BURHAN ÜMİT TOPRAK’IN KALEMİNDEN “B İ Z İ M Y U N U S”

BURHAN ÜMİT TOPRAK’IN KALEMİNDEN
“B İ Z İ M Y U N U S”
 

Nitekim ben beni bildim, yakın bil kim Hakk’ı buldum
Hakkı buluncaydı korkum, şimdi korkudan kurtuldum
Bilindiği üzere hakkında en çok konuşulan yazılan insanlardan bir de Yunus Emre’dir. Ne zaman doğup ne zaman öldüğünden ziyade neler söyleyip neler yaptığı daha önemlidir. Emre için okuma yazma bilmediğinin (ümmi) söylendiği gibi tam aksine çok ciddi tahsil gördüğü de ifade edilmiştir. Onun miskin miskin yıllarca dağ-tepe demeden dolaştığı bundan dolayı da “Miskin Yunus” dendiği de kitaplarımızda mevcuttur.  Tasavvuf edebiyatımızın vazgeçilmezi Yunus Emre, hemen herkesin dilindedir. Kimi övmüş, kimi yermiştir. Ama o kendini ‘hiçliğe’ terk etmiş tam bir mümin, muvahhitti.
Hacı Bektaş dergâhında nasip yerine buğdayı tercih* etmesiyle imtihanı kaybeden Yunus, Taptuk Emre’nin yanında kırk yıl doğru odun* taşıdıktan sonra nasiplenebilmiştir. Değişik bir söylemle “Bizim Yunus” olabilmiştir. Bu yüzdendir ki, nasıl bazı sahabelerin değişik yerde birden fazla makamı/mezarı varsa Yunus’un da en az üç-dört yerde makamı/mezarı olduğu bilinmektedir.
Sivrihisar, Kula gibi yerleşim merkezlerinde yaşadığı bundan dolayı mezarının da buralarda olduğu söylense de “İlk Mutasavvıflar” kitabında ünlü araştırmacı Fuat Köprülü başta olmak üzere araştırmacıların kahir ekseri yatına göre yaşadığı bölgenin Karaman-Sakarya havalisi, defnedildiği yerin ise eski ismi Larende olan Karaman civarında olduğu en doğru olan görüşlerdendir.
Yunus Emre hakkında dinlediklerimin yanı sıra çok sayıda kitap da okudum. Özellikle başta Niyazi Mısrî üzerine yaptığı araştırmalarıyla meşhur olan Mustafa Tatçı’nın TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) tarafından prestij olarak bastırılan iki ciltli Yunus Emre kitabı çok kıymetli bir çalışmadır. Bu konuda en son okuduğum kitap ise Burhan (Ümit) Toprak’ın* hazırladığı, değerli araştırmacı Mustafa Atiker’in yayına sunduğu, Ankara/Keçiören Belediyesi tarafından neşredilen ‘Yunus Emre Divanı’dır.
Tutma gönülde kini, hoş tut gönülde miskini
Dünya ahiret ekini, ekip götüren bilir
Birbirinden güzel kitapların yanı sıra, kültürel çalışmalarıyla güzel hizmetlerde bulunan kamu kurum ve kuruluşlarını tebrik ediyorum. Bu konuda özellikle Belediyelerimiz son yıllarda kültürel anlamda fevkalade ciddi hizmetlerde bulunmaktadırlar. İsmi geçen belediyemiz ve kendinden bahsedeceğimiz kitapta onlardan biridir.
Yunus Emre Divanı Burhan Emin Toprak tarafından daha önce Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere birçok yayın evi tarafından neşredilmiş. Fakat ismi geçen kitabı diğerlerinden farklı kılan, yazarın 1933 yılında “Başlangıç” adıyla yazdığı otuz üç sayfalık giriş kısmı ve yayına hazırlayan Mustafa Atıker’in yazar hakkında verdiği bilgidir. Bu kitabı diğerlerinden ayıran en önemli özelliği gerekli gereksiz detaylı bilgiden ziyade çok az bir tanıtımın dışında Yunus’la okuyucuyu karşı karşıya getirmesidir.
Yazar otuz üç sayfalık giriş kısmında Yunus hakkında yazılan Divanlara gerekli titizliğin gösterilemediğini iddia etmektedir. Kendisi bu Divan’ı hazırlarken orijinal on altı Divan’dan yaralanmıştır. Divan’ın hepsine aynı şekilde bakılamayacağını ifade eden Burhan Toprak, onun şiirlerini yedi kategoride değerlendirmiştir. Ölümünden bir-iki asır sonra kaleme alındığı düşünülen divana bazı farklı karışımların olmadığını kim söyleyebilir ki!
