Yazı başlığım “… Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” şeklinde de olabilir. Her ikisi de doğrudur.
Kulluk kitabımız Kuran’da geçen başlık üzerinde çok kısa da olsa düşünmenizi istirham ediyorum.
Bir insan kendi eliyle kendine nasıl zarar verebilir?
Maalesef şahsi, ailevi ve toplumsal tüm zararlar kendi elimizle olmaktadır.
Ayetler nüzul sebebine göre değerlendirilebildiği gibi zahiri manasıyla da değerlendirilebilir. Bakara suresinin yüz doksan beşinci ayetinin de önce kısaca nüzul sebebini verdikten sonra zahiri manasından bahsetmek istiyorum.
Emeviler döneminde İslam ordusu Konstantin’ iye önlerine kadar varmıştı. Rumlar arkalarını surlara dayamış vaziyette duruyorlardı. O sırada Müslümanlardan biri düşman üzerine açıktan hücum etti. Bu durumu tasvip etmeyen bir grup Müslüman; “Bırak, bırak! Lâilâhe İllâllah! Kendi kendini tehlikeye ilka ediyor” dediler. Bunun üzerine Eyyûbe’l-Ensarî; “Ey Müslümanlar! Bu ayet biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Vakta ki, Allah peygamberine Nusret dini olan İslam’ı galebeye mazhar etti. O zaman biz artık mallarımızın başında durup onların ıslahıyla meşgul olalım mı? Demiştik. Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Binaenaleyh kendinizi tehlikeye atmak, mallarınızın başında durup onları ıslah ile uğraşmamız ve cihadı terk etmemizdir.”
Bahsi geçen ayetin siyak ve sibakına bakacak olursak, cihat ve cihat için canla ve malla yapılması gereken infaktan, fedakârlıktan, bahsetmektedir. Ayrıca gerek can ve gerekse malla yapılması gereken fedakârlığı yapmayarak kendinizi tehlikeye atmayın buyuruluyor.
Bu gerçeğin yanı sıra bir de kişinin kendine, sağlık yönüyle verdiği zararlar vardır.
-
Sigaranın faydasından bahseden sanırım dünyada hiç kimse yoktur. O halde sigara sağlığa zararlıdır. Bunu kullanmak ilerde muhtelif sağlık sorunlarına sebep olabilir.
-
Abur-cubur, zamanlı zamansız yemek sağlığa zararlıdır. Bun bağlı olarak aşırı kilo sağlığa zararlıdır.
-
Soğuğa-sıcağa dikkat etmemek sağlığa zararlıdır.
-
Bunların ötesinde çok daha dikkat etmemiz gereken bir diğer husus da kendimizle mukayyet olmayıp, ikinci şahısları da ilgilendiren “virüs” meselesi vardır. Bu daha önce saydığım zararlardan daha kötü, daha tehlikelidir. Öbürlerinin zararları genellikle kişinin kendisiyle alakalı olsa da virüs meselesi öyle değil. Has-bel kader bu hastalığa tutulan şahıs, yaşamında kılı kırk yarmalı, doktorların tavsiyesine uymalıdır.
Korona virüs hastalığının ülkemize geldiği 10 Mart 2020’den bu yana ağırlıklı olarak Ankara’da yaşıyordum. Elhamdülillah bu hastalığa yakalanmadım. Ama Nevşehir’de bu hastalıktan kurtulamadım. (31.10.2020) Hiç kimse olacakla, öleceğin önüne geçemezse de gerekli tedbiri ve önlemi almak bizim elimizdedir.
Türk toplumu olarak cana yakın sıcakkanlı bir milletiz. Sevmeyi, sevilmeyi severiz. Bunu da her fırsatta, her şekilde göstermeye çalışırız. Karşılaştığımız bir dostumuzla musafahayla başlayıp, kucaklaşma ve öpüşmeyle işi sürdürürüz. Dahası beraber otururken el ele tutuşmalar, eli omuza atmalar ve hatta canım kaynadı diyerek öpmeler vs. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi ayrılırken aynı prosedürü sürdürürüz…
Diğer taraftan düğünlerimiz, bayramlarımız, hasta ziyaretlerimiz, cenazelerimiz, (taziye) büyüklerimizi ziyaretler bizler için büyük önem arz etmektedir. Bunları yapmazsak, ciddi bir işi ihmal etmiş sayılırız. Gitmeyen gitmediği için üzülürken, gidilmeyen de gelinmediği için üzülür. Bu hem dillendirilir hem de yerine göre küsülür. Bu yüzden bizim toplumumuz cana yakındır. Can alıcıdır. Candandır.
Fakat son yaşanan salgın hastalığı gösterdi ki bizim bu halimiz çok ta iyi netice vermiyor. İyi niyetle hastalık kapabiliyor, iyi niyetle hastalık bulaştırabiliyoruz. Bu durum da gösteriyor ki, en azından salgın hasatlık süresince cana yakınlığı biraz ertelememiz gerekmektedir. Herkes birbirini iyi anlamalı, kızmamalı, gücenmemeli üstüne üstlük telefon, internet vasıtasıyla hem de görüntülü şekilde görüşme imkânı var.
Ailece “korona virüse” yakalandık. Sadece hamd ve şükür makamındayız. Şikâyetçi olmak bizlere yakışmaz. Fakat çok netameli bir hastalık. Misafir olarak geldi mi tüm ev halkını fırsatını bulursa apartmanı dolaşıyor. Bu yönüyle saygısız olan bu virüse o etki alanını vermemeliyiz. Bulunduğu süre içerisinde doğrusu insanı bir hayli hırpalıyor. Gecen kâbus, gündüzün perişan oluyor. Deyim terindeyse her şey anlamını yitiriyor.
Hastalığın ilk gününden itibaren çalışma materyallerimi masama getirdim. Nasıl olsa bir yere çıkmayacağım, rahat rahat işlerimi yaparım diye düşündüm. Maalesef düşündüğüm gibi olmadı. Hastalık asla kendini yönettirmiyor. Seni ben yöneteceğim. İstersem çalışırsın. İstemezsem asla… İstersem uyursun istemezsem asla…
Dolayısıyla geçirdiğim 11-12 günlük karantina günlerinde yediğimin, içtiğimin, yaptığımın hiç mi hiç zevkini alamadım.
Fazlaca hastalığımdan bahsederek keyfinizi kaçırmak istemem. Bu süre içerisinde telefonlarına cevap veremediğim tüm dostlarımdan özür diliyorum. Mesajlarıyla, gönderileriyle değişik yorumlarıyla şifa dileğinde bulunan bütün dost ve kardeşlerime gönülden teşekkür ediyorum.
Kurallara uyalım. Tekrar ifade ediyorum ki, hastalık da günah gibidir. Günaha girmekten kaçındığımız gibi, hastalığa yakalanmaktan da kaçınalım. “…Kendi elinizle kendinizi (yakın dost ve çevremizi) tehlikeye atmayın...” Ahmet BELADA
NOT: Osmanlı ulemasının salgın gülerindeki tavsiyeleri
1- Duhan, Ahkaf ve Mülk sürelerinin okunması
2- Hatim indirilmesi
3- Sahîh-i Buhârî’nin okunması
4- Şifa-i Şerif’in okunması
5- Farz namazlardan sonra tekbir ve salâtü-selam getirilmesi, tövbe ve istiğfarda bulunulması
6- Mevlidi Şerif’in okunması