Çocuklarımızı mahrumiyet duygusundan mahrum yetiştiriyoruz. Oysa mahrumiyet bir nimettir. Yokluk, varlığın kıymetini açığa çıkarır. Her şeye sahip ama hiçbir şey ile memnun olamayan çocuklarımızda koca bir benlik inşa ediyor, geleceğin narsist kişilik yapılanmalarına zemin oluşturuyoruz. Bunu, gerek çocuğum üzülmesin diye,gerekse ben göremedim çocuğum görsün adına yapıyoruz.
Ebeveyn olarak "Kıyamama" gibi bir hastalığımız var. Kıyamıyoruz. Kıymaktan maksat elbette ki zulmetmek, baskı yapmak ya da şiddet göstermek değil.Ancak vermekte ölçü koymak,sınır koyup kararlı olmak ve mahrumiyet duygusunu çocuğa deneyimletip (ölçülü olarak) farkındalık yaratmaktır.
Nasrettin hocanın bu konuda güzel bir fıkrası vardır: Adamın biri evinin çok dar olduğundan şikayette bulunur.Hoca ona beslediği koyunları evine doldurmasını söyler. Adam doldurur gelir inekleri de evine koymasını söyler.Adam "Hocam evde hiç yer kalmadı " deyince Hoca:" Şimdi bütün hayvanları kendi barınağına geri gönder" der. Böylelikle adam ferahlar ve kendisine dar gelen evinden razı olmaya başlar.
Biz ise çocuklar memnun olmadıkça daha fazla verici oluyor ya da dayanamayıp çaresizlik hissedip öfkelenerek hiç istemediğimiz şeyi yapıyor, çocuğa patlıyoruz.
İnsanın en büyük imtihanlarından biri çocuğudur. Çocuk kaç yaşında olursa olsun ebeveyninin zaaflarını çok iyi bilir ve kullanır.Aslında çocuk değildir terbiye olan ebeveyndir. Zira ebeveyn eğer kendi zaaflarını yönetemezse çocuğunu hiç yönetemez.
Ebeveyn çocuğuna önce liman olmalıdır.Güvenli bir liman.Sonra ona rehberlik yapmalı ve en son olarak da onu yönetebilmelidir. Ancak öyle yönetmek ki tıpkı orkestra şefi gibi.Karşılıklı ahenk içerisinde gönül rızasıyla yönetilmelidir çocuk.
Bunu yaparken de çocuğa saygı çok önemlidir.Biz toplum olarak hep "Küçüklere sevgi büyüklere saygı " deriz. Oysa çocuk en az sevgi kadar saygıya muhtaçtır.
Saygı: Çocuğu kendimizden bağımsız bir birey olarak görmek, onun şahsına düşünce ve davranışlarına saygı duymaktır.
Aksi halde ona göstermediğimiz şeyi ondan da bekleyemeyiz.
Aşırı sahiplendiğimiz çocuğu kendi benliğimizin bir parçası olarak görmeye başlar ve artık onun adına düşünüp, onun adına hissedip, onun adına karar vermeye başlarız.Bu ilk çocukluk yıllarında belki sorun teşkil etmeyebilir ancak ergenlik dönemine girip bireyselleşmeye başlayınca çocuk işte o zaman çatışmalar başlar.Biz ebeveyn olarak çocuğu aşırı sahiplenir ve onu şahsiyetine zarar verecek şekilde yönetmeye kalkarsak ya aşırı tepkisel, asi bir çocuk yetiştiririz ya da pasif agresif yapıda çocuklar oluşur(uyumlu, pasif ,çekingen, asosyal).
Duracağımız yeri iyi bilmeliyiz.Hayatın her aşamasında da, ebeveyn olarak da.Bilemediğimiz de sorunun bir parçası haline geliriz.
Çocuk insanı kendine yansıtan bir su birikintisi gibidir.Ona nasıl şekil verirsek o şekli alır.Sonra o su başka kaynaklardan da beslenmeye başlayıp büyür ve boyut değiştirir.Bundan korkmamalıyız ve en önemlisi "Korkularımızın bizi yönetmesine izin vermemeliyiz".Eğer buna izin verirsek korktuğumuz şey gelir bizi bulur.
Evet çok zor bir ortamda ve koşullarda çocuk yetiştiriyoruz ve ne kadar kaygılansak belki az.Ama şu da bir gerçek ki "Tedbir bizden takdir Allah'tan". Allah dilemedikçe hiç kimseye zerre kadar hayır da şer de isabet edemez.Biz bir yere kadarız,bir yerden sonra hükmümüz geçmez.Yine burada Allah ile olan ilişkimizde de sanırım duracağımız yeri bilmemiz gerekiyor.Her şeyi kontrol etmeye çalıştığımızda nefsimiz tanrılaşıyor ve zarar veriyor ilişkilerimize ve kendimize.
İnsanın nefsi en büyük düşmanı aslında. Ne yapıp ne yapmadığını hakkıyla bir görebilse insan bir çok sorun aşılmaya başlar hayatta ancak insanın en büyük zaafı kendini görememesi.En geç kendini tanıması , en zor kendisiyle yüzleşmesi.
Ve çocuk bizi kendimizle yüzleştiren iyi bir ayna.
Hakikat aynası.
Psikoterapist/Aile Danışmanı
Psk.Fatma Çakır Çalışkan