Cüneyt Arkın Kimden Yana

CÜNEYT ARKIN KİMDEN YANA

Diyarbakır’da asker öğretmen olarak çalıştığım dönemde, aslen de oralı olan bir öğretmen arkadaşımdan dinlediğim bir hikâyeyi geçenlerde tebessümle hatırladım: Teröristler; (arkadaş anlatırken onlara gerilla demeyi tercih ediyordu) örgütün ilk dönemlerinde, kurdukları propaganda timleriyle bölgedeki köylere gidip vatandaşa neden kendi yanlarında yer almaları gerektiğini anlatırlarmış. Böyle bir propaganda toplantısında saatlerce dil döktükleri bir ihtiyar, en sonunda “Oğlum!” demiş, “Burak onu bunu da şu filimlerde herkesi döğen Cüneyt kimden taraf?”

Adamların bu soruya ne cevap verdiğini bilmiyorum. Amcanın sorusunun bize söylediği ile kıyaslandığı vakit cevabın çok önemli olmadığı da açık…
Aynı arkadaş: “Ben Ankara’ya üniversiteye okumaya gidene kadar Türkiye’deki herkesi Kürt zannederdim.” de demişti de şaşırmıştım. Diyarbakır’da ve Van’da toplam beş yıl çalıştım. Lisede derslerine girdiğim öğrencilerin bir kısmının telefonlarında, bir kısmının boyunlarına ya da bileklerine taktıkları kolye ve bilekliklerde, bir kısmının defter ve kitaplarının içindeki küçük notlarda, bazılarının ise doğrudan gözlerinin içinde –ki bana en dokunanı da buydu- “beni bir karşı taraf olarak görme emaresi”  fark ettim. Orada çalıştığım beş yıl boyunca Kürt sorununu düşünmeden yatağa girdiğim bir günü dahi hatırlamıyorum. Burada göreve başlarken biraz devekuşu olmanın da esasen bir mutluluk olduğunu anlayacak ve benim için bu sorunun daha az hatırlanır olmasına gerçekten sevinecektim.
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nde beş yıldır neredeyse her fakültede derse girmekteyim. Dersine girdiğim öğrenciler arasında boynuna poşu takıp bana Diyarbakır’daki, Van’daki gibi bakan bazı öğrenciler olmakla beraber birkaç aylık birbirimizi tanıma sürecinden sonra bakışlarındaki kinin de önyargının da yavaş yavaş kırıldığına mutlulukla şahit olduğumu söylemeliyim.
Bu meseleye dair her fikirden arkadaşla yaptığımız uzun sohbetlerin ve gözlemlerimin neticesinde vardığım bazı kanaatleri hemşerilerimle paylaşmak istiyorum. Öncelikle bölgenin bundan otuz- kırk yıl önceki sosyolojik temayülleri geleceğimizi nasıl kurgulayabileceğimiz düşünürken bize ilham verecek kadar yerlidir. Mesela 1974’te Kıbrıs Harekâtı yaptığımız vakit bölge gençleri askerlik şubeleri önünde kuyruk olmuş Kıbrıs davasını kendi meselesi kabul etmiştir.
Peki, sonra neler oldu? Önce 1980 darbesinin getirdiği baskı ortamı ve Diyarbakır cezaevindeki olumsuzluklarla süreç başlamış. Sonrasında 1990’lı yıllarda teröre destek veren köylerin boşaltılması ve yakılması, Hizbullah ve kontrgerilla… OHAL uygulamasının vatandaşı canından bezdirmesi… Bu arada devletin bölgedeki kontrolü yukarıda anlattığım kahve propagandacılarına yavaş yavaş kaptırması, kaptırdıkça öfkelenmesi, öfkelendikçe sertleşmesi ve karşı taraftan ölen binlerce genç, onların aileleri… Şehit olan askerlerimiz, polislerimiz, köy korucularımız…
