ÇERÇİ YÖRÜK ALİ

ÇERÇİ YÖRÜK ALİ

 

Dr Emrullah Güney (*)

Çerçi- yüküm pahalı

O güneş tayfında yirmi dört renk

Turuncusu pembesi moru yeşili

Laciverdi mavisi bol

Bir siyahtan katık

Bütün renklerden fazla

Sarıda ilişip

Canın pembe mi çekti

Al para verme

Bu beyazın tayfı bütün renkler

Siyah katmayın ona n’olursunuz

Bu aldır beyaza en çok yakışan

Tozuyup sarıda

O en çok sevdiğim renk

Siyahtır beyazın yanında

Çerçi- yüküm pahalı

Ayva solup

Nar güle

Ak yuyup

Al sararım

Çıkınımda Anadolu

Beğen beğen al

Arif Coşkun

(Çıkınımda Anadolu. Yeditepe Yay. 1972.İst)

“Halk kitaplarını pazarlayan gezginci esnaf, bezden dikili, içine raf düzeninde kitap istif edilmiş, önlü arkalı sırt torbaları; bu yük yetmezmiş gibi omuzlarına, kollarına, boyunlarına astıkları inci, boncuk dizileri, toka, ayna, zincir, düdük, mandal, firkete hevenkleri,kına, şap, zencefil torbacıkları, iplik, ibrişim makaraları ile köy köy gezer; okuma meraklılarının yanında, çocukları, çeyiz hazırlayan kızları da sevindirirlerdi. Bu satıcıları kasaba meydanlarında, istasyonlarda , sokak aralarında, hatta büyük kentlerin kenar mahallelerinde bile görmek mümkündü.Dahası, her biri kendine özgü seslendirişle deyişler, maniler, ağıtlar okur; müşteri merak edip sorarsa bir meddah edasıyla konuları özetler; kitapları açıp resimli sayfalarını göstererek açıklamada bulunurlardı ( Sakaoğlu N.2000. Mayıs. Skylife.THY.Halk Kitapları.70-81 ss. İstanbul )

…………………………………

 

“ Yörali, ne zaman gelirsin gine, bana eyisinden bi gıripin getir.”

“ Kemalettin Tuğcu’nun tüm kitaplarını getir. Bizim oğlan pek seviyor. Borcum neyse virecaam.”

“ Çerçi emmi, Örenbayan ipliklerinden bi takım getir, emi!”

“ Yörali emmi, önsürük ilacı getir bi geldiğinde. Ölüyom valla.”

“ Ali ağa, bana bi mantar dabancası getir.Parasını babamdan isde.”

“ Ali ağam, bi geldiğinde bana Kereminen Aslı hikayesini al, getir.”

“ Senden hasseten irica idiyom, bana iyisinden bi ürya tabirleri kitabı getir.”

“ Gavlak gavlak oldu burnumun ucu yav. Bana bi grem pertev getir, unutma ha!”

“ Hazreti Ali’nin cenklerinden ne bulursan getir. Ne mübarek adammış yav. Bizim torun okudu da ağladık.”

“ Yörali, peklik ilacı bul getir, aman. Ölüyom sıkıntıdan yav.”

“ Ali ağam, nişanlıma şöyle iyisinden çerez, fındıklı , bademli bandırma,sucuk felan.”

“ Bana taaa şo garşı dağın yamacını gosderen bi el feneri getir.Borcumu öderim haa !”

“ Çerçi ağa, bana şöyle filik geçi yününden bi gazak getir.”

“ Ali ağa, benim mes, lasdik esgidi. Unutma ha, gırkiki numara…”

“ Yörali, bana bi fes getir bi de Tokat yazması, bi de terlik…”

“ Lan çerçi,yaş doksan oldu. Malum ya, firik var,evde…Anlarsın işde…Aman ha,iyisinden hap…”

Ali derlerdi adına. Yörük Ali giderek Yörali olmuş. Bir toplumsal işlevi üstlenmiş kişi. Nereli olduğu karışık. Toroslarda Namrun yaylasından , Bozok diyarında  Boğazlıyan taraflarından gelmiş diyen de var, Haymana cihetinden olduğunu söyleyen de. Kendisi de biraz gizemli bırakıyor. “Bırak, millet merak itsin.”

Doğrudan açıklamak işine gelmiyor.

