KARI , DARI

KARI , DARI

Avanoslu Selim ile Acıgöllü Ali asker arkadaşı.

Nevşehir pazarında karşılaştılar. Kucaklaştılar.

Askerlik biteli onbeş yıl olmuş. Yılda birkaç kez buluşurlar.

Dostlukları sağlam, iyi.

Oturdular bir çayevine. Hava sıcak…Gazoz ısmarladılar.

Yavaş yavaş içtiler bardaktaki gazlı,  geğirten suyu.

Selim dertliydi.

“ İşler iyi gitmedi be Alim. Ziyaret Dağının yamacında su çıkan yerde bi bağımız vardı. Harap galdı. Omcaları söktük. Biriketten bir dam çevirdik. İçine sağmal inek goyduk. Niyetimiz mandıracılık yapmak. Meğer ne zorumuş yav. Amma gabahat bende. Be adam, senin baban da mı mandıracıydı? Sütü peynir yapıp pazarda satacaktık. Kıyısından köşesinden yapmağa da başladık. Amma, bizim avrat orda galıyor,işi çekip çeviriyor . Amma evde düzen bozuldu. Yeme içme işi iyice galdı. Soğan ekmek…Bi tas çorbaya hasret galdık Nedeciyik bilmem gardaş!”

Ali başladı anlatmağa:

Bizim de sizden geri kalır tarafımız yok Selim gardaşım. Dobada’ya bi dükkan açtık.

Güya turist gelecek de bizden halı kilim alacak. Epey borçlanıp aldıydık bi şeyler. Amma velakin turist gelmiyor arkadaş. Fırt geçiyor, Göreme’ye gidiyor. Dobada’nın, Acıgöl’ün eti ne budu ne? Soona turist taa Gonya’da gıstırılıyor. Sultanhanı, Aksaray…Nevşehir toprağına girdikten sonra da çok sıkıştırıyorlar. Dirken ne yapak, ne edek; biz de Erdaş Dağında

dedelerimizin zamanındaki gibi goyun, geçi besleyelim didik. Gurban bayramı arifesinde satarık da elimize para geçer. Aklımızca turistik dükkandan gazanamadığımızı oradan gapadacaaz. Ne gezeeer!…Bizim de düzenimiz  bozuldu. Avrat orda, iki gızım yanında. Oğlan dükkanda. Her gün de lokantada yimek yinmez ki…Aynı senin gibi bi tas çorbaya hasret galdık valla.”

Merkez Ortaokulu matematik öğretmeni Mustafa Kır, kulak misafiri olmuş, dinliyordu yarenliği. Ayağa kalktı. Selim’in sırtına, Ali’nin omuzuna  dostça  vurdu, tapışladı. Gülümsedi.

Eeee, ağalar! Atalarımız ne demişler! Yaylada karın varsa  ırmak boyunda darın olmaaaz!”

…………………..