GELİBOLU YARIMADASI SAVAŞLARI ve ANZAC’LAR
'' Bu memleketin topraklarında kanlarını döken
İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hindli kahramanlar !
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar !
gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır.
Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra,
artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.''
Mareşal Gazi Kemal Atatürk.
........................................
1978 Şubat. Ürgüp Lisesi öğrencileri güneşli bir kış gününün tadını çıkarıyorlar.
İki ders arasında, yüzlerini güneşe çevirmişler, söyleşiyorlar.
Kimi öğrenciler mutlu; çünkü beden eğitimi dersini okulun avlusunda yapacaklar.
Meraklı bakışlarla bir hanım, kızıl saçları güneşte yalp yalp ıpıldayarak okul bahçesine giriyor.
Öğrencilere gülümseyerek '' Good morning !'' diyor.
Çocuklar, gençler karşılık veriyorlar gülüşerek. Merakla izliyorlar: ''Kim bu ?''
Okulun hademesi Hayri Ağa,turistlere alışkın.
'' Well come miss, well come lady'' diyor.
Güzel genç kadın gülümseyerek elini uzatıyor Hayri Ağaya. El sıkışıyorlar.
'' Müdür...Boss, principal...I want to visit him.'' diyor.
'' Müdür yok amma, buyur Öğretmen Odası'na. Orda hocalarla konuşabilirsin,'' diyor hadememiz. Kadın anlamasa da onun dediklerini, önüne düşen topluca adamı izliyor.
Birinci katta öğretmenler Odasına giriyorlar. Hayri Ağa ''buyur'' ediyor. Kadın içeri giriyor.
'' Good morning teachers !'' diyor gülümseyerek. '' I am Sylvia Frame from New Zealand.''
Ben karşılık veriyorum. Arkadaşlara anlatıyorum konuğumuzun söylediği sözleri. Ben de önce kendimi, sonra da arkadaşların adlarını, hangi dersin öğretmeni olduklarını anlatıyorum.
Oturuyoruz. Nöbetçi bir kız öğrencimiz çay getiriyor. Önce konuğa armağan ediyor. Yanında bir tepside poğaça, börek,simit...Turist konuğumuz mutlu, '' Oooo! Wonderful, wonderful! '' diyor.
Fakat bir durgunluk var konuğumuzda. Tutuk. Sanki dokunsan ağlayacak...Gözleri ıslak ıslak. Gözyaşı dökmeğe hazır. Yavaştan başlıyor anlatmağa. Ben arkadaşlara çeviriyorum.
'' Ben, sosyal bilgiler eğitmeniyim. Gallipoli War gazisi Stefan Batory'nin torunuyum.''
Arkasını getiremedi. Anlamıştık.
Türkçe öğretmeni Osman Aydoğan konuştu : '' Bu odadaki herkesin dedesi Çanakkale Savaşlarında ya şehid olmuştur, ya gazi olarak dönmüştür doğduğu topraklara. Sizi, sizin duygularınızı iyi anlıyoruz.'' Duygu yoğun dakikalar yaşıyorduk.
Çayından bir yudum aldı.
'' Dedem aslında Polonya göçmeni. Sizin tarihinizde Lehistan olarak adı geçiyormuş. Osmanlı, Lehistan'ın toprak bütünlüğüne hep saygı göstermiş, ayaklanan ulusal kahramanlarımızı Rus çarlarına teslim etmeyip mülteci olarak kabul etmiş. Bizim sizlere hiç düşmanlığımız yok. Britanya emperyalizmi Avustralya'ya yerleşmiş olanları da, Yeni Zelanda göçmenlerinin gençlerini de gemilere doldurup Gelibolu Yarımadası'na çıkardı. Biliyorsunuz bu askeri birliklere genel ad olarak ANZAC adı veriliyor. Dedem gözleri görmez, bir bacağı kopuk olarak...''
Tıkandı yine... Konuşamadı...Ağlıyordu...Çayını tazelettik. Bizlerin de gözleri yaşarmıştı. Zorlukla sürdürdü.
'' Dedem 1965'te ölmeden önce, torunlarından Türkiye'ye gitmesini, savaş alanlarını gezmesini istedi. Babam, amcalarım yapamadı, ama ben bu ziyareti gerçekleştirdim. Buruk bir mutluluk duyuyorum bundan. Gururluyum. Biz Yeni Zelandalılar Gelibolu Savaşları'nda komutan olan Kemal'i de kendi ulusal kahramanımız sayarız. Ders kitaplarımızda O'nun ANZAC şehidleri için söylediği sözlerin yer aldığı metinler vardır.''
Derse girmem gerekiyordu. Anlattım, acaba O da gelebilir miydi ? Kabul etti. Gözyaşlarını sildi. Dersliğe girdik. Öğrenciler ayağa kalktılar. Konuğa merakla baktılar. Anlattım. '' Fırsat eğitimi''...Dersimizi Yeni Zelanda konusunu işlemeğe ayırdım. Duvarda bir dünya haritası vardı. Yeni Zelanda pek küçük kalıyordu, taa dünyanın öbür ucunda...Sylvia Hanım kendi ülkesini anlattı. Çevirerek aktardım öğrencilerime. Sonra 1915 Cehennemi'ne geldi sıra. Bu kez kendini tuttu. Duygulu bir ses tınısıyla,ama yine gözlerinde yaşlarla dedesini, Türk askerlerinin civanmertliğini , yiğitliğini , Londra'dan verilen buyruklarla yönetilen savaşın anlamsızlığını , dedesinden dinlediği sözlerle anlattı. Öğrenciler sorular sordu, yanıtladı. Duvarlardaki resimlere, haritalara, yazılara baktı, tek tek inceledi. Pencereden göründüğü kadarıyla Ürgüp'ü seyretti.
'' Sevgili gençler,'' dedi gülümseyerek. '' Şu anda, Yeni Zelanda'da hangi mevsim var ?'' dedi. Öğrenciler yanıtladılar. Doğru. Bizde kış, güney yarımküresinde yaz...Nitekim Sylvia Hanım yaz dinlencesini değerlendirerek gelmişti ülkemize. ANZAC’ın açılımını sordu. Bir öğrendim bildi : Australian and New Zealand Army Corps…Gözlerindeki ışıltıdan anladım; Sylvia Hanım, öğrencilerimizin genel kültürünü beğenmişti.
Tebeşir aldı eline. Gazi Atatürk'ün ANZAC şehidleri için 1934’te ( Savaşlardan 19 yıl sonra ) söylediği duygulu sözleri, ezbere, ingilizce olarak yazdı. Öğrencilerime göz ettim. Defterlerine yazdılar tahtadaki sözleri . Ben de çantamdaki fotograf makinamı çıkardım ; konuğumuzla birlikte yazı tahtasındaki güzel sözleri objektifle kaydettim.
‘’Those heroes that shed their blood and lost their lives…
Yor are now lying in the soil of a friendly country.
Therefore rest in peace.
There is no difference between the Johnnies and the Mehmets to us where they lie side by side here in this country of ours.
You, the mothers who sent their sons from faraway countries,
Wipe away your tears; your sons are now lying in our bosom and are in peace.
After having lost their lives on this land they have become our sons as well. ‘’ (1934)
……………………..
Ürgüp. 10 Mayıs 2019