BİR KOÇTÜRK YAŞADI BU ÜLKEDE
'' Tahılın çok tüketildiği ülkelerde çok şair yetişir; çok şiir yazılır. ' Kara gözlüm yandım senin için ' sözleri şiir sanılır.''
Yer Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Konferans Salonu.
1967 yılının güzel bir nisan günü.
20'li yaşlardaki dinleyenler kahkahalarla gülerek kürsüde konuşan bilim adamına bakıp alkışlıyorlardı.
Daha konuşma başlamadan haber yayılmıştı :
'' Amerika'da profesörlük yapmış,fakat Türkiye'de daha doçent.''
'' Neden ?''
'' Muhaliiif! Hükümetin besin,beslenme politikasını sürekli eleştiriyor, tarım politikasını gazete yazılarıyla, konferanslarıyla, yazdığı kitaplarla daha sert eleştiriyor. Bu böyle giderse ülkemizin asla buğday dışalımcısı olmaktan kurtulamayacağını, tahılla beslenme sonucunda asla parlak beyinlerin ortaya çıkamayacağını ileri sürüyor.''
................
Osman Nuri Koçtürk 1918'de İzmir'de doğdu. Veteriner Fakültesi'ni 1942'de bitirdi. Askeri Veteriner Akademisi kimya asistanlığına atandı (1945). Uzmanlığı biyo analitik kimya uzmanlığı idi. 1950'de Milli Savunma Bakanlığı'nca ABD'ye gönderildi. Missouri Üniversitesi Tarımsal Kimya Birimi'nde araştırman oldu. Vitaminler, amino asitler ve proteinler üzerine çalışmaları ABD'de yayımlandı. 1953'te yurda döndü. Askeri Veteriner Akademisi Biyo-Analitik Kimya Bölümü baş asistanı oldu. Silahlı Kuvvetler'den ayrıldı. Et ve Balık Kurumu Merkez Laboratuvarları Müdürü oldu (1953-1961). Milli Eğitim Bakanı ile Tarım Bakanlığı besin-beslenme ve teknoloji grubu başkanlığı yaptı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsü'nde uzman, besin denetmeni ve hijyen doçenti oldu (1961). 1972’ de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevinden ayrıldı. 12 Mart’tan sonra özgür çalışma ortamı yitip gitmişti.Çoğu besin ve beslenme konusuna ilişkin 70 kadar bilimsel ve paramedikal kitabı vardır. Soya Politikamız ve Hayvancılığımızın Geleceği (1964), Beslenme ve Yeni Sömürgecilik (1966), Yüksek Öğrenim Gençliği Beslenme Sorunu (1967).
....................
Mevlut Bayhan 1948'de Arapsun Tuzköy'de doğdu. O yıl Kazanın adı Gülşehir yapıldı.1954'te de Nevşehir, Niğde'den ayrılıp il oldu. İlçe artık Nevşehir İli sınırları içindeydi. Kızılırmak Koyağı'nın hem kuzeyinde, hem güneyinde düz, tepelik, dağlık yereyleri vardı.
Mevlut'un babasının Tuzköy'deki toprağı yetersizdi. Bağı olsa da iyi üzüm vermiyordu. Babadan, dededen kalma bilgilerle ancak bu kadar ürün alınıyordu. Geç ilkbahar soğukları çiçekleri yakıp kavuruyor, zerdaliye hasret kalıyordu aile. Erken sonbahar soğukları da ekenekteki ürünü yokediyordu. Arada kara
bulutlardaki ağartılar da korkutuyordu köylüyü, çünkü dolu tehlikesi yaz boyunca sürüyordu. Çakırcan Bahçeleri hemen her yıl dolu yüzünden ürünsüz kalıyordu.
Mevlut oyunu seviyordu. Çelik oyununa doymuyordu. Birdirbir de öyle, uzuneşek de. İlkokul zor geçti. Okul 5 sınıflıydı ama 3 öğretmeni vardı. Öğretmen Dilara Hanım, Mevlut'un babası Yasin Ağa'ya sık sık söylüyordu .