Gönlü yüksekte gezer, dembedem yoldan azar
Dış yüzüne ol sızar, içinde ne var ise
Dokuz yüz kadar şiir topladıktan sonra onları inceleyerek bu kitabı meydana getirdiğini söyleyen Burhan Toprak, mevcut Divanları okurken dikkat etmek gerektiğini de hassaten söylemektedir.
Özetle Burhan Toprak, Yunus’un şiirlerini imansızlıktan (Yunus için bu ifadenin abartılı olduğunu ve uygun bulmadığımı söylemeliyim. Zira o hiçbir zaman imansız olmamıştır) irşada ve didaktik devreye kadar yedi bölümde ele almıştır.
  1. İmandan önce yazdığı şiirleri,
  2. Üstün körü teslimiyet devrinin şiirleri, yunus bu devrede verimi kıt bir çağdadır. Taşkınlıkla, büyük laflarla, nefsini feda ettiğini söylüyor. İnsanlara ve kendine acıdır. Ölüm korkusu azalmışsa da gene vardır. Biraz huzur bulmasına rağmen ruhani feraha sahip değildir. Estetik ve samimi hiçbir değeri olmayan o manasız devriyeleri hep bu sırada yazılmışa benziyor. Ulamayı rüsumu hicveder ve kendinin vakur, mustarib çehresine hiç yakışmayacak laubali gazeller söyler.
  3. Şiirleri şüphenin uyanmağa başladığı devre aittir. İkincinin karakterleri ile birlikte başka özellikleri de vardır. Din ve imana karşı kayıtsızdır. Şüphe ile beraber melankoli de meydana çıkar. Ölüm korkusu da canlıdır. İlk hidayet devrindeki huzur ve sükûn kaybolur.
  4. Bu devredeki şiirleri şaşkınlık ve ayakları kaydığı zamana ait olanlardır. Bu evrede çıldırtan bir ölüm korkusu, intihar derecesinde ümitsizlik, feryat, yorgunluk, nihayet; kendini sezdiren ve ilahi rahmetin yağacağını müjdeleyen garip bir havadır.
  5. Bu evredeki şiirleri tam ve gerçek inanış devrinin, hakiki Yunus’un mahsulleridir.
  • Artık Yunus Taptuk Emre’yi bulmuştur.
  • Aradığını buluşuyla beraber birden gergin sinirler gevşer. Allah’ın istediği her şeyi yerine getirmeye çalışmıştır.
  • O zamana kadar kendini terk edeceklerinden korktuğu şeyleri, acımadan, ıstırap çekmeden feda etmiştir.
  • Ebedi hayata erişmek için geçici hayatın zevklerine ölmüştür.
  • Bütün fani şeylerden, maddi ve manevi sevgilerden, iptila ve ihtiraslardan, fikirlerden, zevklerden, sahip olmaktan, iktidar ve şöhretten vazgeçerek, mümkün olduğu kadar sadeleşmiş ve basitleşmiştir.
  • Kifayetsizdir.
  • Önceleri dilinden düşürmediği, ama yapamadığı miskinliği –kendi deyimince- Humiliteyi tatbike başladığı için ıstırabı azalmıştır.
Ğ-Artık devriyelerini yazdığı zamanlardan çok uzaktadır.
  • Artık o Allah’ın ‘fakirciği’ olmuştur, açıktır.
  • Hiçbir sırrı kalmamıştır.
İ-Son nefesi verinceye kadar insanı rahat bırakmayacak olan nefis, ara-sıra saldırışlarına devam ederse de, geçici buhranlardan başka bir netice vermez.
  1. İhtiyar sanatçının eserleridir. Yunus şimdi dış hayatın güzelliğini seçmeğe başlamıştır. Bununla beraber ölümden korkmaz. Ölüm onun gözünde alışılmış bir hal alır. İslamiyet’e ve şeriata karşı saygılıdır. -Ölmeden önce öl- emrinin yerine getirilmesinden duyulan zevkle sarhoştur. Allah’ın kuzusudur. 