Bir katırı var. Sağlam bir binek hayvanı. Yaz, kış demeden köyden köye gider, gelir. Herkesle dosttur. Hiç kırgınlık göstermez. Çocuklar taşa tutar; aldırmaz. Köyün itleri saldırır; değneğiyle savunur kendini. Aklı başında insanlar bilirler ki, “lüzumlu adam”dır. Koruyup kollamak gerek. Ne olur, ne olmaz. Çevresi geniştir. Karakollardaki başefendileri, çarşıağalarını, kaymakamları hep tanır…Kırlık yerde, köyde insanın başına binbir bela gelir.

Katırın üzerinde koca koca çuvallar…İçleri tıkabasa dolu…Binbir değişik öteberi. Giyim kuşam, çerez, lokum, pılı pırtı…Kendisi hep yürür…Acır hayvana…Güneş vurur karartır, eser çıkar sarartır…Tipi, boran, sıcak, soğuk…Kaç kez tipilerde ölümden dönmüştür. Anlatır. Dili tatlıdır, bire bin katar da öyle dinletir kendini…

1940’ların sonu…Köylünün Maraşal dediği Amerikan yardımı yavaş yavaş etkiliyor köyleri.

Köylü atını satıyor, kardeşler, emmi uşakları birleşip traktör alıyor. Bu yardımlarla yollar da düzeliyor. Fakat, motorlu araç sayısı pek az. Yörük Ali’nin katırı hala  köyler arasında ulaşımı sağlıyor. O, yalnız basbayağı bir çerçi değil, bir iletişim aracı…

Köylü Ömer, komşu köydeki Hacer’e sevdasını yazıyor. PTT ile gönderecek değil ya. Çerçi Ali ne güne duruyor? Elbet pul parası kadar bir ikramiye de cebine konuyor…Artık, heyecanla, yürek çırpıntısıyla gelecek yazılı ya da sözlü yanıt beklenecek…

1950’lerde yapılan her büyük yol artık “Nato yolu”dur. Katır ürküyor kamyonlardan. Çerçi öfkeleniyor. Söğüyor ortalığa, bağıra bağıra…Duyan yok iyi ki… Toz, duman, mazot kokusu…Bunlar , giderek, ekmeğini elinden alacak mı yoksa? Kasabaya, kente, büyük beldelere gidip gelenler çoğalıyor. Dünya değişiyor, insanların dünya görüşü de ona koşut, değişiyor.

Fakat, yine de çerçilik sürüyor.

Aksaray-Nevşehir-Ürgüp çizgisinde Yörük Ali tek çerçi…

Sağlıklı oluşunu yaptığı işe bağlıyor.

Yürüyor, kırların temiz havasını alıyor. Varsın kamyonlar yeni açılan yolları toza toprağa belesin, Yörük Ali kestirmeden gidiyor. Herkesin isteğini karşılıyor, kazancı da iyi.” Allah, bin bereket virsin. Çerçiliğin piri Adem Peygambere hamd-ü sena…” Elindekileri , çuvallardakileri paraya çevirdi mi, keyifleniyor. Köylerden çıkınca bir türkü tutturuyor, keyifle…

En çok, karların erimeğe başladığı, güneşin ısıtmağa başladığı günleri seviyor.

Köylerden geçerken çocuklar kar katması yapmış oluyorlar, ona da ikram ediyorlar.

Karlar eridikçe altından otlar çıkıyor, bırakıyor katırını, yayılsın.

Kendisi de oturuyor güneşin alnına; köylünün ikram ettiği yumurtalı,taze soğanlı yufka dürümünü yiyor keyifle…

Sonra bir türkü tutturuyor bet sesiyle…

Bir yandan da düşünüyor…

Şu köyde falan ağaya “kuşkaldıran hapı”…

Falan  karakolda, jandarmaya roman kitabı…

Filan köydeki çilli geline “döl tutma” hapı…

Gelecek ay evlenecek delikanlı için Mükemmel İzdivaç adlı kitap…

Falan köydeki mektebin muallimine , Maarif Müdürlüğü’nün verdiği kutuyu teslim…

Filan köydeki çocuğun istediği defter…

Çeşme başında katırına su içirirken yanına gelen kıza verilecek mektup…

Falan köydeki çocuğa suluboya takımı, resim defteri…

Filan köyün camisinin imamına “Mızraklı İlmihal”…

Çocuğu olmayan geline harnup pekmezi…

Falan köydeki yaşlı emmiye doksandokuzluk tesbih…

Yatılı mektep sınavına girecek çocuğa “imtihan kazandıran kitap”…

Artık çocuk istemeyen köylü delikanlıya “kaput”…

Hep de güllük gülistan değil ortalık.

