KARPUZUN TADI, KOKUSU
Arkadaşım Kemal Söğüt anlatıyor.
‘’ Ben bir kamu bankasında memurum. Hanım da PTT’de görevli. Aysel… Orta gelir düzeyinde bir aileyiz. Yoksul sayılmayız; ama varsıl da değiliz.
Bir oğlumuz var ilkokula bu yıl başladı. Kızımız daha beş yaşında. Yaşam onlarla güzel. İkisi de dünya tatlısı. Sevildiklerinin bilincindeler. Geleceğe gülümseyerek bakıyorlar.
Dün, çarşıda kızımla yürüyorduk. Onu babaannesine bırakıp bankama gidecektim. Manavın önünden geçerken, baktım futbol topu büyüklüğünde karpuzlar ışıl ışıl, gökçe gökçe , güneş altında parlıyorlar.
Anladı imrendiğimi manav Bekir.
‘’ İran karpuzu bunlar Kemal,’’ dedi. ‘’ Dün gece geldi. Çocuk istiyor işte, al bir tane.’’
Kızım ceketimin ucundan çekiyor: ‘’ Alalım babaa! Alalım nooluy !’’
Manav Bekir’e ters ters baktım. Çocuğun yanında söylenir mi bu laf. Mahalle arkadaşım. Sormaya da çekiniyorum. Kim bilir kaç lira tutar. En az iki, üç kilodur.
‘’ Alırız kızım, alırız bakalım.’’
Çocuk yanımda, hem yürüyor, hem dönüp arkasına bakıyor.Gözü karpuzlarda kaldı zavallının.
Babaannesine bıraktım kızımı. Bankaya döndüm. Fakat gözümün önünden gitmiyor karpuz. Çocuğumu sevindirmeliyim, ama nasıl? Kim bilir, ne hoştur şimdi bir karpuz kesip yemek. Keskin bir bıçakla kulpunun biraz altından kapağını yatay keseceksin. Serin bir koku yayılacak odaya. Sonra dikey kesmek için daldıracaksın bıçağı. Dilim dilim. Kütür kütür…Göbeği en tadlı yeri…Orada toplanmış balı. Gözleri ışıl ışıl kızımın; bekliyor. Gözleri parlak parlak oğlumun; bekliyor. Bizler için doyumluk olmasa da olur; tadımlık…Onlar yesin. Bir dilim, iki dilim…Yanında taze pide…Çömlek peyniri…Kızıma bakıyorum, gözleri kayıp kayıp gidiyor; mutlu…Tadına vara vara yiyor. Karpuza katık ediyor ekmeği, peyniri…Oğluma bakıyorum; mutlu…
‘’ Ne o, Kemal! ‘’ diyor Müdür. ‘’ Bu sabah pek dalgınsın.’’
Yanıt vermiyorum. Önümdeki hesap makinasıyla uğraşır görünüyorum. Köylüler geliyor para yatırmak için. Hesapları gittikçe büyüyor. Fransa’dan gelenler için Frank; Holanda’dan gelenler için Florin; Almanya’dan gelenler için Doyçe Mark; İsveç’ten gelenler için Kron hesapları açılmış.
Mayıs ayındayız. Şimdiden gelenler var. 1962’den beri yaban ellerde çalışanlar artık emekli. Yılın bir bölümünü orada, geri kalanı sılada geçiriyorlar. Yasaları öyle yapılmış ki, kazandıklarını çalıştıkları yerde harcasınlar.
Asıl temmuz ortasından sonra, ağustosta artar gurbetçiler. O günlerde işlerimiz yoğunlaşır.
Gözümün önünden ışıl ışıl karpuzlar gitmiyor. Dalgınlıkla bir yanlışlık yapmasam bari. Aman dikkat !
