HAMAM TARTISI
“ Zaten tarlayınan, bağınan,bahçayınan arası iyi değildi. Köy kızı kurtulmak için hep, memur olsun ister kocası. Olsun da küçük memur olsun. Bizimki de dal gibi bir kızdı. Doğuda görev yaptığım okulların bazılarında lojman da vardı. Yanı yöresi bahçe. Ha bi toprağa bi şeyler ek; çapala, sula. Ne gezeeer…Bıkmış…Giderek rahatlıktan kilo almağa başladı. İki çocuk doğurduktan sonra taştı, köpdü. Yıllar böyle geçti. Yaz tatilinde babamın evine dönünce, konu komşu imrenirdi bizim hanıma. “ Nası iyi olmussuuun! İraatsın da ondan. Yaramış sana memur goca! “ Anasının evinde de böyle beğenirlermiş.
Zaman oldu. Emeklilik hakkını kazandık. Bizim oğlanlar da artık İstanbul’da fakültede okuyorlar. Köyde hisseme düşen ne varsa, bağ, bahçe, tarla tapan hepsini sattım. Elime geçen parayla , laz müteahhitlerin apartman yaptığı yerden, Pendik’ten bir daire aldım.
Çocuklar yanımızda olunca hanım da pek mutlu oldu. Ben de öyle. Rahatımız kralda yok.
Neyse, lafı uzattık, bir gün hanım dedi ki bana.
“ Herif ! Git de pazardan bi hamam terazisi al !”
Meğer, farkına varmış aşırı kilolarının. Zor nefes alır olduydu. Rahat yürüyemiyordu.
Gittim hiç üşenmeden. Taa Kadıköy’e. Gezip dolaştım. Baktım, piyasa araştırması yaptım. Ucuzundan bir tane aldım. Karton kutusunun içinde, koltuğumun altına aldım, gururla taşıyorum. Sıcak bir gündü. Yorulmuşum. Bir kahvehanenin önüne çöktüm. Bir gazoz içtim. Sonra düşündüm ki, bu terazi sanki çok mu önemliydi? Niye aldım ki?
Bir hesaplaşma…Pişman olur gibi oldum. Gazoz içince kafam daha mı iyi çalışmağa başladı ne, “ Oğlum Niyazi !” dedim, kendi kendime “ Aklını kullan.” Ne yapmalı da bu terazinin parasını çıkarmalı. Baktım bir gezgin satıcı föter satıyor. O zaman da kafada saç yok. Kafama güneş geçebilir. Aldım saman renkli bir föter. Sonra, bir dükkandan ucuzun ucuzu bir güneş gözlüğü aldım. Donanım tam. Oğullarım beni görseler tanıyamazlar. Sonra, gençlerin, askerlerin girip çıktığı bir kahvehanenin yazlık bölümüne oturdum. Teraziyi kutusundan çıkardım. Bekledim. Bir çay istedim ki, burada niye oturuyorsun demesinler. Öğrenciler geldiler. Sormadılar bile. Ardı ardına tartıldılar. Paralarının üstünü vereyim dedim, almadılar. Allah Allaaaah! Yav bu ne iş. Karlıymış. Biraz sonra iki asker geldi. Belli ki hemşehri.
“Lan gel bi tartılak. Kışlaya teslim olmadan önce 65 kiloydum. Bakalım şimdi kaç oldum ?”
Tartıldı.
“ Oooo ! 70 olmuşum lan.”
Öbürü kahkahalarla gülerek yanıt verdi.
“ Tabii ooolum ! Sarfiyat yok ya, ondandır. Ya deyilse, ne yiyorsun da etleneceksin ? “
Para verdiler. Bunun , tartılmanın bedeli nedir, bildiğim de yok ha. Ne verirlerse hesabı.
Keyifli işmiş.
Hem de vakit geçirmek için, insanları gözlemek için de hoş.
Neyse, lafı uzattık.
O gün, hemen dönmedim eve.
Ortalık kararıncaya kadar terazi epey insan tarttı. Bana epey para kazandırdı.
Ödediğim tüm para daha ilk günden çıkmadı, amma, bir hafta içinde terazi kara geçti.
O akşam eve döndüm. Hanım, baktı, ayak izleri var aletin üstünde ; bozuldu.
“ Heriiif!” dedi. “ Kullanılmış terazi mi aldın yoksa.”
Anlattım olup bitenleri. Güldü. Göbeğini hoplata hoplata güldü.
“ Aferin Niyazi Bey ! Emekliye ayrıldıktan sonra akıllandın sen ! “ dedi.
Cebimden çıkardığım bozuklukları da verince, daha mutlu oldu.
İşte böyle Emrullah Hocam ! İstanbul’da yaşayan Erkani Harp oluyor valla.Başka yolu yok.”