Ülkemiz dünyanın bitki çeşitliliği yönünden zengin bir bölgesinde yer almaktadır. Nevşehir ise Türkiye’nin bitki açısından oldukça önemli bölgelerinden birini oluşturmaktadır. Ülkemizde üç büyük bitki bölgesinin kesiştiği yerdedir. Bu durum dünyanın başka bir bölgesinde çok nadir bulunan bir durumdur.
- Avrupa-Sibirya bitki topluluğu. Yurdumuzda Karadeniz Bölgesini içine almaktadır. Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar devam eder.
- İran-Turan Bitki topluluğu. Orta Asya’dan , Anadolu içlerine kadar gelen dünyanın en büyük bitki topluluğudur. Uçsuz bucaksız bozkırları içine alır. Anadolu’muz bunun için çiçek kokuludur.
- Akdeniz bitki topluluğu. Akdeniz, Ege ve Marmara’nın belli yerlerini içine almaktadır. Bu bölgelerde zeytin öne çıkar.
Bazı resmi verileri paylaşalım. Türkiye’de 9000 civarında tohumlu ve eğreltimsi bitki bulunmaktadır.(Halen de bulunmaya devam etmektedir.) Bu sayı Avrupa’da 12000 civarındadır. Avrupa’nın Türkiye’den 15 kat büyük olduğunu hatırlatmak isterim. Endemik (Sadece yöresel) bitki Türkiye’de 3000 civarı olup, bu sayı Avrupa’da 2750’dir.
Bu örnekleri dünya devletleriyle de karşılaştıralım. ABD’de bu sayı 4.036’dır. Japonya ve İngiltere’de bu sayı 2000’dir. İngiltere’de bitki araştırması yapılıp bitmiştir. Oysa sadece Antalya’da 600 endemik bitki bulunmaktadır. Nevşehir’de ise çeşitli bilim kurulları bitik araştırmalarına devam etmektedir.
Şimdi insan daha iyi anlıyor Anadolu’da incirin 286, armudun 253, Kirazın 134, cevizin 91, Narın 64 çeşidinin bulunduğunu… (Prof. Dr. Aykut Kence ODTÜ Biyoloji bölümü)
Bitkisel zenginliklerimizi örneklemeye devam edelim; Nanede 50 küsür, Sarı kantaronda 70 küsürfito kimyasal bulunmaktadır. Bu sayı ebegümecinde ise 90’lara dayanmaktadır. Her bir bitki sanki kimya deposu gibidir. Allah yaratmış ve araştırıp faydalanmayı da biz insanlara bırakmıştır.
İnsanoğlu ekonomik gördüğü bitkileri tarıma almış, ekonomik görmediklerini ise yabani ot diye adlandırmıştır. Bu arada önceden kullanılıp ta sonradan unutulan bitkiler de bulunmaktadır. Yaban gülünü buna örnek olarak verebiliriz. İtburnu olarak da bilinir. Eskiden bu bitkinin kökleri yabani hayvan ısırıklarına karşı (Özellikle köpekler) kullanılırmış.
Konu buruya gelmişken bitkilerin yöresel isimlerinden ve bu isimleri nasıl aldıkları hususunda da durmakta fayda vardır. Çok acı olan yabani sarımsağa, şeytan sarımsağı denmiştir. Tarlalarından ve bağlarından ıramadıkları (Yok edip atamadıkları) için ayrığın bir türüne domuz ayrığı, yine aynı şekilde asalak bir bitki olup bahçelere musallat olan bitkiye canavar otu demişlerdir. Yoğurt mayalamada kullandıkları için sürünücü bir bitkiye (Galiumverum) yoğurt otu, üzerinde kılımsı dikenleri yüzünden de Dil kanatan demeleri manidardır. Bazı hastalıklarda kullanıldığı için Sarı kantarona basur otu da denmektedir. Kantaronun kelime anlamı Kan kesen olduğu bilinmelidir. Bu örnekler çoğaltılarak gidebilmektedir.
Dünya bitki bilimcileri Latince ’de tür, alttür ve familya isimleri verilerek bir standartlaşmaya gitmiştir. Zira Nevşehir’de bile bir bitkinin adı köy, kasaba bölgelerde değişmektedir. Bu durumun oldukça karışıklığa neden olacağı açıktır.
İnsanların faydalanma gruplarına göre de bitkileri sınıflandıra biliriz. Çaylar: Ada çayı, nane, yarpuz, kekik v.s. kahve olarak kullanılanlar: Deve dikeni tohumu, nohut, Çitlembik v.s. Boya veren bitkilere örnekler ise: Hava civa, sarı kantaron, çivit, Ada çayı, yabani safran v.s. Yağ veren bitkilere örnekleler ise: Badem, keten tohumu, ızgın, yabani safran v.s. şifacılıkta kullanılanlar da vardır: Papatya, ıhlamur, kekik, aynı sefa, sarı kantaron, ada çayı v.s. Salatalık olarak yenilen yabani bitkiler, sakız çıkartılanlar, Arıcı bitkiler (Bal nektarı verenler) diye uzatılıp giderler. Günümüzde çayımızı, kahvemizi, sakızımızı ve tüm bu ihtiyaçlarımızı karşılayan ürünleri marketlerden ve bakkallardan alıyoruz. Hayatın hızlılığı, işlerin yoğunluğu nedeniyle her geçen gün tabiattan uzaklaşıyoruz. Oysa tabiatı tanımak, gezmek denemek en ucuz, en basit bir etkinliktir. Özellikle çocuklarımızın eğitiminde ve boş zamanlarımızı değerlendirmede ne güzel fırsatlar sunar. Doğa gerçekten bilene çok heyecanlıdır. Aynı zamanda sağlık ve spor olduğu kadar insanın ailesiyle de vakit geçirmesini sağlayabilir.
Bizler önce bitkilerimizi tanımak, sonra sevmek ve daha sonra da korumak zorundayız. Zira dünya biz insanlara ait değildir. Biz insanlar dünyaya aitiz. Bitki habitatları, hayvan faunalarıyla yaşamak zorundayız. Evimizi nasıl temiz tutmaya çalışıyorsak doğayı da temiz tutmak, kirletmemek zorundayız. Bitkisel gezilerim sırasında hep insan çöpleriyle karşılaşıyorum. Doğa çöp öretmez kendi döngüsünde tekrar kullanır. Bu yüzden kurumuş otlar, gazel yapraklar çöp değildir. Çöp doğaya atılmış pildir, naylondur, pettir… sonra nasip olursa bu konuyu özel olarak naçizane yazılarımda sizinle buluşturmak isterim.
Allah Azim’i Şan hiçbir şeyi sebepsiz ve boşuna yaratmamıştır. Bizlere düşen bunları araştırmak ve korumaktır. Kim bilir bu bitkilerin içinde bulunan bir organik kimyasal tüm insanlığı kurtarabilir veya sağlığımızı düzeltebilir. Sağlıcakla kalın