'' Mevlut'un ilgisi dağınık. Kendini derse veremiyor. Sürekli pencere dışına bakıyor. Dalgın. Bir zanaat öğrensin. Çırak ver bir ustanın yanına, yetişsin.''
Yasin Ağa hocahanıma içten içten kızıyordu. Komşu çocuklardan okuyanlar vardı. Gülşehir Ortamektebi daha yeni açılmıştı. Birkaç öğrenci orada okuyordu. Fakat haber geliyordu köye, okula devamları zayıfmış, köyden gelen çocukları kimi öğretmenler dışlıyormuş, bu nedenle de çocuklar ilgi göstermiyorlarmış.
Mevlut, sanki bir modaya uyarcasına, 1960 yılının eylülünde, ilkokulu bitiren çocuklardan beş arkadaşıyla birlikte gitti Gülşehir Ortaokulu'na yazıldı. Köye, başında sarı şeritli lacivert okul şapkasıyla geldi. Yürüyüşü değişmişti. Gururla gezdi köy içinde. Çeşme başında testilerine su dolduran kızlar fıkır fıkır gülüşürken o yürüyüşünü yavaşlattı.
Gülşehir'de ev tutuldu. Ev olup da, bir evin işe yaramaz bir odası...İvecen ivecen temizlendi, bir gaz ocağı alındı, bir kalaylı bakır sahan, bir Avanos testisi, bir çuval patates, soğan, bir torba kuru fasulye. Yün yatak, yorgan, yastık. Tamam. İki köylüsüyle birlikte kalacaktı burada Mevlut.
'' Hadi bakalım deli oğlan,'' dedi babası.'' Dilara muallimeyi utandır. Nasıl okunurmuş göster ona.''
.........................
Dilara Öğretmen utanmayı isterdi. Keşke iyi okusaydı Mevlut. Toplam üç öğretmenin görev yaptığı Ortaokul'dan hiç iyi haber gelmiyordu. Mevlut ders çalışmak yerine komşu evlerdeki kızları seyrediyor, kasabanın kahvelerinde vakit geçiriyordu. Bu arada sigara tüttürmeğe de başlamıştı.
Mayıs sonuna değin zor tuttu kendini Mevlut. Tuzköy'e döndü. At arabasının üstündeki eşyalarını alıp fırlattı evin hayatına. Sarı şeritli şapkasını çıkarıp attı. Ooooh !
'' Satarım anasını lan, okumak da neymiş?'' dedi. '' Bana göre değil. Cehennem azabı.''
Özlemişti köyünü. Çakırcan Bahçeleri'ne doğru koştu gitti arkadaşlarını bulmak için.
.....................
Mevlut öğrenciliği sevmedi. Orta bir'den terk...
Mevlut toprak işlemeyi, bağcılığı, köylü olmayı da sevmedi.
Ya neyi sevdi ?
Komşu kızı Gülbahar'ı sevdi. Güzeller güzeli, saçları belik belik örgülü hasır gibi, kalçalarına döğer.
Pek erken yaşta everildi. Askere giderken arkada iki çocuk bıraktı.
Bu arada Gülşehir'de bir dükkan açtı babası. Halı, kilim, manifatura...Askerlik bitince aile artık Tuzköy'de değil, ilçe merkezi'nde yaşıyordu. Evden bakınca Kızılırmak,taa Avanos yakınlarna değin görülürdü.
Tamam işte, orada dur! Tecim işlerini sevdi Mevlut. Alışveriş onu canlandırdı. Memurlarla iyi ilişkiler kurdu. Yemesini, yedirmesini öğrendi. ''Arapsun dolayında'' namı aldı yürüdü. Cömert bir işadamı olarak adı yayıldı.
İyi para kazandı. Yatırım yaptı. Tarla aldı işlemese de.Apartman aldı içinde oturmasa da. Depo yaptırdı içine koyacak malı olmasa da.
12 Mart fırtınası…
Sorgulandı...Kısa süreli gözaltılar...Tutuklu geçirilen aylar...Sonra yeniden özgürlük...
