DİYARBAKIR’IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ Dr. Emrullah Güney ZG Eğitim Fakültesi emrullahguney@gmail.com Mezopotamya’yı ortaya çıkaran, oluşturduğu bitek topraklarda uygarlıkların gelişmesini sağlayan Fırat ve Dicle, başlı başına birer coğrafi objedir. Fırat, ilin kuzeybatısından geçer. Çüngüş ilçesinin sularını toplar. Burada dar ve derin koyağında akan Fırat’ın görünümü etkileyicidir. Karakaya Barajı da bu dar yere yapılmıştır. Dicle ırmağı Diyarbakır ili için yaşamsal önemi ola bir akarsudur. Diyarbakır havzası büyük ölçüde Dicle Havzası demektir. Hazar Gölünden çıktıktan sonra Maden Çayı adıyla küçük bir akarsu iken, Bırklin suyunu aldıktan sonra gerçek bir ırmak görünümü kazanır. Dicle ve kolları üzerinde Kralkızı, Devegeçidi, Dicle barajları yapılmıştır. Irmağın vadisinde sular artık akmaz olmuş; göllere dönüşmüştür. Dicle, asıl, çay özelliğini Botan suyunu aldıktan sonra bırakır ve gerçek bir “ırmak” niteliği, “nehir” görünümü kazanır. Bırklin suyu bazı kesimlerde yeraltı ırmağı olarak, kayaların içinde açtığı yatağında akar. Yanlı bu özelliğini izlemek için bile bu yöreye gelmeğe değer. Dicle ırmağı vadisi yılın her mevsiminde görülmeğe değer güzellikler sergiler. Burada doğal görünüm etkileyicidir. Karacadağ’ın lav akıntıları vadinin biçimlenmesinde etkili olmuştur. Vadi tabanından bakınca ırmağın sekileri de dikkati çeker. Vadiyi açarken ve güneydeki okyanusun düzeyi aşağı inerken, vadisini derine gömen, alta doğru kazan akarsu, taşıdığı alüvyonları İran Körfezi’ne varıncaya dek saçmış, yığmış ve bu bölgeye de sekileri armağan etmiştir. Demek oluyor ki, bugünkü seki onbinlerce yıl önce Dicle’nin sularının aktığı yatak ile aynı seviyede idi. Günümüzde bu sekilerden en üsttekinin üzerinde Dicle Üniversitesi’nin görkemli yapıları yükselmektedir. Diyarbakır kentine nereden gelirseniz gelin, ister doğudan, ister batıdan, ister kuzeyden, ister güneyden, ister havadan, önce bu eğitim, sağaltım yapıları karşılar konukları. Vadi tabanında ırmak bazen kollara ayrılarak akar, yer yer setlerle bölünmüştür. Bahçeleri sulamak için herkes, kendine göre su kurguları yapmıştır. Çünkü bitki yetiştirmek için Dicle’nin suyu gereklidir. Vadi tabanındaki çakıllı, kumlu topraklarda, bir devenin ancak iki tanesini taşıyabileceği ünlü Diyarbakır karpuzları sulana sulana yetiştirilmektedir. Su verilmeden bu diyarda, ancak dikenli otlar kalır yaz sıcaklarına dayanabilen. Su yaşamdır. İnsan, hayvan, börtü böcek, ot, çalı, ağaç… Tüm canlılar için. Diyarbakır ili dağlarıyla ünlüdür. Kuzeyde boydan boya Güneydoğu Toroslar uzanır. Elazığ, Bingöl, Muş illeriyle sınırlar bu dağlardan geçer. Bazı kaynaklarda Antitoroslar olarak da geçen bu yükseltiler görkemlidir. 