  2. Son yılların eserleridir… Bazı menkıbelerin, öğütlerin kuru ve soğuk bir nazımla ifadesidir.
Burhan Toprak, Yunus’u okumaya Pascal’ı okurken karar verdiğini, divanı temin ettikten sonra da elinden hiç bırakmadığını söylüyor. Bir düşünürün talebesine dediği gibi; “…Öyle bir kitap yazmak istiyorum ki, onda hiçbir şahsi düşünce ve heyecan görünmesin ve sen onda yalınız kendi coşkunluğunun pırıltılarını görüyorum sansın. Sana yakınlaşmak ve senin tarafından sevilmek istiyorum.”  Dediği gibi Yunus’ta böyle bir kitap/divan yazmıştır. Toprak, ne zaman coşkunluğum ümitsizliğe düşmeye başlasa her zaman (beni kendime getiren) onun sesini duydum.  Onun Yunus’a yönelmesi bazı Cumhuriyet aydınlarını rahatsız emiş. Ünlü ressam İbrahim Çallı; “Bir ümidimiz vardı, o da toprak oldu” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.
O bu kitabı, sanki yalnız benim için ve böyle kriz saatleri için yazmıştı.
Kitapta ruhun büyüklüğü, varlığın geçiciliği, kendi talihimizi yaratmamak felaketi, varlığımızın kadın ve erkek taraflarının mücadelesi, insanlığın bütün sefalet ve yüksekliği, ıstırap ve tesellisi vardır.
Gene bu kitap Burhan’a göre; buhrana düşenleri teskin eden sükûnet kitabıdır.
O benden bana gelen bir ses gibiydi, bu yüzden onu çok sevdim... Kitap hakkında bu tespitleri yaptıktan sonra Yunus için de; “O Ortaçağın en büyük yıldızıdır.”   
Yazar Yunus’un doğduğu ve mezarının bulunduğu yer hakkında detaylı bilgiyi verdikten sonra; “Yunus’un mezarını ortaya çıkarsak ne olacak? Hiç… O halde Yunus’un mezarı üzerinde niçin ısrar etmeli? Dedikten sonra; “Rusların Almanların ve İngilizlerin, sonunda Türklerin yaptıkları bütün araştırmalardan sonra Yunus Emre’nin (kesin olarak) hiç izi bulunamıyorsa, hiç şüphe etmeyelim ki, Büyük Adam bu sonu kendisi istemiştir. O devamı olana bağlanmış ve akıp gitmiştir…
O dönemin şartlarına göre okuması ve bilmesi gerekeni öğrenmiştir. Asla ümmi değildi. Sadece şiirlerini hocasının (Taptuk Emre) isteği üzere söylemeye başlamıştır. Söylemeden önce de yazılmış olan başta Mesnevi olmak üzer birçok divanı da okumuştur.  Günümüz aydınlarından daha çok kültürlü olduğu muhakkaktır.
Acep bu benim canım azat ola mı yâ Rab
Yoksa yedi Tamu’da yana kala mı yâ Rab
 
Acep bu benim hâlim, yer altında ahvalim
Varıp yatacak yerim, akrep dola mı yâ Rab
Allah olucak Kadı, bizden ola mı râzı
Görüp Habib’in bizi şefi ola mı yâ Rab
Kişilere olduğu kadar olaylara da aklıselim ve itidal üzere yaklaşmalıyız. Abartılı övgü ve yergiden de alabildiğine kaçınmalıyız.
Ahmet BELADA
 ahmetbelada@gmail.com
-------------0------------------
*BURHAN (ÜMİT) TOPRAK: 1902 yılında Manisa’nın Demirci ilçesinde doğdu. Soyadı kanununa kadar Burhan Ümit iken 1934 yılındaki soyadı kanunundan sonra önce Kuncuk, 1946 yılında düzelttirerek Toprak yapmıştır. Toprak soy ismini alışını şöyle anlatıyor. “Atatürk devri idi. Soyadı kanunu çıktı, baktım, herkes türlü isimler alıyor. Büyükler ‘büyüğü’, ulular ‘ulusu’, manasına gelmiş türlü başı havada isimler… Bu arada ben de taş, toprak olmaktan başka çare bulamadım.” Cumhuriyet döneminde ilk Paris’e gönderilen kafilede o da vardı. 1929 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun olmuştur.
İki kez evlenen Toprak’ın ilk eşei Fevzi Çakmak’ın kızı Ayşe Muazzez’dir. Hatta Yunus Emre divanını “Karım Ayşe Muazzez’e” ithafıyla yayınlamıştır. Ayşe Muazzez’in 1939 yılındaki ölümü üzerine İkinci evliliğini1946 yılında Hayriye Hanımla yapmıştır.
Paris’ten dönüşü üzerine muhtelif okullarda öğretmenlik ve idarecilik yapmıştır. Cumhuriyet dönemi felsefecilerinden olan Toprak’ın yayınlanmış çok sayıda eseri vardır. Fransız ruhçuluğuyla da ilgilenen Toprak’ın Hristiyanlığın etkisinde kaldığı da olmuştur. bu durum bazı makale ve kitaplarında kendini göstermektedir.