Kooperatif modası çıktı. Kalkınma köylüden başlar. İyi güzel da nasıl? Mevlut gözaçıktı. Çağa adım uydurmasını bildi. Kooperatif konusunda bilgili Ticaret Bilgisi dersi veren Özdemir öğretmenle dostluğu geliştirdi. Kızılırmak boylarında rakılı sohbetler başladı.
Gülşehirliler baktı ki bir gün, Mevlut her gün, her an kooperatifleşmenin faziletinden söz ediyor. Merkezi Ankara'da olan büyük bir konfederasyon,illlerde, ilçelerde temsilci arıyor. Tam da aranan kişidir Mevlut. Göstermelik bir seçim. Tamam.
Mevlut'un bir ayağı artık Ankara'da...
Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi...Organizasyonlarda etkili. Yıllar geçtikçe dili de düzelmiş. '' Arapsun gonuşması gırılmış ''. Ankara'ya her gidişte artık halılar, kilimler, şaraplar...Hediye bol...Kaz gelecek yerden piliç esirgenmez...
Tarımda verim düşük. Neden? Hala sabanla çift sürüyor köylü. Traktör var gerçi, ama...Ford, Fordson, Minneapolis Moline Türk, Massey Harris, John Deere, David Brown, Deutz, Lanz, Massey Ferguson, Dexta, İşbora ...Her marka, değişik güçte rengarenk traktörler Türk çiftçisinin emrinde.
Fakat traktörlerin hepsi tarımda mı kullanılıyor ? İnşaatlara kum taşıyanlar daha çok. Tarımcı zorlanıyor. Tonlarca buğday satsa, patates, soğan, üzüm satsa bir traktör almayı başaramıyor.
Netmeli, neylemeli ?
Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi Gülşehirli Mevlut araştırdı. Ankara'da bu işlerden anlayan kişileri çalıştıran bir büro buldu. Bir rapor hazırlattı. Çok para ödedi, ama Türk çiftçisi için, Kızılırmak kıyılarında ekeneğinde her türlü doğa olayının olumsuzluklarına açık, eli toprak, karnı aç Gülşehir köylüsü için ''helal olsun''du.
Rapor okundu. Aşkolsun yahu! Sen neymişsin be abi ! Helal...Kutlamalar...Ankara'nın en lüks restaurantında şölen...Harcanan para Gülşehir'de kooperatife üye çifçinin ödentisiyle biriken para. O anda aile belki bir çorbayla akşam yemeğini geçiştirmişken, yüksek yüksek yerlerdeki yöneticiler rakılı
şölenlerde et beğenmiyorlar, balığı seçerken zorlanıyorlar...Mezeler...
Araştırıldı. Nerede traktör var?
Almanya Federal Cumhuriyeti'nde. Var da. Türk Lirasıyla 100 bin TL.
Başka? İtalya'da. O da pahalı.
Başka ? Fransa'da. Hepsinden daha pahalı...
Araştırıldı. Nerede ucuz traktör var ?
Yugoslavya malı ucuz... Aracı firmalara büyük büyük paralar ödemek gerekiyor. Avukat, noter...Kimse, elde ettiği bilgiyi bedava vermiyor. Lüks dosyalar içinde cicili bicili.
Yugoslavya ile ticari açıdan ilişkilerimiz var. Bağlantılarımız güçlü. Bir Demir Perde ülkesinin katılığı yok Tito'nun ülkesinde.
Uzaktan izlemekle olmaz.
Tüm üyeler, Türk çiftçisinin ucuz traktöre sahip olmasının umuduyla, sevinciyle ,mutluluğuyla Belgrat'a uçtular. Rehberler, konakçılar hazır. Bir minibüsle fabrikaya gidildi. Traktör Yugoversal marka...Her boyaktan gıcır gıcır, koca lastiklerinden kokular yayarak, ucuz mazot doldurulmuş deposu-az miktarda- bekliyor fabrikanın geniş avlusunda, güneş altında yalbırdayarak.
