Osmanlı Devleti coğrafyası dolayısıyla şansız, boğazlara hâkim olması ile de şanslıdır.
Dünyada bunun bir örneği yoktur.
Osmanlı İmparatorluğu 18. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde varlığını sürdürebilme konumundan uzaktır.
Devlet bitmiştir.
Ordu bozulmuş, bilim gelişmemiş
Halkı ise eğitimsizdir.
Ülke perişan bir durumdadır. İç isyanlar ülkeyi sarmış, ülkeyi yönetenler ise çaresizdir.
Ülke iç ve dış düşmanların tehdidi ile ayakta duramaz haldedir.
İşte tam bu sırada Avrupa “Rus tehdidini” algılamıştır.
Rusya Akdeniz’e geçmemeli, Karadeniz’de hapsedilmelidir.
Hapsetmenin yolu da boğazlardır.
O halde boğazları elinde tutan Osmanlı İmparatorluğu yıkılmamalı, ayakta kalmalıdır.
Rusya’nın düşüncesi farklıdır. Boğazların güçlü bir devletin elinde olması onun Karadeniz’e hapsedilmesidir. Osmanlı gibi zayıf bir devletin boğazlara hâkim olması ise çıkarlarına daha uygundur.
O halde Osmanlı yaşamalıdır.
İşte bu anlayış Osmanlı devletinin varlığını sürdürmesini sağlayan temel etmen olacaktır.
Bu bir şanstır.
Bu şansı Sultan 2. Abdülhamit iyi kullanmış, devletin yaşaması için bu durumdan yararlanmıştır.
Bizim için şans olan boğazlar, 1. Dünya Savaşı’nda Ruslar için şanssızlık olmuş, çarlık yıkılmış, solcular iktidarı ele geçirmişlerdir.
Şöyle ki;
Çanakkale savaşı ile boğazları geçemeyen müttefik kuvvetler, Rusya’ya yardım edememiş, yardım ulaşmayan Rus devleti zayıflamış, sonuç olarak ta Bolşevikler iktidarı ele geçirip komünist bir yönetim kurmuşlardır.
Tüm bunların nedeni boğazlardır.
Boğazlar Osmanlının yaşamasını sağlarken, çarlık Rusya’nın yıkılmasına yol açmıştır.
Bunun dünyada bir örneği yoktur.
Bizim için şans olan boğazlar, Ruslar, İngilizler ve Fransızlar için şanssızlık olmuştur.
Boğazları tıkayan sadece onun coğrafik yapısı değildir, onu tıkayan;
“Bir hilal uğruna batan binlerce güneştir.”
“Şu boğaz harbi var ya, yoktur dünyada bir eşi
En kesif orduların saldırıyor, dördü beşi…”