ÇARPANAK ADASINA GİTTİK Mİ ?

ÇARPANAK ADASINA GİTTİK Mİ ?

 Gidirem Van’a dogri

Yolum İran’a dogri

    Kes başım ganım aksın

Gıymeti bilene dogri.

4 yıl, 5 yıl öğrencimiz olanlar bilirler.

Ders yılı içinde ne anlatırsanız anlatın.

Belgesel film gösterin. Blokdiyagram çizdirin; profil çıkarttırın, kesit çizdirin. Hiçbir eylem bir gezinin kazanımları kadar kalıcı olmaz.

Yıllarca, mayıs ayı ortalarından başlayarak 7 günlük, 10 günlük geziler düzenledi arkadaşlarım.

Bu konuda uzmanlaştılar.

Rahmetli Öğretim Görevlimiz Orhan Aslan’ı saygıyla anıyorum. Öğrenciyle uyumlu, halden bilir; anlayışlı…

Sevgili dostum Dr Gürcan Gürgen gezi hazırlamada uzman – competant- olmuştu. Diger üniversitelerde de ünü vardı.

Genç kardeşim Dr Taner Kılıç, özünü iyi geliştirdi; hiçbir aksama olmadan bir gezi nasıl planlanır, güzergah –itinerer- nasıl belirlenir; coğrafya öğretmen adayları için en sağlıklı biçimde hazırladı, gerçekleştirdi.

…………..

Rektörlük böyle geziler için daima az da olsa bir destek veriyor; para yardımı yapıyordu.

Fen Fakültesi’nin kimya bölümü öğrencileri bir petrol rafinerisi nasıl çalışır, bunu öğrenmek istemişler ve Dekanlık aracılığıyla dileklerini Rektörlük’e bildirmişler.

Yanıt gelmiş.

‘’ Tamam, Batman TPAO Rafinerisi için size otobüs vereceğiz.’’

Öğrencilerin karşılığı insanı gülümsetiyor. Ne denli güzel, nasıl hoş, mütevazı bir istek, dilek .

‘’ Batman Rafinerisi eski teknikle üretim yapıyor. Biz modern bir rafineriyi incelemek istiyoruz. İzmir Aliağa’yı inceleyeceğiz.’’

Yabancı Diller Eğitimi Bölüm Başkanlığı’na öğrenciler başvurmuşlar. İngilizce, Almanca, Fransızca anabilim Dalı öğrencilerinin istekleri de pek güzel.

‘’ Biz batı dillerini öğreniyoruz ama…Aması var. Hocalarımız içinde bir Alman, Fransız, İngiliz ya da Amerikalı yok.’’

‘’ Peki, ne istiyorsunuz ? ‘’

‘’ Telaffuzumuz düzgün değil. Pratik yapmak istiyoruz. ‘’

‘’ Tamam. Deliller Hanı’na yabancı turistler geliyor. Gidin onlarla konuşun. Öğrenci başına 5 TL de kumanya bedeli ödeyebiliriz.’’

‘’ Hayır, olmaz. Biz İstanbul’a gidip, Müzeleri gezen, Sultanahmet Meydanı’nda dolaşan, Boğaz Turu yapan yabancı turistlerle konuşmak, telaffuzumuzu geliştirmek istiyoruz.

…………………

Gelelim Coğrafya gezilerine.

Ders yıl boyunca bunalmış öğrenciler için  bir midibüse binip kent dışına çıkmak…Ne güzeldir…Aynur’un sesi güzel; şarkı söylüyor. Ali Hıdır iyi saz çalıyor. Kenan güzel türküler söylüyor. Şehmus mukallit; tüm hocaları gözlemiş, kimin ne özelliği var; izleyip öğrenmiş ve onları sesleriyle, vücut dilleriyle taklid ediyor.

‘’ Baylar, bayanlar. Daha 2 dakikamız var. Tarihte bu kısa süre içinde neler olup bitmiştir, bir düşünün.’’

Taklidi çıkarılan bu yazıyı yazan fakirdir. Öğlen yemeği için sabırsızlanan öğrencilere söylenmiş klişe bir sözdür. Şehmus aynı yüz ifadesiyle, aynı ses tonuyla,  midibüsün ortasında durmuş, tiyatro oyuncusu ciddiyetiyle sanatını icra ediyor (!) .