Bir gün, baktı ki Maccan köyünde dutlar ballanmış. Eser çıktıkça dökülüyor yere. Kuşlar doymuş. Fakat, çerçi biliyor ki, yukarı yayla köylerinde çocuklar kışlar çıkmıştır, pekmezden bıkmıştır, taze meyve isterler. İki sepet buldu hemen. Doldurdu çocukların yardımıyla. Katıra sardı, Eneği’ye doğru yola çıktı. Yörede bazı köylerin ağ paklası ünlü.  “Hadi, getirin bir sahan pakla. Bir sahan dut vereyim.” Kadınlar, analarına göstermeden çocuklar,  tandırevinden alıp koşturdular  sahanları…Değiş tokuş…Güzel güzel giderken alışveriş, askerliğini yeni bitirip köye dönmüş  bir delikanlı diklendi.

Oh ne ala memleket çerçi efendi. Sen kimi gandırıyon yav?”

Yörük Ali hiç üstelemedi.

 Tecim işi orada bitti.

Doldurduğu ağ pakla çuvalını katıra yüklediği gibi uzaklaştı…

……………………

Dünya değişiyordu.

Katır sırtında taşınan üç beş parça malla geçim sağlamak zorlaşıyordu.

Düşündü, taşındı. Çağa ayak uydurmak gerekiyordu.

Netmeli, neylemeli! “Ağlıyak da gözden m’olak? Dövünek de dizden m’olak?”

Kayseri’ye gitti. Araştırdı. Tanıdıkları araya koydu. Elden düşme, eski model bir kamyoncuk buldu. Al takke ver külah, anlaştılar. Fakat, ehliyeti yok Yörük Ali’nin. Kamyonun eski sahibi bir delikanlı bindirdi yanına. Kamyoncuğu o sürüp getirdi. Sonra köy yollarında gide gele, sağını solunu vura eze, öğrendi “şüferliği”…Sınava girdi, göstermelik bir sınav…Kazandı…

Bu arada, çok kahrını çekmiş olan katırını da emekliye ayırmıştı. Köy yollarında yüzlerce, binlerce kilometre yol yapmışlardı. Satmağa kıyamadı katırı. Evde kaldı hayvancağız…

……………

Kamyoncuk ile tecim işi Yörük Ali’ye “ağalık” kazandırdı. Saygınlığı arttı. Çocukları da büyümüş, iş güç sahibi olmuşlardı. Ürgüp’te, Gülşehir’de, Aksaray’da birer dükkan açmışlar, tecim işini büyütmüşlerdi. Oturak yaşam öne çıkıyordu. Gezgin satıcılık eski önemini yitiriyordu. Fakat, yine de yayla çocukları, aynı katırın üstündeki çuvalların açılmasını beklerken içlerine çektikleri o kokuyu, şimdi, kamyoncuğun arka kasa kapağı açılırken yapıyorlardı. Karmakarışık bir koku bulutu dışarıya, boşluğa “pavkırıyor”du.

Yörük Ali Ağa yaşı doksan iken artık elden ayaktan kesilmese de dümen kıvıracak halden çıkmıştı. Köylülerle pazarlığın da eski tadı kalmamıştı. Çünkü, herkes radyodan, televizyondan , internetten fiyatları öğreniyor, birkaç kuruş farklı olduğunu görünce bir malın, dikleniyor, itiraz ediyordu.

Kabullendi artık  çerçilik yapamayacağını Yörük Ali Ağa. Çekildi köşesine. Oğullarını cep telefonuyla izliyor, ayda bir görebildiği torunlarının ,özlemle,  yollarını gözlüyor…

Bu arada, oğulları birer TIR filosu sahibi oldu…

O günlerden bize bir güzel deyim armağan kaldı…

Çevresine kokular –hoş,nahoş- yaya yaya gezenlere laf dokundurmak için…

Çerçi eşeği gibi kokuyorsun !..”

“ Halk kitaplarını en ücra köylere kadar ulaştıran nazlı çerçiler kültür taşıma gibi bir erdeme hizmet eden merkeplerinin sırtına, büyük çapta ve yünden kitap torbaları bağlar; kitap serilerini ise ilmihal, görgü, dua kitapları, hatta Kuranı Kerimlerle zenginleştirirlerdi” (Sakaoğlu  N.)

--------------------------------------------

E G :  Coğrafya, Sosyal Alanlar Eğitimi Profesörü.