“EY AVRUPA ARADIĞINIZ O ADAM BENİM!”

“EY AVRUPA ARADIĞINIZ ADAM BENİM!”
DW (Doutsche Welle) muhabiri, Ekrem İmamoğlu'na, CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile danışmanı arasında yaşanan tartışmayı soruyor. İmamoğlu, onurlu ve dik bir siyasetçi edasıyla: “Ben parti meselelerini ve partili kimliklerle ilgili konuları basın önünde tartışmam ve sosyal medyada yazmam!” diyor.
“Vay be! Adamdaki ilkeli duruşa bak! Siyasi ahlak anlayışına bak!”, diyesi geliyor insanın.
Ama, parti meselelerini bile basın önünde tartışmaktan haya eden Ekrem İmamoğlu, Srazburg'da, Avrupa Parlamentosu'nda, yüzlerce yabancı gazeteci önünde, Türkiye'yi yerden yere vurmakta hiçbir sakınca görmüyor!
Hiç üşenmedim ve Ekrem İmamoğlu'nun Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı 19 dakikalık konuşmayı başından sonuna tekrar dinledim. Lütfen tereddüdü olanlar da bir kez daha, sakin kafayla dinlesin. On altı dakika boyunca, Erdoğan ve Ak Parti üzerinden Türkiye'yi aşağılıyor, küçük düşürüyor ve sonunda ödülünü alarak, Avrupalı Parlamenterler tarafından ayakta alkışlanıyor.
Peki nedir İmamoğlu'nu, Avrupa'nın Türkiye'yi yeniden hedefe koyduğu bugünlerde, Avrupa Parlamentosu'nda, ülkesini itibarsızlaştıran konuşmayı yapmaya iten/mahkum eden sebep?
İmamoğlu'nun verdiği mesaj çok açık, diyor ki; “Ey Avrupa eğer Türkiye'de sizin değerlerinize sadık birini arıyorsanız, Erdoğan'dan kurtulmak istiyorsanız, aradığınız adam işte tam karşınızda duruyor”.
Ve bunun için her şeyi yapmaya hazır. Türkiye'nin tüm sorunlarını, o salonda, Türkiye'yi acizleştirmek adına, onların istediği, beklediği üslupla ve iftiralarla kusmaya hazır.
Kimi zaman satır aralarına sakladığı, kimi zaman açık açık söylemekte sakınca görmediği mesajları şunlar:
-Türkiye'de diktatörlük var.
-Türkiye'de Hristiyan, Yahudi ya da diğer dinden insanlara karşı ayrımcılık yapılıyor.
-Türkiye'de açlık ve sefalet var.
-Türkiye'de hukuk yok, adalet yok.
-Türkiye Avrupa ailesinden uzaklaşıyor.
- HDP'li belediyelere kayyım atanması hukuksuzdur ve sebep ne olursa olsun HDP'li belediye başkanları iade edilmelidir.
-Türkiye'nin terör sorunu yoktur.(Böyle bir cümlesi yok aslında ama 19 dakikalık konuşmasında Türkiye'nin PKK/PYD terörü ile mücadelesine hiç değinmememek, Türkiye'nin terör sorunu olmadığı anlamına gelmez mi?)
-Türkiye'nin FETÖ diye bir sorunu yok ve hiç olmadı. (Elbette bu cümleyi de kurmuyor. Ama konuşmasının tek bir yerinde bile FETÖ'ye, 15 Temmuz'a yer vermemesibaşka nasıl yorumlanabilir siz söyleyin)
- Avrupa olarak FETÖ ve PKK'lılara kol kanat germekle doğruyu yapıyorsunuz. (Bu cümle de yok tabii. Ama hadi diyelim Ak Parti gitsin diye, Türkiye'yi yerden yere vuran, vatansever bir siyasetçinin bu konuda Avrupa'ya sarf edeceği bir kelime bile olamaz mıydı?)
İmamoğlu bu konuşmayı Türkiye'de yapsa, “Haklılık payı yok mu?” sorusu sorulabilir ve benden, “Elbette var. Türkiye'de bir adalet sorunu olmadığını kim söyleyebilir? 15 Temmuz'dan sonra, savcı ve hakimlerin yarısının Fetö'cü çıkmasının ardından adalet sisteminde sıkıntı yaşanmaması mümkün mü? Sadece adalet sisteminde değil, tüm bürokraside sıkıntı yaşandı ve hala da yaşanıyor” cevabını alabilirdiniz. CHP başta olmak üzere, tüm muhalefet yaşanan sıkıntıları yanına bin katarak, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hem Ak Parti iktidarını en sert dille eleştiriyor. Küfür, hakaret ve iftira olmadığı sürece, eleştirmek muhalefetin varlık sebeplerinden biridir. Haddini aşan eleştirilerde hen muhalefet hem iktidar mensupları zaten yargı yoluyla da hesaplaşıyor.