………………..

Van Gölü’nün güney kıyıları. Gevaş önleri. Karşıda Akdamar Adası. Bir motor kiralayıp doluşuyoruz içine. Yanımızdan geçen gezgin kümeleriyle selamlaşıyoruz. Oooh dünya varmış. 25 dakika sonra Ada’dayız… Orhan Aslan arkadaşım iyi hazırlanmış. 2 gün önce Akdamar ile ilgili yazıları benden istemişti, vermiştim. Onları aktarıyor. Ah Tamara, aah ! Öğrenciler duygulanıyor. Kilise’nin çevresinde dolanıyoruz. İncil’den alınma olaylar relyef olarak capcanlı duruyor.

Sanki yüzyıllar geçmemiş gibi.  Badem ağaçlarının altında öğrencilerimize kumanya dağıtıyoruz. Termoslarda çay…İsteyene limonata…Şarkılar, türkülerle kahvaltılarını yapıyor gençler. Gülümseyerek bakıyor diğer gezginler bize.

Genç olmak ne güzel…

Diyarbakır’a göre 1000 metre yukardayız. Güneş pırıl pırıl, ısıtıyor, yakıyor. Bile bile yanıyoruz. Kız öğrencilerimiz bronzlaşma fırsatını kaçırmak istemiyorlar. Japone kollu gömlekleriyle hazırlar.

‘’ Hocam, bu geziye katılamayan arkadaşlarımıza  acıdım işte. Zavallılar şimdi Diyarbakır sıcağında, yurtlarında ter döküyorlardır. Bir de bizim şu halimize bakın ! ‘’

Bunu diyen Müjde…Gözlerinde yaş. Duygulu…Bu cennet vatan köşesinde arkadaşlarını düşünüyor.

…………………,

‘’ Hocam, Çarpanak Adası için ne düşünüyorsunuz ? ‘’

‘’ Akdamar yeterli bence. ‘’

Orhan Aslan Öğretmenimle konuşuyorum.

‘’ Orada tarih değeri pek belirgin olmayan bir manastır var. Bir yazı okumuştum, yıkık durumda imiş. Gerçi ikinci bir adayı görmek öğrencinin hoşuna gider…

‘’ Gidelim Hocam, gidelim. Orayı da görelim. ‘’

Geceyi Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin yurtlarında geçiriyoruz. Ülkemizin her ilinden öğrenci var orada da. Bizi ilgiyle izliyorlar. Gezimiz hakkında bilgi istiyorlar. Gençler hemen kaynaşıyor. Kayserili Ahmet burada, rastlantıyla liseden arkadaşı Selçuk’u görüyor; sarmaş dolaş oluyorlar.

Van Arkeoloji Müzesi…Çarpıcı…Urartu hakkında bilgi alıyoruz. Türkiye Tarihi Coğrafya Dersimden biliyorlar zaten. Sulama kanalları yapan, tarımcı, madenci bir ulusun kurduğu devlet. Bir adı Nairi. Van-Urmiye-Gökçeçoban Göleri arasında 600 yıl kadar yaşamış bir Doğu Anadolu Devleti…Gezmelere doyamıyoruz Müze’yi.

Sonra Van Kalesi…Cennet işte burası…

Yola çıkıyoruz yeniden.

Çarpanak adası gölün lacivert sularında kendini gösteriyor. Fakat, çevrede bir kayık, motor yok. Aranıyoruz. Demek talep yok; arz da olmuyor.

‘’ Gidelim Hocam, gidelim.’’
‘’ Gençler, gördünüz işte; motor yok ortada.’’

‘’ Yüzerek gideriz Hocam. Mayolarımız var.’’

Gülüşüyorlar.

Genç olmak ne güzel.  Kanları kaynıyor.

Orhan Bey’le durumu konuşuyoruz.

Akşama Ahlat Yatılı Bölge Okulu Konukevi’nde yerimiz hazır. Karar veriyoruz. Çarpanak Adası’na gitmekten vazgeçiyoruz.

