1959-60 Ders yılı...
Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokul (MGO) öğrencileriyiz.
Kasımın ilk haftasında başlayan kar taa Nisan ayı başlarına değin sürerdi. Bıktırıcı bir kar tutsaklığı yaşardı Nevşehir halkı. Daha yeni yeni turuncu renkli Nafia (Bayındırlık) Müdürlüğü yolaçarları, yoldüzlerleri (Menderes’in devesi) geliyor, yolların karını temizliyordu.
Kış ortası. Yarıyıl dinlencesi yaklaşıyor. Sevinçle bekliyoruz o günleri. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bir algı var bizde. Hele bir gelsin de o günler, değerlendirmeyi düşünürüz...
Sabah erkence yola düşmüşüz...Göre Çayı Koyağında acımasız bir yel esiyor.; kar bulut bulut savruluyor.  Yol iz belli değil. Esen yel gözümüzü yaşartıyor. Gözyaşımız donuyor; canımız yanıyor. Geri dönmek yok.  Anamın betimlemesiyle ''ilahne'' gibi giyinmişiz, sarınıp sarmalanmışız. Ayaklarımızda yün çoraplar var , cizlavit ( Gislaved ) lastik çizmenin içinde...Fakat soğuk girecek yer buluyor. 12-15-18 yaş öbeğinde çocuk-gençleriz.
Şimdi Nevşehirli arkadaşlarımız evlerindedir hala. Uyuyanlar da vardır. Çorbasını içenler, belki ivecen ivecen dünden yarım kalan bir ödevi tümlemeğe çalışanlar...Yola düşenler de olmuştur. Ya köylerden gelip de tek bir odada, buz damı gibi yerlerde yaşamağa çalışanlar...Kızılcin köyünden arkadaşım Alaaddin Sırakaya ve digerleri...Taa Kozaklı'dan, Derinkuyu'dan, Acıgöl'den, Ürgüp'ten Hacıbektaş'tan , Avanos'tan, Gülşehir'den gelip de ''it bağlasan durmaz'' odacıklarda, pis kokulu, küf kokan izbe yerleri kiralayan çocuklar, genç adayı öğrenciler...Onlar bize imreniyorlar. '' 4-5 km yürüseniz de, akşam eve varınca ananızın pişirdiği tarhana çorbasını içebiliyorsunuz. Sizin durumunuz bize göre iyi,'' diyorlar.
Onlar bir '' mucize''yi gerçekleştiriyorlar.
Biz yine dönelim yolumuza...
Muhacir mahallesinin evleri altındayız. Daha epey yol var. Hüseyin diyor ki : '' Ortaokulu niye öyle uzağa yapmışlar! Şurada olsaydı da hemen girseydik.'' diyor.
'' Vaziyet kötü,'' diyorum..Dudaklarım keçeleşmiş gibi. Söyleyişim değişik. Sözcükleri tam söyleyemiyorum . ''Sanki donacak gibiyiz.''
Annem, babam , Osman Amcam uyarırdı bizi ...'' Baktınız ki,uykunuz geliyor; koşun, bağırın çağırın, haykırın, yumruklaşın, döğüşün! Kendinizi bırakırsanız donar , ölürsünüz.''
Öğretmen Ahmet Dayım : '' Boyun atkınızı, bel kemerinizi çıkarın sürüyün! Olur ya, önünüze aç kurtlar, canavarlar çıkabilir. Biraraya gelin, birbirinize sarılın, böyle  müdafaa edin kendinizi.''
Elimizde yün eldiven var da, parmaklarımız karıncalanıyor. Çantamın ağırlığını duyumsayamıyorum.
'' Hüseyin, donuyor muyuz ne? ''
Cemal'in sesini zor işitiyorum: '' Ölülerimizi bulunca kim ağlar acaba?''
Muharrem gülüyor : ''Ne ölmesi lan, hadi dayanın, az kaldı .Okulumuza varalım gayri.”
Sami destekliyor : '' Ha gayret ! Az kaldı.''
Canlanıyoruz. Ana babalarımıza, sevenlerimize acı çektirmeğe hakkımız yok.
Dayan, diren, yürü !
Beldeye girsek de esen yel zulmetmeye devam ediyor. Bazı evlerin bacasından duman çıkıyor .
Halil diyor ki : '' Şimdi sobası gürül gürül yanan bir oda olsa, şöyle güzel bir çay içsek...''
Bir adım atıyoruz. Yarım metre geri gidiyoruz. Yeller güçlü.
Yürü yürü! Sokaklarda bizden başka kimse yok.
Sonunda Çarşı'yı geçip okulumuza varıyoruz. Herkes kendi sınıfına dağılıyor.
Kapı önünde üstümüzdeki karları temizliyoruz.
Dökülen kar hemen suya dönüşmüyor, çünkü içerisi de sıcak değil, ılık da değil.
Dersliğe giriyorum. Yüzüme bir sıcaklık çarpıyor. Çünkü odun sobası yakılmış.
Soba kuşatılmış kentli arkadaşlarla. Konuşup gülüşüyorlar.
Tarım Bilgisi Dersi...Öğretmeni ilkokuldan gelen Esat Taşçı. Bana dik dik bakıyor, gözleriyle izliyor sıraya oturmamı.
Bekledim : '' Üşümüşsün. Gel, sobaya yaklaş da ısın,''
Pantalonumun dizlerindeki karlar suya dönüşmüş, bacaklarımı üşütüyor,titriyorum.
Saatine baktı : '' Göreli.'' dedi.'' Tam 8 dakika geç kaldın.''
Geç kalmışız. Sanki kıyamet koptu.  Öğretmene bakıyorum. O,cep saatini yelek cebine koydu,bana baktı, sinirli bir gülüşle :
'' Kalk tahtaya! '' dedi.
Kalktım. Ne sordu tam anlayamadım.
Odanın sıcaklığında gevşemişim. Dudaklarımı oynatamıyorum. Öğretmeni, arkadaşları dalgalı dalgalı görüyorum, hayal meyal. Acaba uyumak üzere miyim ?
Sözlü sınav güya. Görüyorum, soba başındaki arkadaşlar hala yarenlikteler. Onların tuzu kuru.
Esat Bey'in sanki çiftçi çocuklarına alerjisi, hatta düşmanlığı var. Acaba, geçmişte bir köyde görevliyken bir kötülük mü gördü, yaşadı ?
Esat Bey yine cep saatine bakıyor...
Bulanık, flu görüyorum her şeyi.  ''Otur,'' buyruğunu duyuyorum. zorlukla birkaç adım atıp sırama çöküyorum. Yorgunum...Sınavda (!) başarısız da olunca tüy dikiyor...
..............................
Bir hafta sonra bahar dönemi bitiyor. Yarıyıl dinlencesi başlıyor. Karnemizi dağıtıyor okul yöneticileri. Bütün derslerim iyi. Tarım Bilgisi dersim zayıf...Köy çocuğuyuz, yıl 12 ay çiftçiyiz ya, başarısız olmamız olağan değil mi ?
............................................................ 25 Aralık 2000 ........................................