Ancak, Türkiye üzerine her gün yeni tezler yazan, 1984'ten beri PKK terörüne hamilik yapan Fransa'da, sadece Suriye ile ilgili, bir-iki cümle kurup, kendi ülkenizi, ülkenizin Cumhurbaşkanını gömerseniz, bunun adı en basit ifadeyle, “Kötü niyet” tir. Çok değil, bir adım sonrası “İhanet” olarak tanımlanır. Avrupa Parlamentosu'nda konuşma imkanı bulmuş bir siyasetçinin ilk sözleri, Türkiye'nin 40 yıldır terörle mücadelesi ve tüm enerjisini buna yönlendirmek zorunda kalışı olmalıydı. İmamoğlu o kürsüde, Ak Parti ve Erdoğan üzerinden ülkesini itibarsızlaştırıyor. Sık sık, Avrupa'ya, “Türkiye'yi hizaya getirme” çağrısında bulunuyor. Yazıyı buraya kadar okuyup da, tereddüdü olanlardan, İmamoğlu'nun konuşmasını bir kez daha dikkatlice dinlemesini öneririm. İmamoğlu, konuşmasının tamamına yakınında HDP'li belediyelere kayyum atanmasını şikayet ediyor. Ne PKK'dan bahsediyor, ne sınırımızda kurulmak istenen PYD terör devletinden. Bunların hiç biri, Erdoğan'ı “diktatör” ilan etmesinden daha önemli değil. Diyor ki, “31 Mart seçimleri ile Türkiye, demokrasinin yeniden yeşermesi için bir fırsat elde etmiştir”. Yani, “Türkiye'de demokrasi yok, diktatörlük var”. Sonra AB Parlamentosu'na hitaben, “Türkiye'deki haksızlığa hukuksuzluğa, adaletsizliğe, birlikte direnmek mecburiyetindeyiz” diyerek, onları Erdoğan'a karşı ortak mücadeleye çağırıyor.
Ekrem İmamoğlu'nun Avrupa Parlamentosu'nda bu konuşmayı yapması suç mu? Değil, elbette. Hiçbir savcı bu konuşmasından dolayı ona dava açmadı, açmayacaktır da. Ama aklı başında, değerlendirme yeteneği olan her Türk vatandaşı bu konuşmaların ne anlama geldiğini ve Ekrem İmamoğlu'nun ne yapmaya çalıştığını, bugün de yarın da bilecektir. İmamoğlu, siyasi ikbal için, Avrupa Parlamentosu'nda ülkesini jurnallemiştir. Diyor ki; “AB değerlerine ve ailesine bağlılık, Türkiye için bir dış politika meselesi değil, Türkiye'nin devlet ve toplum olarak hedefidir”. Hadi canım sen de! Nerden biliyorsun Türk toplumunun Avrupa ailesine bağlılık hedefi olduğunu?
Devlet ve toplum adına bu kadar net konuşma hakkını kendinde bulan İmamoğlu'nun, devletin ve toplumun en büyük iki baş belası, “Fetö ve PKK” sorununu ağzına bile almaması, bir unutkanlık mıdır? Yoksa, PKK'ya, PYD'ye, FETÖ'ye, DHKP-C'ye yıllardır yardım ve yataklık yapan, Fransa başta olmak üzere, Avrupa'ya şirin görünme çabası mıdır?
Terör örgütlerine verdiği destekle elli yıldır Türkiye'yi terbiye etmeye çalışan Avrupa'nın parlamentosunda bu konuşmayı yapması, İmamoğlu'nun “Vatan-Millet” anlayışını da simgeliyor. Almanya'nın uluslararası basın kuruluşu, DW( Deutsche Welle ) muhabiri, Ekrem İmamoğlu'na, Canan Kaftancıoğlu ve danışmanı arasında, İstanbul seçimleri üzerine yayınlanan kitapla ilgili çıkan tartışmayı soruyor. Bakın İmamoğlu ne cevap veriyor: “Ben partimi ya da partili kimlikleri etkileyecek bir konuşmayı ne basın önünde yaparım, ne de tweet atarım.”
Şu ilkeli duruşuna bakar mısınız?
“Parti ile ilgili sorunları ne basında ne da sosyal medyada konuşmayacağını” gururla söylüyor.
Ama daha birkaç gün önce Avrupa Parlamentosu'nda, “Türkiye'de demokrasi yok, hukuk yok, kayyım atamaları anayasaya aykırı” diye, ülkesini hem AB'li parlamenterlere, hem de Avrupalı onlarca gazeteciye şikayet ediyor, ispiyonluyor. “Ben Türkiye'nin meselelerini yabancı bir parlamentoda tartışmam” diyemeyen İmamoğlu, İl Başkanı ile ilgili konuya, “Basın önünde tartışmam” diyebiliyor. Bu kadar ucuz mu halkın bu ikilemi anlamayacak kadar aptal olduğunu düşünmenin bedeli.
Öyleyse niye?
Ekrem İmamoğlu, AB Parlamentosu'nda bu konuşmayı yaparak, diyet ödemeye başlamıştır bile. Konuşmasının bir yerinde, “Dünya'da her ülkenin demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaştığı dönemler olmuştur” diyerek, Can Dündar'ın, Enes Kanter'in üslubundan farksız bir dille harcıyor ülkesini. Ve demek istiyor ki, “Ey Avrupa tut elimden, sizin arzuladığınız sistemi, yönetimi, her ne arzunuz varsa Türkiye'ye entegre edecek adam işte benim! Emrinize amade olacak, on yedi yıldır beklenen o kutsal kişi benim!”