Sonra Muradiye Çağlayanı.

‘’ Bend-i Mahi ne demek gençler ? Bilen var mı? ‘’

Yok. Peki, açıklamalıyım.

‘’ Bend-i Mahi, balık tutmak için yapılan set, bend, baraj demek. Farsça. Demek binlerce yıl önce burada balık tutulurmuş. Beslenmede su ürünlerinin yeri önemli. ‘’

Erciş…Ernis Köy Enstitüsü’nü anlatıyorum. Günümüzde Alparslan Öğretmen Lisesi. Vakit olsa da gidip okulu ziyaret etsek. Yok.

Süphan Dağı ile Van Gölü kıyıları arasında harika bir yolda ilerliyor midibüsümüz. Öğrencilerimiz coşuyor. Şarkılar, türküler, aracı sallayan halaylar…

Cevizin başkenti olarak tanıtılan Adilcevaz…Güzel belde…Ahlat…Selçuklu Mezarlığı…Herbir mezar taşı bir kuyum işi mücevher.

Geceyi, bize ayrılan rahat yataklarda geçiriyoruz. Mutluyuz. Okulun yöneticileri rahat etmemiz için dönüp duruyorlar. Okulun öğrencileri bizim öğrencilere imrenik imrenik bakıyorlar.

‘’ Siz de iyi okuyun, öğrenin. Öğretmenlerinizi iyi dinleyin. Bu ağabeyleriniz gibi üniversite öğrencisi olun ! ‘’ diyorum. Dalgın dalgın , utangaç gülümsüyorlar.

Ertesi gün Nemrut Dağı’na tırmanıyoruz. Daha kar tümüyle kalkmamış. Kürtükler yol kıyılarında. Bundan iyi fırsat olur m ? İnip fotoğraf çektiriyorlar. Diyarbakır karsız bir kış geçirdi. Özlemiş gençler. Karlar üzerinde uzanıyorlar. Güneş yakıyor. Kar üzerinde ışın yansımaları. Esmerleşme, bronzlaşma sürüyor. Kız öğrencilerimiz sürücüden aldıkları levye ile kar kütlesini kazıyıp, alttan temiz kar çıkarıp, dudakları yana yana yiyorlar. Kahkahalarla gülerek…

Midibüsümüz üç kez volkanik kumlara saplanıyor. Hep bir gayretle omuz verip kurtarıyoruz. Sırtı aşınca karşımızda yepyeni bir alem açılıyor. Nemrut Kalderası ve Gölleri… Kraterin yanlış olduğunu, doğrusunun kaldera olduğunu söylüyorum. Alışılmışı değiştirmek kolay değil.

‘’ Gençler, ben 1985’de bir temmuz günü, sabah pek erken 3 gibi, Tatvan’dan yola çıktım. Yürüyerek buraya geldim. Şu gördüğünüz sırtları boydan boya geçtim. Diapozitif ve ak-kara fotoğraflar çektim. Yoruldum ama değdi. O gezimin ürünlerini birçok meslektaşıma, prof ve doçente de gönderdim. Kitaplarında kullanan da oldu. Kimisi adımı belirtti, kimisi kendi çekmiş gibi gösterdi.’’

‘’ Bu üzerine oturduğumuz kaya nedir ? ‘’

‘’ Volkanik, püskürük, erüptif.’’

‘’ Doğru da, adı nedir ? ‘’

Nemrutit…Anlatıyorum. Her gittiğimiz yerden taş örnekleri alıyoruz. Bu, Reşat Bey, Oğuz Bey hocalarımdan bize geçen bir alışkanlık.

Sürücü itiraz ediyor:

‘’ Hocaam ! Bu gidişle yolcunun ağırlığından daha fazla gelecek bu taşların ağırlığı.’’

Göl kıyılarına doğru iniyoruz.

Soğuk sulu göl…Lacivert…Ilık sulu göl: açık gök boyaklı, sıcak sulu gölcük : koyu gök…

Sıcak buhar çıkan kaya arası boşluklar…Nemrut sanki kızgınlığını dile getiriyor : ‘’ Ben canlıyım, sağım. Öfkeliyim,’’ der gibi.

