İZZEDDİN EL-KASSAM

İZZEDDİN EL-KASSAM[1]

İnsan doğar, büyür ve ölür. Bu yaratıcının değişmez kanunudur. Bizler, O’nun bildiği bizim bilmediğimiz hayatımızı, bize emanet edilen ömrümüzü doldurmaya çalışırız.

Geçmişimizde, yaşamakta olduğumuz hayat serüvenimizde, kimimiz başkalarına örnek olacak hayat sürdürürken; kimilerimiz de neden var olduğunu dahi bilmeden, rüzgâr önündeki gazel misali hayatını yaşar ve sonlandırır.  

Birçoğumuzun duyduğu, buna mukabil çoğunun da bilmediği birinden, bir vaizden bahsetmek istiyorum. İzzeddin el-Kassam.

Kassam’ın doğduğunda İslam beldelerinde zulüm adeta ete kemiğe bürünmüş sağanak sağanak mazlumların üstüne yağıyordu. Onun gerek doğduğu şehir gerek çevre iller ve özellikle de tebaası bulunduğu Osmanlı Devleti zor zamanlar yaşıyordu.

Kıyamı ilke edinen İzzeddin el-Kassam, Müslümanlar için nerede bir sıkıntı varsa oradaydı.  Bütün bu olumsuzluklara rağmen medrese hocalığının yanı sıra Kadirî şeyhliği de yapan babası, onu en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştı. İlk hocalığını kendi yaptı. Daha iyi eğitim alması için de el-Ezher’e gönderdi. Üstün kabiliyete sahip olan İzzeddin, kısa zamanda seçkin talebeler arasına girdi. Diğer taraftan Ezher’in tanınmış hoca ve talebeleriyle tanıştı.

Müslümanların hamisi, cihan devleti Osmanlının zayıflamasını fırsat bilen Batılılar, dört bir koldan saldırıya geçtiler. “Bu yolun mağlubu olmaz.” düsturundan hareketle o da düşmanın bu saldırılarına karşı, “Ben bir kişiyim ne yapabilirim ki.” diyerek bir köşeye çekilmedi. Olanları seyre dalmadı. İkna ettiği arkadaşlarıyla gidebildiği bütün cephelerde canla başla mücadele etti.

Libya: Tıpkı Aslan yaralandığında çakalların üstüne çullandığı gibi Batılılar da Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasından faydalanarak dört bir koldan saldırıya geçtiler. Zor anlar yaşanıyordu. İşgale maruz kalan bölgelerden biri de Libya’ydı.

O büyük mücahit, bulunduğu yere olan uzaklığını dikkate almadan derhal harekete geçti. O “Müslümanlar bir zincirin halkaları gibidir.” kutlu sözünün ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Bu sebepten İtalyanların Libya’yı işgale kalkıştığını duyunca, topladığı bir grup arkadaşıyla cihat için oraya gitti. Maalesef, verilen dillere destan mücadeleye rağmen Libya İtalyanlar tarafından işgal edildi.  

Suriye: Tekrar ülkesine döndü. Çünkü Suriye de Fransızlar tarafından işgal ediliyordu. Bir araya geldiği arkadaşlarıyla işgalden kurtarmak için büyük çaba gösterdi. Çabası netice verdi. Verilen mücadele sonunda Fransızlar çok zayiat verdi, zor durumda kaldı. Bunun üzerine İzzeddin Kassam’ın yakalanması halinde idam edilmesine karar verildi. O da ülkeyi terk etti.

Osmanlı: Osmanlı, muhtelif bölge ve şehirlerden gelen yardım taleplerine yetişemiyordu. Ne askerî ne de iaşe, ibate yardımında bulunamıyordu. Bunu gayet iyi anlayan İzzeddin, Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlıya gönüllü asker olmak için kayıt yaptırdı. Osmanlı ordusunda bir müddet imam olarak görev yaptı. Daha sonra ayrılarak aktif cihada devam etti.   

Filistin: Fransızların verdiği idam cezasını da dikkate alarak ülkesinden gizlice Filistin’in Hayfa şehrine geçti ve oraya yerleşti. Hayfa’ da bir taraftan ilimle meşgul olurken, diğer taraftan da İngilizlerin kurmaya çalıştığı Yahudi devletine mâni olmaya çalıştı. Amansız mücadele etti.

Maalesef her dönemde, her zaman, her yerde olduğu gibi, kendi içlerinden birinin ihaneti ve ihbarı yüzünden beş yüz kişiden oluşan özel teçhizatlı İngiliz askeri bulunduğu yeri kuşattı. Yaklaşık on dört arkadaşıyla şehit oluncaya kadar çarpıştı. Akşam başlayan vuruşma ertesi gün öğle vaktine kadar devam etti.

Tüm bunları yapan, bir vaizdi. Anlaşılan o ki; yapmak isteyene iş, söylemek isteyene söz, yazmak isteyene kalem ve kelam hep olduğu gibi; yapmak istemeyene de her zaman ve her daim mazeret vardır.

Çok sevdiğim bir söz vardır: “Biz zaferden değil seferden sorumluyuz.” O büyük mücahit seferini yaptı. Göreceli olarak dünyada zafer kazanamamış olabilir. Ama bugün hak-batıl mücadelesinin verildiği topraklarda onun ismi yaşıyor.

Filistin’le ilgili haber dinleyen, makale veya kitap okuyan hemen herkes ‘İzzeddin El-Kassam Tugayı’nı duymuştur. İşte bu tugay, ismini bu mütevazı ama kararlı Müslümandan, vaizden aldı.

Yahudilere karşı 75 yılı aşkın bir süredir varlık mücadelesi veren Filistinliler, 1980’den sonra mücadelelerinin askeri kanadına bu ismi verdiler. “İZZEDDİN EL-KASSAM”[2]

Ahmet Belada


[1] “Taksim eden, bölüştüren” manasına gelen kassam, “vefat eden kimselerin terekelerini taksim eden şer’î memura denir.” Bunlar, ikinci derecede memur olup, hâkimin yardımcılarıdır.

[2] Öncü Şahsiyetler, Koray Şerbetçi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.