Mevlut, o zamana değin dikkat etmediği, varlığından pek da haberdar olmadığı bir adamla Belgrat'ta karşılaştı. O sırada Berlin'de imiş. Verilen bilgiler doğrultusunda Belgrat'a gelip Türkiye'den ulaşan kooperatifçilerle buluşmuş.
Adı Osman Nuri Koçtürk...
Veteriner Hekim, Doçent...Kara kaşlı kara gözlü yakışıklı bir eski TSK subayı. Şakakları ağarmış. Dalgın, düşünceli...Elinde hep kitap, broşür, prospektüs. Tek bir dakikasına boşa geçirmediği belli. Besin ve Beslenme konusunda gerçek bir uzman. Boyunca kitapları var. Gazetelerde, dergilerde bilimsel makaleleri de var, halkın anlayacağı düzeyde ''popülarize edilmiş'' yazıları da.
Kooperatif'in, Konfederasyon'un bilim danışmanı.
Akşam otelde bu büyük başarı (!) kutlanıyor.
'' Sayın Başkan, sayın üyeler! Bir konuya dikkatinizi çekmek isterim. Bir Britanya atasözü der ki: Ben, ucuz mal alacak kadar zengin değilim.''
'' Ne demek istiyorsun sen Hoca?'' diye bağırdı Mevlut. Bu adamın muhalif olduğunu anlamıştı.
'' Demek istediğim şudur. Evet Yugoversal traktörleri gösterişli. Güzel de görünüyor. Albenili. Fakat yedek parça durumu nedir? Servis koşulları...Türk çiftçisine iyilik olsun, ucuz traktör sahibi olsun derken yeni masraf kapıları, yeni hayal kırıklıkları oluşabilir.''
Bıkkın bir sesle Başkan, karşılık verdi.
'' Hoca yav! Pişmiş aşa su katıyorsun. Kafaları bulandırıyorsun. Göç yolda düzelir. Hele ithal anlaşmasını yapalım. Traktörler ülkemize gelmeğe başlasın. Türk çiftçisi mutlu olacak, kazançlı çıkacaktır.''
'' Ben böyle düşünmüyorum. ''
'' Sen sadece bir danışmansın Hoca. Karar yetkisi bizde.'' Bunu Mevlut söylemişti.
Bir soğuk hava esti, geçti.
Koçtürk, çantasından çıkardığı traktörle ilgili kitabı çıkarmış, elindeki kalemle satırların altını çize çize okuyordu.
Belgrat'ın eğlence yerleri ünlü. Demir Perde gerisi ülkelerin soğukluğu yok burada. Doğu ile batı arası. Konfederasyon başkanı az önce azarlar gibi konuştuğu Koçtürk'ün yanına vardı, elini içtenlikle (!) bir dosta dokunurcasına, omuzuna koydu.
'' Hadi Hoca, sen de gel. Gidip biraz eğlenelim.''
'' Siz gidin. Benim başım ağrıyor. Şu kitabı bitirip, yatacağım''
'' Olmaz yav. Senden başka dil bilen yok. Bize lazımsın. Rehbersiiin, danışmansııın, mihmandarsıııın !''
Baktı, kurtuluş yok. Koçtürk de kitabı çantasına koydu, kalktı. Küme, otelden dışarı çıktı. Belgrat cıvıl cıvıldı. Mini etekli genç kızlar seks açlığı yaşayan üyelerin aklını başından alıyordu.
'' Hoca, şu kıza söyle de bizim gruba katılsın.''
'' Vay yavru vay. Ulan böyle gözellik bizim melmekette yok yav. Hocaa,sana iş düştü.''
'' Ulan şu hatuna bak! Bizde olsa artist yaparlar be. Hoca,noolur, söyle de aramıza gelsin.''
'' Slav gözelleri bunlar be. Şu memelere bak, şu kalçalara bak! Hoca, rehberimiz sensin,ona göre haa!''
Bir dinledi, iki dinledi Koçtürk.
Sonunda patladı.
