GARİP  SERÇE

GARİP  SERÇE

Göre kariyesi sakini rençber Ahmet’in askerlik yoklaması zamanı gelmiş de geçmişti.

Niğde Sancağı Askerlik Şubesi Reisliği  buyruk üstüne buyruk gönderir Nevşehir Kazası Jandarma Bölük Kumandanlığına.

Ahmet izini kaybettirmek ister. Daha yeni gelin getirmişlerdir eve. Pek korkmaktadır askerlikten, harplerden.

 Çevresindekiler anlatırlar. Gidenler geri dönmemiştir.

‘’ Senin dayın Dömeke’de ödü.’’

‘’ Senin amcan Hudeyde asileriyle çarpışırken şehid düştü.’’

‘’ Komşun Mehmet’in babası Plevne müdafaasında Rus kurşunlarıyla öldü.’’

‘’ Komşu Güvercinlik’ten Selami, 93 Harbinde Ardahan’da şehid oldu.’’

‘’ Komşu köy Zile’den Ali, Şıpka Geçidi’nde şehid düştü. ‘’

Geri dönenler de adları gazi olsa da, yarım adam olarak yaşamaktadırlar köyde.

Ahmet izini kaybettirmek için dağ bayır geziyor; genç karısını da yaman özlüyordu.

Bir gün Kızılırmak’ın kuzeyine geçiyor; Hırka Dağı eteklerindeki köylere sığınıyor; ertesi gün Suvermez’e ulaşıyor; sonra Topuz Dağı’na tırmanıyor; Soğanlı Dere ‘de Başköy’de Rum ailelere konuk oluyordu.

Yıl 1315…

Ahmet, ne kadar tehlikeli olduğunu bilse de, bir gün dayanamadı. Babasının evinin bir göz damında yatıp kalkan karısının yanına  gece yarısı girdi gizlice.

Yüklükten yatak yorgan indirilmiş, yunak hazırlanmıştı. Hayattaki ocakta su ısıtmak için ateş yakılsa,tehlikeli…Soğuk suyla yunmaya razılar artık. Yaz günü, serin ılık arası bir gece…

Ahmet mutluydu Gülbahar’ın koynunda. Umurunda değildi evi gözaltında tutan candarmalar.

İki Karadeniz uşağı baskın yaptı birdenbire. Ahmet , ayağında tuman, Zaloğlu Rüstem Pehlivan örneği pek kızdı bu saldırıya. Candarmalar çıldırmışçasına yüklendi. Ahmet karşı koydu. Kendisi de şaştı cesaretine. Sevişmesinin yarım kalmasına yanıyordu. Candarmalar ağır sözlerle sövüyordu Ahmet’e, karısına, ana babasına. Ahmet, eline geçirdiği meşe sopasıyla veryansın etti candarmalara. Tüfenklerini de aldı, dolaba koydu. Candarmalar kurtuluşu kaçmakta buldular. Bozulaya bozulaya sabaha doğru Nevşehir Kaza Merkezi’ndeki karakollarına sığındılar. Silahlarını bir suçluya teslim etmiş olmanın ağır utancıyla…Birlikteki diğer askerlerin, küçük zabitlerin alaylarına zorlukla dayanarak.

Kumandan candarmaları hücreye koyarak cezalandırdı. Niğde’ye telgraf çekerek olayı bildirdi.Çünkü bu bir vak’a-i adiye değildi. Bir köylünün askerlere saldırması, silahlarına el koyması bağışlanamazdı.

Candarmalar hakkındaki kararı, yargılamak için gelecek askeri hakim verecekti.

……………..

Köy kahyası Kofalakoğlu Hüseyin Çavuş…Bir Hitit filozofu gibi, bir Anadolu ermişi gibi, bir insan sarrafıydı.

Olayı öğrenince, pek sevdiği Ahmet’i nasıl kurtarırımın derdine düştü. Daldı gitti. Hemen sabah Nevşehir’e at sürdü. Eyerdeki halı heybenin gözlerinde ağ pakla kurusu, bir çömlek katı pekmez, yağlısından bir çömlek yoğurt, elma-armut hakı, kuru üzüm  ve Göre çörekleri vardı.

Kumandan Niyazi küçük zabitti. Hüseyin Ağa’yı tanırdı. Ziyaretin nedenini hemen anladı elbet.Hiç aşağıdan almadı. Heybenin içindekiler mutfağa götürülürken, onlar içerde yarenliğe başladılar.

‘’ Hüseyin Ağa, sen görmüş geçirmiş bir adamsın. Tecrübelisin. Devlete asker lazım. Böyle bir devirde asker kaçaklarına kol kanat germen senin için iyi olmaz. Ahmet’i bul, getir, bize teslim et! Aramız açılmasın !..’’

Hüseyin Ağa tütün tabakasını çıkardı. Ortaya koydu. Birer sigara sardılar. Yaktılar.

Kumandan merakla bekliyordu, ne diyecek Göre’nin kahyası.

‘’ Neferlerim şimdi gene sizin köyde, Ahmet’in babasının evine gözlüyorlar. Oylu Dağı’nda meşelerin arasında, ellerinde dürbünle bekleyenler de var. Sen ikna edersin. Ahmet bizi yormasın. Gelip teslim olsun.’’

Hüseyin Ağa sigarasının dumanını dalgın dalgın seyretti. Sonra ağır ağır konuşmağa başladı.

‘’ Hazreti Süleyman cümle hayvanların dilinden anlarmış. Bir gün onları içtimaya çağırmış.  Bütün kurt kuş, börtü böcek toplantıya geldiği halde bir çift serçenin gelmediği görülmüş. Hazreti Süleyman pek merak etmiş, hem de kızmış. En güçlü, babayiğit neferlerinden ikisini, gidin bakın, emrime niye karşı koyuyorlar. Niçin toplantıya gelmiyorlar, demiş. Neferler gitmişler serçeleri bulmuşlar. Cilveleşip sevişiyorlar, arada şen şakrak ötüşüyorlarmış. Neferler serçeleri bir süre izledikten sonra Hazreti Süleyman’ın buyruğunu tebliğ etmişler. Erkek serçe birden celallenmiş. Bağırmış neferlere:

‘’ Gidin o Süleyman’a söyleyin. Varırsam yanına, ayağımın altına alır, ezerim onu! ‘’ demiş.

Neferler bir söz etmeden dönüp gelmişler Saray’a. Olup biteni anlatmışlar. Hazreti Süleyman dikkatle dinlemiş, anlayış göstermiş , o bir çift garip serçeyi bağışlamış. ‘’

Küçük Zabit kumandan dikkatle dinliyordu Kahya’nın anlattığı kıssayı. Gözleri yaşarmıştı.

‘’ Anladım Hüseyin Ağa, anladım, ‘’ dedi.

İkisi de ayağa kalktılar; kucaklaştılar…

……………….

Ertesi gün Ahmet’i getirip teslim etti Hüseyin Ağa. Dayak yemeyecekti. Kumandan namus sözü vermişti. Ahmet,  asker olarak vatan hizmetini yapacaktı…

……………

Göre Kahyası (muhtar) Kofalakoğlu nam sülaleye mensup İbrahim oğlu Hüseyin Ağa benim dedemdi.