Kara Tren
Dumanları göğe yükselen kara tren.
Güneş doğarken ve batarken yılan misali kıvrılan raylardan ağır ağır geçer. Güttüğü onlarca koyun ve keçi ile uzun uzun seyrederdi trenin gidişini. Karabaş ise acı acı ulurdu ardından trenin. Günler aylara aylar da yıllara devrilirdi.
İçinden ona seslenen güçlü haykırış şimdilerde yalnızca bir fısıltıdan ibaretti “Ardına bakmadan git.” Öyle çok hayali ve umudu vardı ki: Dağların, ovaların ardında olan gerçek hayatı tanımak ve yaşamak. Fakat o, hayali bir ip ile hiç vermeyen elma ağacının kurumuş gövdesine bağlıydı sanki.
Ne konuştuğu anlaşılıyor ne de gördüğü görülüyordu. Bomboş mağarada bağırmak gibiydi onun için anlatmak yalnızca yankısının karşılık verdiği iletişim. Yalnızlığın ve anlaşılmamanın kayaları altında bıraktığı kalbi çaresizce çırpınırken yüzünde oluşan tebessüm kendini hapsettiği bu karanlık içindi. Yaşantısı ona bırakılan koyunlar ve keçilerin arasında aynı dili konuşmamaya nasıl tamah olmuştu? Karabaş olmasa tek dostu bile olmayacaktı şu küçücük dünyada.
Toprağın içerisinde hücrelerine ayrılırken ondan bir parça taşıyan yaprakların dağların ve ovaların ardına savrulmasını diledi. Kara tren son kez ağır ağır geçerken elma ağacının önünden uzun uzun öttürdüğü kornası ile ilk kez selamladı onu. Onun hiçliğini.