'' Yahu!'' diye bağırdı.'' Pis zamparalıklarınız için beni alet etmek istiyorsunuz. Bıktım usandım bu çapkınlıklarınızdan. Hepiniz evli barklı adamlarsınız. Hijyen nedir bilmezsiniz, mikrop kapmak, belsoğukluğu...Önemsemezsiniz. Hanımlarınız da memlekette saf saf oturup sizi beklerler.''
Buz gibi bir hava esti gazino-barda.
Başkan, yüzü apal, yere bakıyordu.
Mevlut ayağa kalktı. Dehşet öfkeliydi.
'' Senin ücretini biz veriyoruz Hoca!'' diye bağırdı. '' Biz ne istersek yapmaya mecbursun. Ya deyilse bu şehirde, bizim aramızda barınamazsın. Aç kalırsın. Memlekete bile dönemezsin..''
Orta birden terk Mevlut, koop üyesi olarak, makamın verdiği güçle uluslararası şöhreti olan bir veterineri, bir bilim adamını azarlama hakkını kendinde görüyordu.
Koçtürk toparlandı. Gururlu, asla ödün vermeyen tavrıyla kümeden ayrıldı. Çekip gitti...
.....................
Gülşehir'in Dadağı köyünde çiftçi Hikmet, apal traktörüne sevgiyle bakıyordu. Sevinci kısa sürdü. Bozuldu o tarımın en değerli aygıtı. Motorunu Gülşehir'in küçük sanayi sitesindeki ustalar onaramadılar. '' Bu parça bizde yok.'' dediler. ''Kayseri'de olabilir.''
Hikmet, koop üyesiydi. Bir mektup yazdı Genel Merkez'e. Bir ay sonra yanıt geldi : '' Yugoslavya'dan yedek parçalar yakında gelecek. Çiftçimiz sabırlı olsun.'' Bu, doğrudan yanıt değildi. Çoğaltılmış, herkese gönderilen bir yazı idi.
Dadağı köyünden Hikmet bekledi, bekledi, bekledi...Verdiği paralar boşa gitmişti.
Derinkuyu'nun Özlüce Köyü çiftçisi Yusuf traktörü süre süre getirdiği gün tüm aile bayram etmişti. Ekenek Erdaş Dağı eteğinde taşlı, çakıllıydı. Lastikler süratle aşındı. Kavak kabuğu gibi soyuldu. Hiç ummuyorlardı böyle tez zamanda kullanılmaz duruma gelmesini. Boyutları değişik olduğundan diger marka traktörlerin lastiği de uymuyordu. Derinkuyulu onarımcılar bir çare bulamadılar. '' Belki Niğde'de bulunur,'' dediler. Yusuf bindi minibüse, Niğde'ye gitti. Yugoversal'in ne servisi vardı, ne yedek parçası, ne de lastiği. Dönüp geldi, kırgın...
Acıgöl'ün Topaç köyünden Uğur, karısının beşibiryerdelerini bozdurup almıştı traktörü. Kısa zamanda taşlı çakıllı ekenekte çalışamaz oldu. Krank mili kırıldı. Onarılamadı. Lastikleri kavladı; değiştirilemedi. Bir yıkıntı gibi evin avlusunda kaldı. Tavuklar, horoz binip indiler üzerine. Uğur, dayanamadı; komşusunun traktörüne bağladı. Acıgöl'de bir onarımcının işliğine götürüp bıraktı. Hiç olmazsa gözünün önünden kalkmıştı o karartı...
........................
Türk çiftçisi binbir zorlukla biriktirdiği parasını Yugoslavya malı çürük traktöre yatırmıştı. Ucuzdu. Koçtürk'ün dediği gibi de çıktı. Astarı yüzünden pahalıya maloldu. Ucuz etin yahnisinin kara, tadsız olacağı belliydi.
Doçent Koçtürk, döndüğü otelde danışmanlıktan istifa dilekçesini yazdı. Sabaha değin uyumadı, Genel Başkan ve üyeleri suçlayan bir makale hazırladı. Sabah otelden ayrıldı. Derin bir üzüntü içindeydi. Ülkemiz nasıl ''adam'' olacaktı. Bu kafada insanların etkili ve yekili olduğu kooperatiflerle tarım, hayvancılık gelişebilir miydi ?
