Dokuz Yıl İngilizce Dersi Görüp De…
Ele alacağımız konu, okullarda İngilizce dersi.
Bu dersi kim verir?
Eğitim fakültelerinin İngiliz Dili ve Edebiyatı anabilim dalını bitirenler.
Süre de az değil: Tam 5 yıl.
Öğretmen adaylarını öğretim görevlileri, öğretim üyeleri yetiştirir.
Öz deneyimlerini öğrencilerine aktararak onların iyi yetişmelerini sağlarlar.
Beş yıl boyunca ders veren bu öğretim elemanlarına milyonlarca lira ödeme yapılır.
Fakülte yapılarının aydınlatılması, ısıtılması, bakım ve onarım giderleri…
Her şeyin dökümü yapılsa, bir öğrencinin devlete kaç liraya malolduğu ortaya çıkar.
Peki, fiziksel ortamın iyi olması yeterli midir nitelikli İngilizce öğretmeni yetiştirmek için?
Ders veren öğretim elemanları gerçekten iyi eğitim görerek mi gelmişlerdir o konuma?
Her bilen öğretebilir mi?
Bilmek ayrı, öğretmek ayrı.
Geçmişte, tanıdığım bir öğrenci Birleşik Krallık’ta bir akrabasının yanına gitmişti yaz dinlencesinde. Niyeti, İngilizcesini geliştirmek, pratik yapmak. Giderken yanına not tuttuğu birkaç defterini de almış. Londra’da bir dersaneye kaydolmuş. Ders veren Hindli öğretmen, defterleri inceleyince kahkahalarla gülmüş. Bizimki bozulmuş. Hindli’nin söylediği şu imiş: “ Sizi yanlış yetiştiriyorlar. Böyle dil öğretilmez ve öğrenilmez. İngilizce öğretmeni de böyle yetiştirilmez.” Öğretmen, bizimkinin konuşmasını ( telaffuz ) da pek ilkel, zayıf, yanlış bulmuş.
Londra dönüşünde, odamda, bunları anlatan delikanlı, üzüntü içindeydi:
“ Bunca yıllık deneyimle, neden, bir türlü doğru yöntem bulunamıyor. Neden hep harcanan öğrenci oluyor? Neden bizi yetiştirenler kendilerini yenileme gereğini duymuyorlar?”
Olay çok yönlü, çok boyutlu.
Beş yıllık bir eğitim bazı bilgileri öğrencinin belleğine yerleştirebilir. Peki, filoloji dediğimiz dil ve yazın öğreniminden geçenler öğretmenlik dışında da başka alanlarda çalışabilirler. Fakat, Eğitim fakültelerini bitirenlerin tek ereği vardır: Öğretmen olmak…
Sonra … Bekle bakalım. Sıran gelsin.
Eğitim planlaması var mı ülkemizde? İlköğretim, lise için kaç öğretmene gereksinim vardır ve fakültelerden öğretmen adayı olarak kaç mezun verilmektedir? Açık öğretimin de İngilizce öğretmeni yetiştirdiğini düşünürsek, sorun daha da karmaşıklaşıyor.
Bir gencin ilköğretim öğretmeni olarak bir beldeye atandığını varsayalım. 4. sınıfta ders vermeğe başlar. Sonra 5, 6, 7, 8… Ve lise : 9, 10, 11,12…
Yıllar geçtikçe öğrencinin bilgi birikimi artıyor mu?
Yoksa, her yıl, öğretmen sıfırdan mı başlıyor yabancı dili öğretmeye,ders yılının ilk gününden itibaren.
Yurt dışında, bizim tv muhabirleri mikrofon uzattıkları herkesle İngilizce görüşüyorlar. Hayret verici bir durum. Lokantada, müzede, okullarda, otellerde herkes Londra aksanıyla, kurallı İngilizce konuşuyor. Duygularını, düşüncelerini rahatça açıklıyorlar. Soğuk ülkelerinden çıkıp gelmiş turistler, güzelim Ege, Akdeniz kumsallarında güneşlenirken, izlenimlerini soran tv muhabirine, pek düzgün bir İngilizce ile yanıt veriyorlar.
…………………….
Peki, bizde, liseyi bitiren bir gence, bir turist müzenin, kalenin, ören yerinin yolunu sorsa neden yanıt veremiyor ?
Bırakalım artık düzeyli bir tartışmayı, nitelikli bir dünya politikası üstüne görüşmeyi, aldatılmadan, kandırılmadan, sindirim düzeneğini bozmadan nerede yemek yiyebileceği bir aşevini öğrenmek isteyen gezgine, bizim lise mezunu gencimiz neden yanıt veremiyor.
Ekim 1985’den bu yana görev yaptığım kendi fakültemde, ders verdiğim diğer fakültelerde karşıma, İngilizceyi iyi bilen, bir makaleyi okuyup anlayabilecek, haritadaki Anglo-Amerika yer adlarını yanlışsız okuyabilecek tek bir öğrenci çıkmadı. 26 yıl az bir süre değil. Karşılaşmalıydım her ders yılında birkaç öğrenci de olsa. İtiraf ederim; karşılaşmadım. Kaldı ki, kimi öğrencilerimiz İngilizce eğitim verilen (!) Anadolu Lisesi çıkışlıydılar. Onların da klasik liselerden bir ayırımı yoktu.
1970 öncesinde gençler, öğrendikleri İngilizceyi geliştirmek için Amerikan filmlerini seyretmek isterlerdi. Günümüzde dağ taş İngilizce. Televizyon kanalları özgün filmleri altyazılı yayınlıyor. İnternetten de geliştirme olanağı var İngilizceyi. Sayısız site var bu alanda. Belgesel filmleri bir ücret ödemeden özgün diliyle de izlemek kolay. Fakat, görüyorum, gençlerimizde sabır yok. Zahmete katlanmak istemiyorlar. Her şeyin bir bedeli var. Eğer dil öğreneceksen ter dökeceksin, uykundan özveride bulunacaksın. Fakat, varsa yoksa “chat”leşme, söyleşi…İncir çekirdeğini, fıstık kabuğunu doldurmayan konuşmalarla vakit öldürme…
Bir gerçek ortaya çıkıyor: Dünyanın en pahalı , en sonuçsuz dil öğretimi bizde.