Konuşması'nın her satırında adeta karşısında bir seçmen kitlesi varmış gibi vaatlerde bulunuyor: “İstanbul'da ortak değerleri toplumsal olarak hep birlikte var edeceğiz.” (Birlikte derken, Avrupa'yı kast ediyor. AB Parlamenterlerine sesleniyor. Ortak değerler dediği, Hiristiyanların, Yahudilerin değerleri.) İstanbul'da Hristiyanlar da, Yahudiler de zaten yüzlerce yıldır, özgürce inançlarını yaşıyor ve hiç şikayetleri yok. Başka hangi değerlerden bahsediyorsun? Açıklasana!
İstanbul'un, Osmanlı'nın yanı sıra Roma ve Bizans'a da başkentlik yapmış bir şehir olduğundan söz etme gereği duyuyor. Üç büyük dinin, kutsal emanetlerine sahip olduğu vurgusunu yapıyor. Ve bu söylemiyle Fethullah Gülen'in “Dinler arası diyalog” projesini çağrıştırıyor. Avrupalılara bir şirinlik muskası sunuyor.
“İmamoğlu için bu kadar uzun bir yazı yazmaya değer mi?” diyenleri duyar gibi oluyorum. Bence değer. İmamoğlu'nu çözmeye çalışıyorum.
İmamoğlu bu söylemi ile, yani Kayyım'a karşı çıkması, Türkiye'nin PKK/PYD sorunu hiç yokmuş gibi davranmasıyla, HDP'lilerin bir kısmının oyunu keklik gibi çantaya atmış olabilir. Ama HDP'nin İstanbul'da yer alacağı hiçbir seçimde, Kürtlerden oy devşiremez. Peki ya geri kalanlar? İmamoğlu'nun tatlı diline, muhafazakar kimliğine, Karadenizli duruşuna(!) inananlar. Acaba onların bir sonraki sette duruşları ne olacak? Ben asıl bunu merak ediyorum.
Sırf Trabzonlu olduğu için ona oy veren yüz binlerce Karadenizli, bir sonraki maçta da İmamoğlu'na tezahürat yapacak mı? Ak Parti'ye bir ders vermek adına, İmamoğlu'nun muhafazakar kimliğine aldananlar, yine onunla omuz omuza mı olacaklar? Seçim sürecinde Ak Parti'nin yaptığı kimi hayati-siyasi hatalar, İmamoğlu'nu 800 bin farkla başkanlığa taşıdı ve onu kahraman yaptı. Şimdi aynı hataları İmamoğlu yapıyor. Eğer bilinçli bir tercih değilse, HDP'yi destekleyen Kürt seçmene ve Avrupa'ya şirin görünmek adına, PKK'ya, PYD'ye, HDP'ye karşı duruşu belli olan milyonlarca insanın yanında hergün biraz daha antipatikleşiyor. Seçim sürecinde, FETÖ'ye, PKK'ya, PYD'ye tek kelime etmeyen İmamoğlu'nun hala aynı yerde durduğunu görmek hiç de zor değil. Strazburg'daki konuşmasında FETÖ'yü yok saydı, PKK'yı yok saydı, PYD/YPG'yi yok saydı. Avrupa'daki Türk düşmanlığını es geçti. İslamafobiye karşı bir şeyler söylemesini zaten beklemezdim, söylemedi de. Sanırım Avrupalıların en çok hoşuna giden söylemi de, onları Suriye sorununun çözümünde masaya davet etmiş olması. Bu talebiyle ne yapmaya çalışıyor? Avrupa'nın kol kanat gerdiği PYD'yi kurtarmaya ve bir PYD devletini kotarmaya mı? Bir anlayabilsem. Bazen benim de beynim yanıyor. Bunları, Türkiye'nin bir belediye başkanına kondurmak zor geliyor.
Nasıl bir belediye başkanı, kayyım atamalarını eleştirirken, PKK teröründen bahsetmez? Avrupa değerlerini sembolleştirip Avrupa ailesini içselleştirirken, Avrupa'da yükselen, Türk ve Müslüman düşmanlığına karşı, parlamenter dostlarından destek istemeye nasıl gerek bile duymaz? Dedim ya insanın beyninin yanası geliyor.
İmamoğlu'nun Strazburg konuşmasından sonra bir kez daha ve çok çok iyi anladım ki, İstanbul Belediye Başkanlığı İmamoğlu için sadece bir basamak. Belli ki, İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu'nu anlaştırdılar. İmamoğlu, CHP Genel Başkanlığı'na aday olmayacak. Kılıçdaroğlu da ölümüne, İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanı adaylığını destekleyecek. Merak ettiğim, bu denklemlerde İyi Parti'nin, SP'sinin nerde duracağı. HDP'nin duracağı yer belli de… Ve daha çok merak ettiğim Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ne düşünüyor?
11.11.2019 23:16:06