Ertesi gün, sabah erken , otelden çıkmadan önce sordu; üyeler hava ağarırken dönmüşler eğlence yerinden. Belki bir değil, iki, üç yer dolaşmışlar. Slav güzellerine bol bol bahşiş dağıtmış olmalılar.
Uyuyorlarmış şimdi. Ancak ikindine doğru kalkacaklar ve yeniden Belgrat'a dağılacaklar.
Koçtürk, Ankara uçağında yerini ayırttı ve o gün yurda döndü.
Ya Mevlut Bayhan ...Sürdü gitti koop üyeliği. ''Fors'' için iyi kullandı bu makamı. 12 Eylül gelip çattı. Varsıllığının kaynağı soruşturuldu. Birkaç ay sıkıntı çekti, gözaltı, tutukluluk...Bir şey çıkmadı; yattı, yine özgür kaldı. Belgrat’ta ağır sözler söylediği Koçtürk bu dönemi Mevlut kadar kolay atlatamadı. Döğüldü, söğüldü, aşağılandı, horlandı. Ona işkence yapanlar değil bir kitabını, tek bir yazısını bile okumamışlar, tek bir konferansını da dinlememişlerdi.
Olan, traktörleriyle derin bir düş kırıklığı yaşayan Türk çiftçisine oldu.
Orta birden terk Mevlut ile Doçent Doktor, Biyokimyacı, Besin ve Beslenme Uzmanı Osman Nuri Koçtürk'ün kaderi, bir gecelik Belgrat'ta kesişmişti. O kadar.
Amerika'da Prof unvanıyla araştırmalar yapmış, dersler vermiş Osman Nuri Koçtürk'e Türkiye üniversiteleri Doçent unvanıyla bile görev vermedi. Emekçi dostu, üreten işçilerin sendikalarına danışmanlık yaptı. Emek dergisinde 1967-75 yılları arasında 86 yazısı yayımlanmıştı. Mimlenmişti; muhalifti. Aykırı adamdı. Margarin düşmanıydı; ABD’nin çıkarlarına aykırıydı bu tutumu. Süttozu düşmanıydı; aflatoksin bulmuştu içinde. Süttozu üreten ve Türkiye’ye satan Amerikan firmaları için düşman listesinin en başında yerini almıştı Koçtürk. Tarhana çorbasını temel yiyecek olarak öneriyordu. Daima zeytinyağını üstün tutuyordu. Yaptığı bir Konya gezisinde kışkırtılmış yobaz güruh bu büyük bilim adamını ortadan kaldırmak için saldırdı. Osa, Koçtürk, onların da uyanmasına, sofralarının besleyici yiyeceklerle dolmasına çalışıyordu. İrtica için, ABD’nin ülkemizdeki maşaları için bunların hiç önemi yoktu. O ‘katli vacip’ kişi olarak biliniyordu. Gıda Emperyalizmi, Gizli Açlık gibi kitaplarıyla yurtsever aydınların her zaman değer verdiği bu büyük bilim adamı 4 Nisan 1994 (*) tarihinde bu dünyadan göçtü gitti. Geride yetiştirdiği öğrenciler, yayımladığı kitaplar kaldı. Biyokimya dünyasında saygın adı kaldı.
Mevlut Bayhan yaşıyor daha. Hırka Dağı eteklerinde sahiplendiği eski orman arazisinde patates, soğan yetiştiriyor. Ziyaretçilerine Belgrat gezisini, sarı saçlı, gök gözlü slav güzellerini ağzının suyu akarak anlatıyor. O günleri özlemle anıyor. Fakat hemen yukarda Dadağı köyünde artık iyice paslanmış, çürümüş, toz toprak içinde yitip gitmeğe hazır Yugoversal marka traktör kalıntısından hiç söz etmiyor. Etkili ve yetkili olduğunu öğünerek anlatıyor da, sorumlulukta kendisinin payı olduğunu söylemiyor.
------------------------------------
7 Mayıs 2019. Diyarbakır.