285 Doğal görünüm etkili olduğu gibi, beşeri ve ekonomik özellikleriyle de bu yükseltiler ilgi çeker. Yüzlerce yıldan beri göçer konar ayvancılık geleneği bu bölgede hala yaşamaktadır. Urfa, Ceylanpınarı, Mardin düzlüklerinde kış mevsimini geçiren aşiretler, geç bahar, eren yaz günlerinde GD Toroslara ve daha da kuzeydeki Bingöl Dağlarına, Ekim ortalarına dek yaşayacakları Şerafeddin Yaylalarına çıkarırlar davar sürülerini. GD Toroslar sıradan dağlar değildir. Binbir güzelliği, ancak, onu gezenlere sezdirir. Örneğin Bırklin mağaraları görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Burası yalnız ülkemizin değil, dünyanın sayılı büyük mağaraları arasında sayılmaktadır. Sarkıtları etkileyici bir güzellik sergiler. Yüzlerce, binlerce yıldan bu yana davar ağılı olarak kullanıldığından dikitler gelişememiş, zarara uğramıştır... Diyarakır-Siverek arasında Karacadağ yükselir. Doruğu 1950 metre olan sönmüş bir yanardağdır bu. Diyarbakır’dan bakınca pek yüksek görülmez. Batıya doğru giderken, eteğinden geçerken de bir dağın varlığı pek fark edilmez. Fakat bu dağ dünyanın en hoş içimli sularının çıktığı dağdır. Dicle kıyılarına göre daha çok kar düşer bu yükseltilere. Kış bitip de, güneyden çölün ılık, sıcak havası kuzeye doğru ilerledikçe karlar erir ve kayaların çatlaklarına süzülür. Bazalt kayaların arasından fışkıran sularda asla tortu olmaz. Cana can, cana heyecan katan bu sular Osmanlı döneminde kalaylı bakır güğümlerde İstanbul konaklarına dek götürürmüş. Öte yandan Karacadağ’ın suları yalnız içme için değil, çeltik tarlalarının sulanması için de kullanılır. Bu sulara Madrap denir. Karacadağ çeltiği, ününü bu kayaların ayrışması ile oluşan killi al toprağa ve özellikle bu suya borçludur. Karacadağ’ı öyle birkaç cümle ile anlatıp geçmek olmaz. Karacaağ olmasaydı Amid olmazdı. Karacadağ olmasaydı Diyarbekir olmazdı. Can güvenliğinin her şeyden daha önemli olduğu tarihi dönemlerde sur yapmak için elbette kerpiç kullanılamazdı. Karacadağ, binlerce yıl önceden armağanını hazır emişti. Burada yaşamağa karar veren insanlar suyu da, taşı da hazır buldular. Elbette emek erip, zahmet çekip, ter döküp taşları yontmaları gerekiyordu; yonttular. Canlarının, ırzlarının, namusların saldırganlardan korunması için her şeyi göze aldılar. Sonunda yalnız Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın hayran kaldığı kale duvarlarını, surlarını yaptılar. Türkiye sevdalısı, Selçuklu hayranı bir Fransız bilim adamının Çin Seddi ile karşılaştırılmasına haklı olarak kızan Prof Albert Gabriel’i anmanın zamanıdır artık: “Çin Seddi basit bir yığma duvardır. Diyarbekir surları bir kitabeler abidesidir Her bir taşı mukaddestir. Duvarlar birçok yerde ayetlerle, surelerle sanki Kur’an okur, dua eder gibidir”. Karacadağ’ın bazaltları olmasaydı o güzelim köşkler, konaklar, saraylar olmazdı. Uçan kuşun uçamaz olduğu devebayıltan sıcaklarında serin; Dicle’yi dondurup akmaz eden, kar eritilerek, buz kırılarak su elde edildiği ünlü zemheri soğuklarında ılık bir yaşam ortamı sunan Diyarbakır evleri, bu taş olmadan, erkek taş, dişi taş olmadan nasıl yapılacaktı? Nasıl yuvalar kurulacak, nasıl aş yenecek, nasıl sevgiyle ömür sürülecekti? 