Öğleyin oğlumun okuluna uğruyorum. Öğretmenlerle konuşuyorum. Durumunu soruyorum. Gayet iyi. Mutlu oluyorum. Canım oğlum. İyi bir öğrenim görmesini, iyi bir meslek kazanmasını istiyoruz. Araç gereç, şu bu…Ne gerekiyorsa alırız. Biz karpuz yemesek de olur. Öğretmeni bir gün sözünü etmiş mikroskopun. Evde bize anlattı. Hemen araştırdım, İstanbul’da bir firmaya telefon ettim; gönderdiler. O mutlu olsun da. Biz karpuz yemesek de olur. Televizyonda kendi yaşıtında bir çocuk gitar çalıyordu. İmrendiğini anladım. Ertesi gün telefon ettim İstanbul’a. Kırşehirli Aşık Şemsi Yastıman usta tanıdıktı. Alıp gönderdi. Müziğe yatkın; kulakları iyi. Duyduğunu unutmuyor. Güzel sanatlarla ilgilensin. Biz karpuz yemesek de olur.
Oğlumla birlikte evimize doğru yürürken Manav Bekir’in önünden geçmemek için yolu uzatıyorum. Oğlum, yüzüme bakıyor.
‘’ Burası güneşli oğlum. Güneşte D vitamini var. Mayıs ayındayız. Değerlendirelim, ‘’ diyorum. Gülümsüyor…
…………………….
Akşam evdeyiz. Aysel hazırlık yapıyor. Yemek yiyeceğiz. Kızım, babaannesinde günü nasıl geçirdiğini anlatıyor. Çocuktan al haberi:
‘’ Annee! Biliyoy musun. Gaypuz göydük de babam almadı.’’
Hanım, suçlayıcı bakışlarını bana doğrulttu. Fakat, çocuklarımızın yanında sorgulamaya girişmedi. Anlayışlı kadın.
Tam yemeğimizi bitirdik. Telefon çaldı. Hanım gitti, konuştu. Gülümsüyordu.
‘’ İsveç’ten gelmiş Karainli Kerim. Hanımı Keriman konuştu. Diyor ki, bu akşam, buyurun; bize gelin. Bir de sürprizleri varmış, neyse ?’’
Anladım, servet gösterisi başlıyor. Sürpriz ne acaba ?
‘’ Gidelim baba, gidelim. Kızlayı vay mı? Onun oyuncağı vay mı ?’’
Güzel bir akşam. Serin. Yürüyerek ulaştık Kerim’in evine. Yeni yapılan kooperatif evlerinden iki daireyi alıp, dupleks yaptırmıştı.
Kerim benim ortaokuldan arkadaşım. İlk yıl birlikte okuduk. İkinci sınıfta yoktu. Karain’den gelip gitmek zor. Kasabada bir ev tutulsa Karain’den, Başköy’den, İldeş’ten birkaç çocukla kalsalar , kim başlarında durup, bakacak onlara ?
Askerlik dönüşü bir de öğrendik ki, Kerim de gurbetçi kervanına katılmış; İsveç’e gitmiş, hemşehrilerinin yanına.
Evin önünde yepyeni bir Volvo duruyor. Göz kamaştırıcı. Evin bahçesi çiçekler içinde. Dış lambalar yakılarak, her yer aydınlatılmış. Serin akşam, ya değilse dışarda da oturulurdu.
Kerim ile Keriman. Nasıl da denk gelmiş. Keriman da hanımın arkadaşı mahalleden. Köylüler öyle sanıldığı gibi duruk düşünceli değildir; kasabadan kız almayı, gelin getirmeyi bilirler. Bu ilerigörüşlülüktür. Önünde sonunda ilçe merkezinde yaşayacaklarının bilincindedirler.
Kerim ile Keriman’ın da aynı bizde olduğu gibi iki çocukları var. Büyük kız, küçük oğlan…Hemen kaynaşıyorlar. İsveç’ten gelen oyuncaklar, değişik kalemler, müzik enstrümanları…
Bir güzellik, bir hoşluk…Güleryüz, iltifat…İsveç anıları…Zaman zaman bu dünyadan göçüp gidenlerin haberi üzüntüyle aktarılsa da…
Önce kahveler geliyor…Türk kahvesi değil; değişik kokulu. Daha pek bilinmiyor ülkede. Çocuklara kolalı içecekler, yanında çikolatalar.