Alikan Aşireti’ni anlatıyorum. Beritan, Şavak gibi onlar da Doğu Anadolu’nun büyük topluluklarından biri… Daha çıkmamışlar yaylaya. Dr İsmail Beşikçi’nin ‘’ Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar’’ adlı kitabından söz ediyorum.

Gençler buradan ayrılmak istemiyorlar. Güneş yakıyor. Özellikle kız öğrencilerimiz, geziye katılamayan arkadaşlarına ‘’sürpriz’’ yapacaklar belli ki.

Dünyada bu denli güzel, benzer  volkanik oluşumları anlatıyorum. ABD’de Oregon Crater Lake…Orası da güzel. Göl kıyıları konifer ormanlarıyla varsıl. Bizim Nemrut Dağımızın doruğu, Kaldera ve göl kıyılarında yer yer Huş Ağaçları büyümüş. Orman değilse de koruluk oluşturmuşlar. Aşiret için bu ağaçlar önemli.

Doğa koruma, jeomorfolojik değerlerin bozulmadan gelecek kuşaklara aktarılması konusunu dillendiriyorum. Bazı öğrencilerim sanki uykuda gibi. Yüksekliğe bağlı olarak baş dönmesi, esrime…Yüzlerini sıcak suyla, ardından soğuk suyla yıkıyorlar, kendine geliyorlar.

Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Yamaçta Çekmece Köyü’nde duruyoruz. Bir evin kapısını çalıyorum. Öğrencilerim merak ediyor. ‘’ Bir coğrafyacı astronomi bildiği kadar gastronomi de bilmeli,’’ diyorum. Kapıya gelen erkekle, parlak giysiler içindeki hanımıyla konuşuyorum.

‘’ 15 yıl önce siz bana evinizi açtınız. Açlıktan ölmek üzereydim. Yorgundum. Bana kahvaltı hazırladınız, kendime geldim, ‘’ diyorum. Gözleri yaşarıyor erkeğin. Kucaklaşıyoruz. Yeniden midibüse binince, ayrıntılarıyla o gezimi anlatıyorum.

Tatvan… Tuğ İskelesi… Denizcilik Bankası Otel-Lokanta işletmesi…Öğlen yemeğini burada yiyoruz. Güneşli , temiz hava acıktırmış bizi…Böyle bir tesise Ege, Marmara kıyılarında bile rastlamak zor. Fiyatlar da ehven.

‘’ Hocam, bakın, bakın ! Feribot düdük öttürüyor. Van’a doğru hareket ediyor.’’

‘’ Hocaaam ! Biz de bir feribot yolculuğu yapmak isteriz.’’

‘’ İlerde’’, diyorum. ‘’ O da olur. Daha yaşınız küçük. ‘’

Tatvan gelişiyor. Demiryolu ulaştıktan sonra belliydi . Vagonlar feribota yüklenip karşıya, Van’a geçiriliyor..

Ekonomik coğrafya açısında Tatvan…Orhan Bey güzel güzel anlatıyor. Kimi öğrencilerin video kayıt aygıtları var; filme çekiyorlar.

Rahva Düzlüğü. Metrelerce kar altında yitip giden deve kervanlarının, hanların öykülerini anlatıyorum. Ömür biter; yol bitmez.

Akşama Diyarbakır’a ulaşmalıyız. Yolcu yolunda gerek.

Bitlis’te çerçeveli bal satın alıyoruz. Büryan kebabı için bir aşevine oturuyoruz. Pek pahalı. Artık anlayışla karşılasın öğrencilerimiz; herkese yarım porsiyon…

Kalesine çıkıp çevreye bakıyoruz.

BEST Sigara fabrikasını son sürat dolaşıyoruz. Bölgenin Virginia türü ‘’kız saçı’’ sarışın tütünlerini işliyor, sigaraya dönüştürüyor. Öğrencilerimizden sigara içenler var. Müdür, anı  olarak özel paketlerinden hediye ediyor onlara.

