EKENEK, BİÇENEK, DİKENEK

EKENEK, BİÇENEK, DİKENEK

1961-62 Ders yılında Nevşehir Lisesi 1. sınıf öğrencisiyim.

Edebiyat öğretmenimiz Kemal Abbas Altunkaş.

Mayıs ortasından sonra dersler tavsıdı.

Öğrenciler sürekli olarak öğretmenlere baskı yapıyor; ders işlemeyelim. Kadirah’a doğru gezmeğe gidelim.

Kimi öğretmenler çok titiz.

İşlenecek konular bitmedi diyerek bizim bu isteğimize karşı koyuyorlar.

Öğleden sonraki ilk dersimiz edebiyat.

Kemal Abbas girdi içeri göbeğini şişire şişire.

Gözlerinden uyku akıyor. Kürsüye otursa, belli ki, uyuyup kalacak.

Ders işlemede isteksiz.

“Kağıt kalem çıkarın bakalım ! “ dedi.

Şaşırdık. Bu da ne?

“ Şimdi beni iyi dinleyin. Köylü köyündeki; şehirli şehirdeki bir gününü nasıl geçiriyor ? Kompozisyon biçiminde yazacak. Girizgah, tekamül, netice esaslarına riayet ederek.”

Homurtular yükseldi. Fakat, Altunkaş inatçı mı inatçı.  İtiraz mitiraz dinlemez.

“ Ne demek efendimmm ,ne demek ? Nar Ortamektebi talebeleri fellik fellik kitap arıyor. İnsanlarla röportaj yapıyor. Siz de lise talebesi olacaksınız da. Vay vaaaaay ! “

Baktı, bazılarımız isteksiz. Gözlerini belertti. Onlar da kuzu kuzu kağıt çıkardılar.

Düşünüyorum.

Nasıl yazsam? Kompozisyon ödevlerini seviyorum.

Fakat, şimdi ne yapmalı ?

Başlığı yazdım büyük harflerle :

 GÖRE KÖYÜNDE YAZ DİNLENCESİNDE BİR GÜNÜM…

Kemal Abbas Bey sınıfta dolanıyor.

Kimi arkadaşlara bir şeyler söylüyor. Kızlarla da gülüşerek konuşuyor. Araları iyi.

Başladım yazmağa.

“ Göre’de yaz günlerinde boş vaktimiz hiç yoktur. Okulda dersler sona erer ermez, ekeneğe , biçeneğe, dikeneğe gider, çalışmağa başlarız. Çünkü biz yoğaltman (müstehlik,tüketici) değil; üretmeniz (müstahsil, üretici).’’

 

Ercan Gönen ile aynı sıradayız.

Yan gözle bana bakıyor. Kıs kıs gülüyor.

“Görürsün sen, Hoca sana ne diyecek ? “ diyor fısır fısır.

Önümüzdeki sırada Alaaddin Sırakaya oturuyor.

“ Alaaddin, sen ne yazıyorsun? “

Alaaddin bungun bungun, burnundan soluk alıp vererek yanıtsız bırakıyor Ercan’ın sorusunu.

 

Altunkaş dönüp geldi.

Başımda dikildi.

Eğildi, yazımı okumağa başladı.

Anason kokusu yayılıyordu dersliğin yoksul havasına.

“ Nerden uyduruyorsun bunları…Hıh ! Ekenekmiş de, dikenekmiş de, biçenekmiş de… Ayağını yere bas , yere. Uyduruk kelimelerden vazgeç  ! “

“ Fakat, hocam ! Biz Göre’de bu kelimeleri kullanırız.”

“ Kes, kesss ! Sanki Göre köyü başka bir seyyarede. Sen bu kafayla…”

Karşılık vermedim. Çok sinirlenmişti. Sakinleştirmek zordu onu.

Ders süresi sona ererken kağıdımı verdim. Altunkaş’ın yüzüne bakmadım. Kırılmıştım.

Aradan bir hafta geçti.

Cumartesi günleri saat 13’e dek ders yapılırdı o zaman.

Büyük Sinema’ya güzel bir film geldiğini söylediler. Tek eğlencemiz bu. Seyredenler olmuş. Nitelikli,hoş bir film diye lafı ediliyor. Babam o zaman Göre İlkokulunda öğretmen. Hesapladım. Saat 14’te Öğretmenler Lokali’nde olur. Onu bulup para isteyeceğim.

Harçlığım bitmiş. Biraz oyalandık sağda solda.

Ahmet Başkurt’un üçgenimsi dar dükkanında kitaplara baktık.

Parasını sonra ödemek için iki Varlık kitabı seçtim. Acıkmışız. Fakat para yok.

Öğretmenler Lokali’ne gittim. Yanılmamışım. Babam gelmiş. Yanına vardım.

Yürüyüşümden anlamış. Daha beni görünce hemen elini cebine attı. Beş TL çıkardı, gülümseyerek uzattı.

 

O sırada, burnuma anason kokusu çavdı.

Anladım. Kemal Abbas Bey. Yanımıza geldi.

Babamdan 6-7 yaş küçüktü. Saygılı, gülümseyerek sordu:

“ Nasıl gidiyor işler Muallim Bey ? “

Babam yanıt verdi.

“ Nasıl olsun Abbas Bey, ekenek, biçenek, dikenek. Bir yandan, okulda çocuklarla cidalleşerek…”

Edebiyat Öğretmenimiz irkildi.

Göz göze geldik. Bende bir mutluluk.

Yüzüme bir gülümseme yayıldı.

“ Nasıııııl, ben size demedim mi, bu kelimeleri Göre’de biz kullanırız diye,” demek istedim.

 

Babam, “Müsaadenizle” diyerek fötr şapkasını çıkarıp selam verdi. Ayrıldık oradan.

Dışarı çıktık yürüyoruz.

Babam gülümsedi.

“ Ekenek, biçenek, dikenek… Demek bu üç kelime yüzünden Kemal Abbas Bey’le tartıştın öyle mi? “ dedi.

“ Nerden biliyorsun ? “ dedim.

“ Ceviz Ali ( Nevşehir’de ünlü , pek sevilen öğretmen: Ali Gönen, arkadaşım Ercan’ın babası ) anlattı.

“ Hıııımmm. Ercan söylemiş demek ki babasına.”

“ Yanımıza gelince Abbas Bey, o kelimeleri özel olarak kullandım ki,   zor durumda kalmayasın. Sana inansın ! “

 

Yürüdük. Baktım, Alaaddin, Tuncer beni bekliyor. Babamdan ayrılıp yanlarına gittim. Garip bir rahatlık duygusu, gülümsüyordum …

……………………………..