Boşaltılan köylerden Büyükşehirlere göç eden ve geleneğinden kültüründen geçmişinden kopartılmış, mesela Diyarbakır Bağlar semtinde bir göz odada yedi-sekiz kişi yaşamaya başlayan ne yapacağını bilmeyen aileler… Yoksulluk, çaresizlik, devlet ve örgüt arasında sıkışıp kalma, hırsızlık, kapkaç, esrar, sentetik uyuşturucu haplar… Aile içi cinsel ilişki eğiliminin artması, dini değerlerden ve geleneklerden kopmanın getirdiği savruluş, evladın atanın önüne geçmesi… Kaybedecek bir şeyi olmayanların diğerlerine yaydığı korku… Gadre uğramışlık psikolojisiyle gençlik heyecanının karışımında topyekûn bir isyan hali… Şehirde polise, öğretmene, imama isyan; dağda askere isyan; evde anaya, babaya isyan… Meselenin uluslararası boyutlarını, Kürt siyasi hareketinin bir iç mesele olmaktan çıktığını bölgede bir başka siyasi güç olarak Hizbulah/Hüda- Par çizgisinin temerküz etmesini anlatacak değilim. Bugün 6-7 Ekim olaylarında başrolü oynayanlar işte bu çizdiğim resim içerisinde doğmuş büyümüş gençlerdir.  90’lı yıllarda dünyaya gözlerini açtıklarında gördükleri manzara buydu. Nefret hikâyeleri ve çaresizlikle büyüdüler.
Bugün Ak Parti’yi, Kürtleri şımartmakla itham edenler; “Adamlar mahkeme kurmuş bölge insanının arasındaki davalara bakıyor, şehir ortasında kimlik kontrolü yapıyor, istemedikleri adamı öldürüp canlarının istediğini dağa kaldırıyorlar, devlet orada fiilen yok.” diyorlar. Orta Anadolu’dan meseleye bakınca haksız da sayılmazlar diyoruz. Ak Parti’ye oy vermiş bile olsak orada askerimizin, polisimizin mücadele azminin kırıldığını ve memleketin bölüneceğini düşünüyoruz.
Hâlbuki ben okuyucularıma başka bir bakış açısı geliştirmeyi tavsiye ediyorum. Ak Parti kendi iç meselelerine teksif olmuş bir Türkiye yerine içerde kendisine ayak bağı olagelmiş önemli meseleleri halletmenin verdiği güvenle önce bölgesel sonra küresel bir aktör olma vizyonuyla hamleler yapıyor. Kürt meselesine dair bugüne kadar attığı adımlar PKK’nın elindeki haklı isyan gerekçelerini bertaraf etti. Kobani olaylarında ortada fol- yumurta yokken bölgenin hareketlenmesinin yegâne sebebi PKK’nın kendi siyasi istikbaline dair endişeleriydi. Bunu sizden benden çok daha iyi oradaki halk görüyor. Nasıl Mehmet Ağar döneminde PKK bölgeden çekilmiş gibi yapıp her bir faili meçhul cinayetle siyasi tabanının maya tutmasının keyfini yaşadıysa devletimiz de şimdi tıpkı PKK gibi bölgeden çekilmiş gibi yapıp vatandaşın, devletin otoritesi olmadan PKK/HDP’nin ne kadar gaddar olabileceğini kendiliğinden görmesini murad ediyor. Son olaylarda dükkânı yağmalanan esnaftan, artık huzur isteyen ortadaki vatandaşa kadar herkes verdiği oyu sorgulamaya başladı.
Ağar/ Çiller/ Kontrgerilla siyaseti ile o an bitmiş görünen sorun; yüzde 10 barajını aşabilecek bir siyasi harekete dönüştü. Doksanlı yıllarda doğan bebekler bugün bu siyasi kadroların en büyük gücü… Bugünün siyasetini doğru yargılayabilmek için bu günlerde doğacak bebeklerin delikanlı olacağı, şimdinin delikanlılarının ise artık kaybedecek çok şeyi olan evli barklı çoluk çocuk sahibi anne babalara dönüşeceği, bundan en az yirmi yıl sonrasını görmemiz lazım.
Merak etmeyin ben inanıyorum ki müjdesi verilen “en yüksek gür sada” bu memleketin ağızlarından dökülecektir. İstikbal; heybesinde daha bağımsız, daha müreffeh daha güçlü bir Türkiye taşıyor. Biraz yaşlansa da aslında Cüneyt bizden yana…