Bitlis Çayı koyağında sıra sıra çınar ağaçları. Bitlis’e giriş çıkış kapısı olan Delikli Kaya’yı kırıp bozmuşlar yol genişletilirken. Pamukkale benzeri bir traverten basamağıydı. Korunmalıydı. Doğal çevre koruma bilinci olmayınca…İnip midibüsten, resimliyoruz.

Burası mikroklima alanı. Kuzey yellerine kapalı. Ülkemizin en nitelikli narları bu yörede yetişiyor. Zeytin ağaçlarıyla incir ağaçları sarmaş dolaş. Özellikle ceviz en güzel yetişme ortamını burada bulmuş. Hüseyin Saraçoğlu Öğretmenim Doğu Anadolu kitabında yazıyor. Yasak olduğu halde, ceviz ağaçları kesilerek 1930’larda Macaristan’a gönderilmiş. Tüfek kundağı yapılmak üzere.

Baykan’dan geçiyoruz.1969’da burada MTA kampında bir arazi mevsimi boyunca yaşadığımı, çadırlarda kaldığımı, bakır-kurşun-çinko aramalarına katıldığımı anlatıyorum. Prospektör kelimesini açıklıyorum. Unvanımız buydu.

Malabadi Köprüsü…Tek kemerine Ayasofya’nın kubbesi sığarmış. Görkemli bir sivil mimarlık yapısı. Sadece köprü değil; konaklama için de uygun. Buradan geçen yolcular için odacıklar, hücreler yapılmış. Sapasağlam. Yanına yeni köprü yapılmış. Trafiğe kapatılmasaydı çoktan yıkılmış olurdu.

Silvan. Meyyafarikin…Orhan Bey, kentin tarihini anlatıyor. Ulu Cami. Kısa bir gezi. Öğrencilerimiz hayran kalıyorlar.’’ Burası Roma İmparatorluğunun doğu sınırı idi.’’

Ve geceyarısına doğru Diyarbakır…Öğrencilerimiz yurtlarına dağıtılıyor, biz de evimize gidiyoruz.

……………….

Ertesi gün Orhan Bey ile gezinin değerlendirmesini yapıyoruz.

Rektörlük’e sunduğumuz gezi güzergahında Çarpanak Adası  da var. Bize ona göre bir ödeme yapılıp; para verilmiş.

Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor.

Biz oraya gitmedik ki.

Gezi için bize ödenen paradan 50 TL sanki motor tutup da oraya gitmişiz gibi açıklanmış.

Önceki plana uymamışız.

Orhan Bey’in de dalgınlığına gelmiş.

Yazı da Rektörlük Makamına ulaşmış.

Ne yapmalı ?

Sıcaklar bastırmış. Geceyi kabuslar görerek geçirdim.

‘’ 50 TL’yı ne yaptınız? Üniversite bütçesinden size verilmiş paraydı o.  Sizi idam edeceğiz.’’

Kan ter içinde uyanıyorum gece yarısı. Sonra da uyku tutmuyor. Oğlum Mutlu, annesini alıp Ürgüp’e dönmüş. Ev boş. Güneş ne zor doğarmış; sabah ne geç gelirmiş. 

O gün dersim öğleden sonra başlıyor.

Hemen Rektörlük’e çıkıyorum.

Memurlar daha gelmemiş. Bekliyorum.

Muhasebe Müdürü Mehmet Bey geliyor. Tuncelili. Daha Elazığ’da görevliyken birbirimizi biliyorduk. Dürüst bir memur. Görüşmüşlüğümüz var. Anlatıyorum. Başlıyor gülmeğe.

‘’ Hocam, hocam, benim dürüst hocam ! Yapma Allah aşkına, yapma Haydarı Kerrar aşkına. Dert ettiğin şeye bak yahu ! Demek 50 TL yüzünden gecen zehir oldu ha ! Aşk olsun valla, aşk olsun !’’

Çıkarıp cüzdanımdan 50  TL’yi, masasına koyuyorum.

Bir memur çağırıp makbuz kestiriyor.

Açıklamasını da kendisi ekliyor.

Oh rahatladım.

Dünya varmış…Zan altında kalmak kötü.

Çarpanak Adası yüzünden zor durumda  kalacaktım.

…………………….