‘’ Köyle ilişkiler nasıl ?’’
Anlatıyor Kerim. Fakat, benim aklımda ‘’sürpriz.’’ Nedir acaba?
Mutfaktan başlayıp yayılan bir koku…Tanıdık…Kızım gidip bakıyor. Sonra koşarak yanımıza geliyor.
‘’ Yaşasıııın !’’ ‘’Gaypuz geliyoy, gaypuuuz.’’
Amandı, zamandı, korktuğum başıma geliyor.
‘’ Amca, biliyoy musun. Biz gaypuz göydük de, babam almadı.’’
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çocuk bu, der der…
‘’Yahu Kerim,’’ dedim.’’ Bankaya geç kalmıştım, alamadım, o yüzden.’’
Anladı Kerim. Gülümsedi.
Eşim apal oldu. Tüm sevinci yitip gitti. Durgunlaştı. Bana bakışı suçlayıcı …
‘’ Eee, neymiş sürpriz, bakalım,’’ dedim. Konuyu değiştirmek gerekti.
Çocuklar için tabana bir savan serildi. 4 tabağa birer dilim karpuz kondu. Yanlarında bıçak, çatal. Tertemiz.
Aynısı bize de verildi. Elbet biz koltuklardayız. Yemeğe başlıyoruz. Yılın ilk karpuzu. Adana’dan gelinceye değin, alma alışkanlığı pek olmaz. İşte böyle bir gurbetçinin evinde ikram edilirse, yeriz biz de.
‘’ Hani, geçen yaz İsveç’ten gelen bir filimci oğlanla tanışmıştın ya. Kasabayı gezdirmişsin. Muammer…Neydi soyadı. Hah, Özer…Karısı da Fin…Sünnöve’ymiş…Onların sana bir hediyesi var.’’
Oğlum karpuzunu yerken merakla bize bakıyor. Eğitsel, kültürel değer taşıyan aygıtları pek sever.
Kerim içeri odaya geçti. Elinde bir videokasetle geldi.
‘’ Teşekkür ederek bunu sana vermemi istedi. Selam söyledi. Sünnöve de Karain’i pek sevmiş. İkide bir ‘’Biz Türklerle kardeşiz. Bunu köylerinizi gezerken daha iyi anladım,’’ diyordu.
İyi, güzel de bizim evde video kaseti döndürecek aygıt yoktu. Pek pahalıydı, alamamıştım. Baktım, Kerim, televizyonun altında duran aygıta yerleştirmiş bile.
Görüntülerde Kızılırmak boyları, Sarıhıdır, Gülşehir, Açıksaray, Kaymaklı Yeraltı yaşam alanları, Karain köylüsü, bakır sinide yemekler…Her şey belgesel filmde gösterilmişti.
Hanımlar kendi aralarında yarenliği koyulaştırdılar.
Biz de gurbetti, sılaydı, eski ortaokul günleri, iz bırakan olumlu, olumsuz öğretmen davranışları…Geceyarısı oldu. Bizim kız ile onların oğlanları uyuyakaldılar.
‘’Ben Volvo ile götürürüm sizi,’’ dedi Kerim.
‘’ Aman canım, bir adımlık yol, ‘’ diye razı olmadım.
Kızımı battaniyeye sardık, evimizin yoluna düştük.Elimde özenle tuttuğum VHS video kaset.
‘’ Babaa, bunu seyretmek için o pleyırdan almak gerek.’’
Zeki çocuk. Çalıcı alet demiyor da; pleyır diyor.
‘’ Alırız oğlum, alırız,’’ dedim.
………………………………………………..
İlk karpuz…Tadı, kokusu…
Ben banka görevlisi Kemal…Eşim PTT memuru Aysel…Orta gelir düzeyi bir aileyiz. İki çocuğumuz var. Kooperatife borcumuzu ödüyoruz; bakalım ne zaman bir daire sahibi olacağız.
Mevsimin ilk karpuzunu bir gurbetçinin ikramıyla yiyoruz.
Biz yemesek de olur ya. Bir yerlerimiz şişmez…
Ya çocuklarımız…
……………………………………………….