286 Karacadağ bir doğal volkanoloji laboratuarıdır. Doruğunda üç adet krateri hala tazedir. Lav akıntıları belirgindir. Havanın puslu, sisli, tozlu olmadığı bir günde bu kraterlerden bakınca taa Viranşehir’e, Diyarbakır’ın doğusunda Dicle vadisine, Ergani-Eğil yakınlarına, batıda Siverek-Hilvan dolayına dek lavların aktığı gözlemlenebilir. Karacadağ, yalnız bu özellikleriyle gelinmesi, görülmesi gereken bir dağdır. Bütün bir kış mevsimi boyunca kovanlarında hazır balı tüketerek bekleyen arıları, kovanlarıyla Karacadağ’a çıkarır balcılar. Karacadağ binbir çiçeğiyle de arılar için bir cennettir, bir irem bağıdır. Doğu Anadolu yaylaları kar altındayken, Karacadağ ısınan havaya bağlı olarak toprak altından fışkıran otların çiçek açmasıyla bir Türkmen kilimince allanır, pullanır. Ergani ilçesindeki Zülküfül Dağı da halkn gözünde bir mübarek dağdır. Zülküfül peygamber makamı her gün ziyaret edenlerce dolar dolar boşalır. Bu dağın zenginliği baharda çobanların kavallarında, çobanların türkülerinde, müminlerin dualarındadır. Bırklin yada İskender-i Birkilayn Mağarası dışında Diyarbakır’da başka karstik oluşumlar da vardır. Mağaraları açısından ele alınınca bu il, doğal bir speleoloji laboratuarı olma özelliğini de taşıdığı görülür. Ergani yankındaki Hilar mağaraları, Silvan yakınlarındaki Hasuni mağaraları görülmeğe değer yerlerdir. Hilar ve Hasuni mağaraları doğal oluşumlar olmakla birlikte Kuzey Mezopotamya’nın kültür tarihi açısından da yerleşilmiş olmalarıyla önemli rolleri olan yerlerdir. Doğal özellikler insan eliyle oldukça değiştirilmiştir. Özellikle Hilar mağaraları ve Çayönü höyüğü GD Anadolu’da Neolitik dönemin en önemli merkezlerinden birisidir. Daha Avrupa’da köy bile yokken, burada örgütlü bir halk topluluğu -kentli- vardı. Berlin’in, Londra’nın, Paris’in yerinde ayıların yaşadığı ormanlar varken Hilar mağaralarında yaşayan insanlar tarım yapıyorlardı. Evcilleştirdikleri hayvanlarının gücüyle toprağı sürüyor, tahıl tohumunu atıyordu. Buğday olgunlaştığı zaman da, volkanik taşların sivriliğini orak gibi kullanarak biçiyordu. Başakları döverek, çarparak daneleri çıkarmasını bilen Çayönü halkı tahılı ezip un yapmayı, undan ekmek yapmayı da öğrenmişti. GD Toroslar da, insanlara protein sağlayan av hayvanlarıyla dolu idi. Çünkü o zamanlar bu yükseltilerde yoğun ağaçların oluşturduğu ormanlar vardı. Av hayvanları arasında en çok geyik, domuz bulunuyordu. Çevredeki çaylardan da balık yakal anıyordu. Diyarbakır toprağı güvercinlerle münbit hale gelmiştir binlerce yıldan beri. Gökyüzünün sonsuzluğunda öbek öbek uçan, kendilerini seyredenlere gösteri yaparcasına balerin ustalığıyla süzülen, şaşırtıcı taklalar atan güvercin bir mübaek kuştur bu diyarda. Toprağın verimsizliği bu yarı yabani yarı evcil güvercinin gübresiyle kavun karpuz, üzüm yetişir hale gelmiştir. Öyleyse borhana ya da boranhane adı verilen güvercin evlerini zyaret etmenin vakti gelmiştir. Silvan yolu üzerinde Karaçalı köyünün borhanaları günümüze sağlam olarak ulaşmıştır içlerindeki güzelim kuşlarıyla. El hasılı vel kelam, Diyarbakır diyarı söylene söylene bitmez; yazıla yazıla tükenmez.