Burhan Toprak’a göre buhran edebiyatının dört ayrı cephesi vardır.
  1. Doğayı, aklı ve selim zevki tanrılaştıranlar.
  2. Milliyetçiliğe ve ırk kuramlarına bağlanmakla iç huzura kavuşup, kendine özgü çizgileriyle yerli, milli bir edebiyat meydana getirenler.
  3. Bütün soru ve sorunlarının başına doğaüstü/metafizik endişeyi yerleştirerek dine dönenler, zengin, dini bir edebiyat yaratanlar.
  4. Hiçbir şeye inanmayarak can sıkıntılarıyla nizamsız şuurlarıyla baş başa kalanlar.
Burhan Toprak 17.09.1967 yılında vefaat etmiştir.
*HACI BEKTAŞ Rum diyarına geldiğinde bölgedeki büyük mutasavvıfları çağırmış bütün şeyhler davete icabet ederken “Emre” adlı kuvvetli velayet sahibi bir şeyh gelmemiş. Durum Hacı Bektaş’a iletildiğinde o da, Sarı İsmail adındaki dervişini göndererek, gelmesini istedi. Huzura geldiğinde niçin gelmediğini sordu. Emre; “Perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, hazır bulunan erenlerin hiç birine benzemediğini söyledi” Hacı Bektaş; “O elin bir işaretinin olup olmadığını” sorunca, “ayasında yeşil bir ben” gördüğünü söyleyince, Hacı Bektaş elini uzattı. Ayasındaki yeşil beni hayretle gören Emre, kendisine evvelce el veren Mürşit’in karşısında bulunduğunca anlayınca üç kere heyecanla “Taptuk Padişahım” dedi. O zamandan sonra Taptuk Emre olarak anıldı.
O bölge köylerinde yaşayan Yunus, rençberlikle geçiniyordu. Fakirliği gün be gün artıyordu. İhtiyaçlarını temin için isminden çokça bahsedilen Hacı Bektaş’tan yardım istemeye geldi. Sığırının üzerine bir miktar alıç, yabani elma koyup, dergâha gider. Pir’in ayağına yüz sürerken bu arada hediyesini verdi. Ardından bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş birkaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar. O da; “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?” diye haber gönderdi, gafil Yunus, buğday istedi. Bunu duyan Hacı Bektaş, tekrar haber gönderdi: “İsterse o alıcın her tanesine nefes edeyim” dedi. Yunus yine buğdayda ısrar edince; buğday vermelerini emretti. O da buğdayı alarak dergâhtan ayrıldı. Giderken yaptığının hata olduğunu anladı. Geri dönerek kusurunu itiraf etti.  Hacı Bektaş’ta onun kilidinin Taptuk Emre’ye verildiğini, isterse ona gitmesini söyledi.
*TAPTUK EMRE Yunus, bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergâhına koşarak başına geleni anlattı. O da Yunus’u dergâhın odunculuğuna tayin etti. Yunus orada kırk yıl bu hizmette bulunduğu halde, dergâha eğri ve yaş odun getirmedi… Bir meclis esnasında “şevkimiz var, haydi sen de biraz terennüm et!” demiş. Nihayet Yunus’a dönerek; “haydi, dedi, artık zamanı geldi, kilidin açıldı. Hacı Bektaş sözü yerine geldi, durma söyle!” bunun üzerine Yunus’un perdesi yırtılarak, kilidi açıldı ve arifane nutuklar, ilahiler söylemeğe başladı.
Dergâha hiç eğri ve yaş odun getirmediğini fark eden Taptuk Emre, bir gün Yunus’a; “Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?” diye sormuştu da Yunus; “Dağda eğri odun çok lakin senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz” demiştir.
Bir diğer rivayete göre şeyhi kırk yıl seyahat etmesini istemiş o da; tam kırk yıl gezip dolaştıktan sonra tekrar şeyhinin dergâhına gelmiş; “Ana Bacı”yı bularak şeyhin kendi hakkındaki düşüncesini sormuş. Ana Bacı da; “Yarın sabah namazında, şeyhinin yolu üzerine yat, şeyh senin kim olduğunu elbette bana soracak, ben de ona Yunus diyeceğim. Eğer, bizim Yunus mu diyecek olursa anla ki, artık çilen dolmuştur.” Denen aynen yapılır. Şeyh, “Bizim Yunus mu?”  diye sorunca o da Taptuk’un ayaklarına kapandı. O günden başlayarak şeyhin müsaadesiyle şiirlerini söylemeye başlamıştır. (s. 48-50)