“BUNLAR GELİRSE GİTMEZ”
Tarih sanırım 1992’iydi. Ahmet Taşgetiren Nevşehir’de benimde bulunduğum bir grup arkadaşla muhabbet ediyordu. Muhabbetin konusu, batılıların Türkiye hakkındaki düşünceleriydi. O düşüncelerden biri din görevlileri diğeri de siyaset, siyasette de dindar kesimin iktidar mücadelesiydi.
Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Doksanlı yıllar ülkedeki siyasi durumu hiç de iç açıcı değildi. İşler her geçen gün kötüleşiyor, kurulan siyasi koalisyonlar, yapılan kirli pazarlıklar almış başını gidiyordu.
İnsanlar güveneceği siyasi bir kadro arıyordu. Aradıkları siyasi kadro hak ve hukuka dikkat eden, yemeyen, içmeyen, hakkaniyetle iş yapan birileri olmalıydı. Bu tarif “Millî Görüş” kadrolarını işaret ediyordu. Çünkü onlar İstanbul ve Ankara’nın da içinde olduğu birçok şehrin ve ilçenin belediye başkanlığını almışlardı. Öyle güzel icraatlar da bulunuyorlardı ki, millet iktidarı da bunlara vermeyi düşünmeye başladı.
Batılılar gelmekte olanın geleceğini fark ettiler. Bu yüzden ülke içinde irtibatlı oldukları yandaşlarına, Milli Görüşçülerin de içinde olacağı bir koalisyon önerisinde bulundular. Şayet koalisyon başarılı olup ta iktidardan ayrılmayacak olurlarsa diğeri ortağı çekilebilirdi.
Nitekim 1995’de yapılan milletvekilliği genel seçiminde Millî Görüş (Refah Partisi), aldığı %21.4 oy ve kazandıkları 158 milletvekiliyle birinci parti oldu.(I) Hükümeti kurma görevi alan Erbakan’la diğer partiler ortak olmak istemediler. Hükümet kurulamadı. Kendileri de hükümet kurmakta zorlandılar. İte kaka da olsa Mesut Yılmaz’ın genel başkanlığını yaptığı ANAP ile Tansu Çiller’in başında olduğu DYP koalisyon kurdular.
Ortaklık çok kısa sürdü. Ardından Necmettin Erbakan’ın başında bulunduğu Refah Partisi ile Çiller’in partisi yeni bir koalisyon kurdu. Refah-Yol diye siyasi tarihimizde yerini alan hükümetin ömrü yaklaşık on ay sürdü. Bu süre içinde ekonomi başta olmak üzere son yılların en parlak dönemi yaşandı. Özellikle sabit gelirlilere verilen zam, o ana kadar verilenlerin en yükseğiydi. İlk defa ‘Denk bütçe’ ve ‘havuz sistemi’ oluşturuldu. Ülke adeta şaha kalktı.
Yapılanlardan vatandaş son derece memnundu. Fakat kendilerini ülkenin gerçek sahibi gören, ‘beyaz Türkler’ diye tanımlanan, toplumun gerçek değerlerine yabancı, bir avuç mutlu azınlık; Anadolu insanını hakir görüyor, ortaya çıkan gelişmelerden rahatsızdı. Bu rahatsızlıklarını da gazete manşetlerinde, köşe yazılarında, demeçlerinde yazmaya, söylemeye başladılar. Hassaten “üst düzey bir asker” diyerek meçhul beyanatlarla vesayet odaklarını memnun edecek açıklamalarda bulunuyorlardı. Bunları da -sözüm ona- demokrat olduklarını söyleyen yapıyordu. Toplum üzerinde algı oluşturmak için de köşelerine taşıyıp, manşetler atıyorlardı.
Ülkede “irtica” furyası aldı başını gidiyordu. Sanki yarın-bir gün şeriat ilan edilecekti! Nerede bir takkeli genç görseler, nerede bir çarşaflı kadın ve sakallı erkek görseler, nerede bir namaz kılan insan görseler, doğrudan söyleyemeseler de “Orta çağ karanlığı” tabiriyle Peygamberimize ve onun değerlerine hakaretler ediliyordu. Kısaca onlara göre ülke alev alevdi.
Refah-Yol iktidarda iken tarihe “28 Şubat” diye geçen, meşum gün yaşandı. 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulunda (MGK) tam dokuz saat süren bir görüşme gerçekleşti. Toplantının asker kanadı Başbakan Erbakan’ı, buram buram terlettiler. Onunla da yetinmeyen bazı askerler, özellikle dönemin deniz kuvvetleri komutanı Güven Erkaya toplantıda ahlaksızlık yaparken, Osman Özbek denen bir diğer asker bozuntusu da ağza alınmayacak hakaretler ettiler...
Toplantı sonunda mütedeyyin kesimi zora sokacak kararlar alındı. “Postmodern darbe” olarak kayıtlara geçen 28 Şubat, laikleri ve zinde güçleri memnun ederken, ülkenin dindar ve gerçek vatandaşlarını çok ciddi rahatsız etti. Yaptıkları olumsuzlukların yansıra bu durumun ‘Bin yıl süreceğini’ söylüyorlardı. Maalesef bazı siyasetçiler de anti demokratik bu çirkin duruma taraftar oldular. O tarihten sonra ülkede sıra dışı işler yaşandı…
Alınan MGK kararlarının ardından batılıların hakkımızdaki yorumları hissedilmeye/görülmeye başlandı. Hükümet ortağı DYP, çözülmeye başladı. Her gün bir bakan veya birkaç milletvekili partiden istifa ediyordu. Demirel’in de çomak sokmasıyla Çiller’in partisi güneşin karşısındaki buz gibi eriyordu.
