olmamaktır. Değişik ifadeyle hazarda ve seferde, her zaman her yerde Allah’la birlikte olmaktır.

“Laf yalama oldu iş eylemede” diyen Üstat ne güzel ifade etmiş.

Söylediği bağlayıcılık ifade edenler, çok susup az konuşmalı. Ağzına geldiği gibi konuşmamalı. Söyledikleri zaman da toplumda karşılık bulmalı. Aksi takdirde söz ve yüz eskimesi oluyor.

Gerekli-gereksiz, yerli-yersiz tartışmalar yüzünden gücümüz azalıyor, zaafa düşüyoruz.

Kulluk kitabımız birlikten bahsetmesine rağmen, hep ayrılıklarımızı/farklılıklarımızı önceliyoruz. Gerek ferdi ve gerekse toplumsal olarak, her şeye ve herkese septik/şüpheyle bakıyoruz. O da birlikte hareket etmemize engel oluyor.

Sanırım, en büyük açmazımız, değişmez gerçekler yerine, dünyevi isteklerimizi öncelememizdir.

Ahmet Belada