Devletler aralarındaki anlaşmazlıklar, müzakerelerle çözülemediğinde diplomatik yaklaşımlar bitirilmekte, ordular devreye girmekte ve savaş başlatılmaktadır.
Karşı tarafa zarar vermek, pes ettirmek, istediği sonucu elde etmek amaç edilmektedir. Savaş; önce meydanlarda, sonra topların menzil mesafelerinde genellikle ordular arasında iken; uçak / füze marifetiyle hedeflenen merkezlerde sivil vatandaşları da kapsama alanına alabilmektedir. Böylece savaş, daha yıkıcı / yakıcı / yok edici bir hal alabilmektedir. O zaman tüm uzlaşı yolları için çaba gösterildikten sonra, en son böyle bir kazanma isteği eylemine girişilmelidir. Bazen kazanmak ifadesi de anlamsız kalabilmektedir; Pirus Zaferi olarak bilinen tarihi olayda, kazandım diyen taraf dahi çok büyük kayıplar vermiştir.
İkinci Dünya Savaşı, tüm dengeleri değiştirmiştir. Kilometrelerce uzaktan gelen bir uçak, belirlenen şehre ve geleceğine zarar vermiştir. Zira atılan nükleer bombalar, canlı cansız tüm ekosistemi yok etmiştir. Belki bir taraf canını malını kaybederek koşulsuz teslim olmuştur, ama diğer taraf masum insanları yok ederek vicdanını kaybederek nefsine teslim olmuştur. İşte bu tam bir pirus zaferidir.
Nükleer gücü elinde bulunduran devlet, bunu hiç empati kurmadan karşı tarafa kullanmış ve kendine bir rakip çıkıncaya kadar da bu gücünü yıllarca koz olarak göstermiştir. Yıllar içerisinde nükleer teknolojinin özelliklerini keşfeden devletlerin sayısı artmıştır. Bu devletler, artık diğer devletlerden caydırıcılık olarak, daha üst ligdedir.
Anlaşmazlıklarda iki nükleer gücün karşı karşıya gelmesi ihtimali üzerinde duran stratejik unsurlar; “kuralda denge” teorisini gündeme getirmişlerdir. Teori; yok edici etkiye sahip iki veya daha fazla nükleer güç sahibi, karşılıklı bu teknolojiyi harekete geçirdiğinde, iki taraf ve etrafındaki her şey çok olumsuz etkilenecektir. Burada pirus zaferi ifadesi dahi söz konusu edilemeyecektir. Zihinleri karartan bu durum, caydırıcılık tezini gündeme getirmiş ve MAD “karşılıklı garantili imha” doktrini ortaya çıkmıştır. Bu doktrin; bir nükleer kalkışmada hem ilk hamleyi yapan tarafın hem de karşı hamleyi yapan tarafın, karşılıklı imhası ilkesine dayanan stratejidir / nükleer güç sahibi devletler için karşılıklı denge kuralına bağlı caydırıcılıktır. Diğer ülkeler için risk devam etmektedir. Bu ayrıcalıklı gücü elinde bulunduran dominant devletler, nükleer lige yenilerinin katılmasına engel olmaktadır.
Bu ligde olanlar, karşılıklı propaganda malzemesi olarak dünyaya algı mesajları verse de doğrudan birbirleriyle karşı karşıya gelemeyecekleri, MAD doktrininin bir gerçekliği ve caydırıcılığıdır. Dikkat edilmesi gereken, vekalet taraflarında dolaylı karışıklıkların olabileceğidir. Tarihe bakıldığında, askeri güçler stratejik planlarını hazırladıktan sonra, kendilerinin belirlediği bir kıvılcımı ateşler; tarihi örnekler Latin Köprüsü / Odesa Limanı hadiseleridir. Bu sebeple kıvılcım(lar) her iki güç için önemli coğrafya(lar)da olmalıdır ki; böylece her iki tarafta, istedikleri sonuca ulaştığında anlaşma(!) sağlanacak ve kendilerine düşen payı alacaktır.
Günümüzde insanlık doğallığını kaybetmiş, teknoloji yapay zekaya evirilmiş; “her canlı için yaşama hakkı” artık önemini yitirmiştir. Dünya devletleri için, uluslararası kuruluşların sadece adı kalmıştır; askeri üstünlüğü olan, gücü nispetinde istediğini yapmaktadır. İnsani değerler ve uluslararası hukuk, artık dini ve coğrafi kavramlara göre tanımlanmaktadır. Bu gidişatla büyük bir yıkıma yaklaştırıldığını, devlet insanları dile getirmektedir. Senaryoların hazırlandığı, belirlenen hedef coğrafya(lar)da, yeni zafiyetlerin oluşturulmaya başlandığı belirtilmektedir. 21. yüzyılda kara, deniz, hava unsuruna bir de siber kavramı eklenmiştir ve her unsur, fiber hatları veya uydu bağlantıları kullanılarak, bu kavram ile kontrol edilebilmektedir.
Türkiye’nin coğrafik, jeolojik ve stratejik konumu değerlendirildiğinde; karşıt ligler arasında zorluklar yaşamaması için, yeni bir Yavuz / Midilli kurgusu ile karşılaşmaması için, tüm unsurların iyi kontrol edilmesi önemlidir. Türkiye nükleer ligin üyesi olamamıştır; ama yepyeni elektronik / biyomimetik(*) vb. teknolojiler ile kılıcın kalkanı gibi, suyun süngeri gibi, elektromanyetizmanın itişi gibi, dijitalin geri yön kodlaması gibi, vb. inovatif uygulamalar ile çelik kubbenin özelliklerinin daha da artırılması önemlidir. Görevinin hakkını vermeyenlere veya veremeyenlere, devlet aklı ile gereğinin yapılması önemlidir. Lozan, Ankara, Moskova, Montrö, Zürih antlaşmalarının kazanımlarının, uluslararası boyutta daha fazla gündemde tutulması önemlidir. Millet olarak; her zaman birlik ve beraberlik içerisinde, bir bütün olmak gereklidir ve hatta çok önemlidir.
(*)Biyomimetik (biyotaklit); yaşam kalitesine katkı sağlamak / karşılaşılan ya da ihtimal dahilindeki problemleri çözmek amacıyla, doğal ekosistemde bulunan canlı ve/veya cansız unsurların taklit edilip tasarlanarak, kullanıma sunulmasını sağlayan mühendislik uygulamasıdır.
Bu satırlar; M. TUNCEL, Toplumsal Farkındalık, Nevşehir-2024; çalışmasından yararlanılarak hazırlanmıştır.