Koalisyondaki protokolleri gereği Başbakan ile Başbakan yardımcısı (Erbakan ileTansu Çiller) konumlarını değiştirmek üzere dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e gittiler. Demirel, bunu kabul etmedi. Başbakanlık görevini, siyasete kendinin kazandırdığı Çiller’e vermekten ziyade Mesut Yılmaz’a verdi. DYP’den ayrılan ve yeni kurulan partinin de içinde olduğu üçlü bir koalisyon kuruldu. (Ana-Sol-D).
Böylece Refah-Yol hükümeti bozulmuş oldu.
Yamalı bohça görünümündeki yeni hükümet, bir müddet sonra bozuldu. Seçime gidildi. Seçim sonrası DSP-MHP koalisyonu kuruldu. Üç yıl bile sürmeyen bu koalisyon da bozuldu. Ülke sağlıklı yönetilemiyor ciddi sıkıntılar yaşanıyordu.
Fakat hamiyetperver millet, ne 28 Şubat’ı, ne Refah-Yol hükümetinin başına geleni, ne de İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Milli Eğitim müfredatında olmasına rağmen okuduğu bir şiirden dolayı hapse girmesini unutmadı.
AK-PARTİ RP’de yenilenme/değişim hareketi başladı. Erbakan’ın parti genel başkanlığından ayrılmasını isteyen “yenilikçi ekip” bayrak açtı. Erbakan’la görüşmeler yapıldı. Değişik alternatifler üzerinde duruldu. Her ne yapılmışsa, değişik teklifler getirilmişse de maalesef Hoca, bir türlü ikna edilemedi. (Bu arada Erbakan ve Erdoğan siyasi yasaklı)
Yapılan ilk kongrede Recai Kutan’ın karşısına yenilikçiler adına Abdullah Gül genel başkan adayı oldu. Gül, kongrede ciddi oy aldı. Bu sonuç yenilikçi ekibi ümitlendirdi.
Kongre sonunda eli güçlenen yenilikçi ekip, tekrar görüşmeler yaptılar. Bu çaba da bir netice vermeyince yeni bir parti kurma çalışmalarına başlandı. En nihayetinde 14 Ağustos 2001’de Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Ak-Parti kuruldu.
Yaklaşık dört ay sonra Kasım 2002’de yapılan milletvekilliği genel seçimlerinde aldıkları 34,34 oy oranıyla birinci parti oldu ve 365 milletvekili çıkardı. Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için Abdullah Gül Başbakan oldu. Daha sonra siyasi yasağı kaldırılan Erdoğan, 15 Mart 2003’de yeni başbakan oldu.
2002 Kasım’dan 2023’e 21 yıldır Ak-Parti iktidarda. Bu durum, Türk siyasi tarihinde olduğu gibi batı siyasi tarihinde de bir ilktir.
Unutmamak gerekir ki, Ak-Parti’nin muhalifi gene Ak-Parti’nin kendisidir. Kuruluş felsefesine riayet ettiği müddetçe kolay kolay yıkılmaz. Gene görülen o ki, bu iktidarı dışardan birilerinin yıkması çok mümkün gözükmemektedir.
14 ve 28 Mayıs 2023’de yapılan seçimlerin galibi Erdoğan ve Cumhur ittifakıdır. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Cumhur ittifakının diğer bileşenleri; muhalefetin dillendirdiği, milletin yaşadığı sıkıntıları görmeliler, seçmenin verdiği krediyi iyi değerlendirmeliler.
Halk tarafından ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, 21 yıldır iktidarda olmasına, ciddi ekonomik sıkıntıya, yüz ve ses eskimesine, bunca yıpranmaya, dışardan ve iiçerden bunca karşıtlığa rağmen girdiği bütün seçimleri kazandı. Tüm bu olanlara rağmen insanlar nezdinde hala bu kadar seviliyor ve destekleniyorsa bir sebebi olmalıdır.
Kanaatimce bunun başlıca sebepleri;
a- Samimi ve sahici,
b- Yaşadığı tolumun değerlerine sahip,
c- Yaşadığı toplumun değerlerine saygılı,
d- Kendisiyle barışık,
e- Kendini bildiği kadar muhataplarını da iyi biliyor,
f- Saygı gösterip, saygı görüyor,
g- Seviyor ve seviliyor,
h- Gönle hitap eden konuşmaya sahip,
i- İnançlı,
j- Kararlı,
k- Azimli,
l- İddialı,
m- Planlı olmasıdır.
Böylece batılıların; “bunlar gelirse gitmez” şeklindeki yorumları doğru çıkmış oldu.
Erdoğan’ın başarısındaki diğer sebeplerinden biri de Allah’ın yardımı, insanların duasıdır. Onunda bu yardımları yanında hissetmesi ve onlara güvenmesidir. Ahmet Belada
-------------0------------
I-RP 158 milletvekili çıkarırken, ANAP 132, DYP 135, DSP 76, CHP 4