KESTANE KEBAP ACELE CEVAP

KESTANE KEBAP ACELE CEVAP            

                                                                       

Göre’den ayrılıp üniversite eğitimi için Ankara'ya gidince ,alışma zorluğu çektim.

Aylarca sürdü bu uyumsuzluk.                                                                                              

Yıl 1964.

Gözümün önünde Göre...Aile büyüklerim...Dağlar, bayırlar, arkadaşlarım...

Ankara dağdağalı bir koca belde. Tam 646 bin kişi yaşıyor. Çepeçevre gecekondu ( geceyi kaldırmak gerek, gündüz de konduruluyor bu iğreti evcikler) mahalleleriyle kuşatılmış. Varoşlar (havalı terim) sağlıksız kentleşmenin binbir örneğiyle dolu. Fakat ilgimi çeken şu oldu: Ankara merkezi gökçe göğerti yoksulu olduğu halde,  konduların yoğunlaştığı kesimler ağaçlı...Köylerinden, beldelerinden göç eden Anadolu insanı ne yapıp ediyor, güvence için, taşıma suyla da olsa bir iğde çalısı, iki selvi büyütüyor avluda. Ve hayatta birkaç saksıda çiçekler...

Fakültede dersler sona erince arkadaşlarım Kızılay'a gezmeğe giderlerdi. Benim yolum ise Nümune Oteli'ne. Neden oraya yollanıyordum. Göre'de '' Kifçinin  Oğlu '' olarak bilinen Mustafa  Akdeniz işletiyordu bu mihmanhaneyi.

Otele Nevşehir'den tanıdıklarım geliyordu. Kimileri Nevşehir'de, Kayseri'de sağlığına kavuşamamış, derman arayışı içinde...Kimileri kendisine, bir yakınına iş bulmak için...Bir atamayı sağlamak, bir sürgünü önlemek için mebuslarla konuşmanın, derdini anlatmanın telaşı içinde...

Göre'den gelenler de olurdu. Daha yeni belde olsa da bizim gözümüzde ''köy''...

Haber verirlerdi : '' Arif Subaşı  eşekten düşmüş. Nevşehir'de ortopedi doktoru iyileştirememiş de , Suvermezli halk hekimi Hacı Hüseyin Ertaş Emmi (sınıkçı, sınıksaran) balla, yağla sara sara, bağırta bağırta iyileştirmiş. Yarenlikte öğrendim. Torunu Übeyit Lise'de Hüseyin'in, senin arkadaşınmış. Baban , sizin evde misafir etti Hacı Hüseyin Emmiyi. Suvermez'de öğretmenken Onun çok yardımını görmüş Şükrü Bey hocam. ''

Ben hemen kaleme sarılıyordum. '' Acaba Arif'in bacağında sakatlık kalır mı? Yürüyüşünde aksama olur mu ? ''

Göreli bir tanıdık haber getirirdi.

'' İstiklal Harbi gazisi falan öldü. Pek yoksuldu. Evine gittik.Tek bir hasır,ince, yamalı  yorgan. Toprağa verdik. Öğretmenler de katıldı cenaze namazına. Herkes ağladı. ''

'' Falan , traktörle kaza yaptı. Başı yarıldı. Amma motor haşat ; iflah olmaz diyorlar. ''

'' Filanı at tepti. Karnı içeri göçtü.''

'' Falanın oğlu liseyi bitirdi. Vekil öğretmenlik yapmak istiyor. Mebus İbrahim Boz'a adını vermemi istedi. İşde kağıt burada. ''

'' Falan Çevlik Bağlarına giderken eşekteki küfelerle birlikte devrildi, amma fazla zarar olmamış, kolu incimiş ıcık.''

'' Filanın kız falanın oğluna kaçtı. Halbuki falanla nişanlıydı. Kızın babası el içine çıkamaz oldu.''

'' Falan tabanca yakalattı. Ruhsatsızmış. Karakolda ıcık sıkıştırmışlar ya, kurtuldu.''

'' Falanın torunu pekmez gazanına düşdü, bereket şire daha pek sıcak değilmiş.''

'' Köye bi vekil gız virdiler. Göya öğretmen. Gide gele okulun yanındaki bi delikanlıyla işi bişirmişler. Lan olur mu ? Gız liseyi bitirmiş, oğlan ilkokulu...Denk değil  yav.''

'' Patates para etmiyor. etmiyor. Borç çok.  Fenni gübre pahalı. ''

'' Soğan geçen yıl zibil...Millet bu yıl ekmediydi. Mübarek mücevher sanki. Bin pişman olduk.''

''  Falan ,Seferberlikte Hicaz Cephesindeymiş. Ağır hasta. Herhalde gidici. Mezarını  kazmışlar.''

Hiç mi olumlu, sevindirici haber duymayız ? Her gelen dert küpü...

Daha yaşım 17,18...Ağır bir yük altındayım sanki. Yorgunluğum artıyor dinledikçe...

Ve ben tüm bu sıkıntıları babama yazdığım mektupta dile getiriyorum. Haftada iki, üç mektup yazdığım da oluyor. Babamdan başka, sıkıntılı olduğunu duyduğum hemşehrilerime de yazıyorum. Bekle bekle; yanıt gelmez. Gözümde canlandırıyorum. Oturdukları kahvehanenin bitişiğinde  Abdullah Ağa'nın  dükkanı var. Oradan bir zarf, bir kağıt alabilirler. Tükenmez kalem de taşır köylü. Oturup masaya, mektubuma karşılık verseler ya! Hayır. Herkes ilkokul çıkışlı, orta birden, ikiden ayrılan da vardır. Mektup almayı severler de, yazmağa erinirler, üşenirler...Kahvehane yakınında PTT Şubesi de var. Yapmazlar, yapamazlar...

Babamdan bir mektup aldım...1928 öncesinin talebelerine özgü standart işlek el yazısıyla...

'' Oğlum, mektuplarını alıyorum. Fakat. köyü çok da fazla düşünme. Yaşlılar ölür, bebekler doğar. Attan düşen sakat kalır, eşeğin tekmesini yiyen iyileşir. İşine gücüne bak bre oğlum. Derslerine çalış, yemene içmene dikkat et, üşütme, hocalarına saygıda kusur etme. Parasız kaldığında ağbinden iste. Ben PTT yoluyla para havale ederim. ''

Mektup yazma alışkanlığım var. Babamın bu uyarısı işe yaradı mı?

Hayır.

Kestane kebap , acele cevap !

                                                ..