NAHİT ULVİ AKGÜN : Ege’nin büyük ozanı
Dr Emrullah Güney
Coğrafya öğretmeni
Pencere adıyla sarmaş dolaş
Kilim yöresiyle ünlü
Çağrılınca güler dağ taş
Andıkça kızarır fındık gülü
Sözcük sözcükle sevişir
Ağaç kuş bulut gökyüzü
Bir sofrada canciğer
Bir mahallede kapı komşu
Deniz balıklarla mutlu
Bir rastlantı mı çoğluk
Yüzer yosunlarla esrik
Yeşilin sıcak pamuğu
Siz etten ayrılmaz tırnağım
Düşlerimi doğuran toprak
Duyularımda bin bir yaprak
İnsanlara açılan ilk kapım
Türk Dili. ocak 1980. 340. s.10
Nahit Ulvi Akgün 1918’de Milas’ta doğdu. 1927’de bitirdiği İlkokulu o beldede okudu. İzmir 2. Erkek Lisesi’nde öğrenim gördü (1940). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü 1948’de bitirdi. İstanbul’da, İzmir’de kütüphane görevlisi olarak çalıştı. 1956’da Ödemiş Lisesi’ne felsefe öğretmeni olarak atandı. Emekliye ayrıldıktan sonra İzmir’e yerleşti.
NUA şiir yazmağa erken yaşta başladı. 1936’da İzmir’de Akın gazetesinde ilk şiiri çıktı. 1940-41’de Serveti Fünun, Uyanış dergilerinde yeni şiire yöneldi. Çok sayıda dergide yayımlandı şiirleri : Yücel, Değirmen, Kovan, Varlık, Fikirler, Kaynak, Yeditepe…
NUA Türkiye’de ilk kez bir “Sesli Şiir Sergisi” açan şairdir. Bu önemli ekinsel olay 1953’te İzmir’de gerçekleşti. 1950’li yıllarda İzmir Radyosu’nda Şiir Saati’ni yönetti.
Necatigil Öğretmenimiz NUA hakkında şöyle yazdı : “İlk şiirlerinde tatlı bir romantizm içinde aşk tema’sını işlemekten hoşlanıyordu. 1940’larda Garip akımını izleyerek şiirini yeniledi. Ulaştığı söyleşi biçimi şiir anlayışını korudu. Toplumsal çevre içinde bireyin türlü hallerini, üstüne düşülmemiş izlenimi veren, kendiliğinden ortaya çıkmış gibi duyumsanan bir anlatımla, biçimsel bir özenle yansıttı. Önceleri Orhan Veli, Behçet Necatigil, Necati Cumalı benzeri şiirler verdi. Son şiirlerinde ilerleyen yaşına paralel, Edip Cansever, Cemal Süreyya türü şiirlerinde hayatın anlamını ve geçiciliğini, yaşamanın türlü duraklarını araştırmaya koyuldu.” (1964. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. s.22. Varlık yayını. İstanbul).
NUA, ilk olarak İzmir’de 3 küçük şiir broşürü ( risale ) çıkardı: Üç Gönül (1937), Leyla (1937), Irgat (1942). Daha sonra Mehmet Serpin ile birlikte 3 şiir kitabı yayımladı : Sebep (1945), Birisi (1955,1962), Karanlıkta Bir Ağaç (1960). Evren Türküsü kitabı 1967 TDK Şiir Ödülü kazandı. Ağaçlar Uyanınca 1977’de çıktı. Eksilen Gökyüzü 1980’de yayımlandı. Yolunuzun Üstünde Bir Adam 1990’da ve Birisi 1992’de okura ulaştı. Son 2 kitap tüm şiirlerini içermektedir.
Ne sokağında har gür var
Ne ürküntü gidişgelişten
Ne yürek daralması yürürken
Ne beton yığını yoz yapılar
Senin çiçek içinde çardağın
Uyursun uykunun en güzelini
Uyanır duyarsın tanyelini
Ardı yavaşça ışır karşı dağın
Yaşarsın davarların arasında
Bahçende biberler patlıcanlar
Ağaçlara iner sessizce akşamlar
Kekikli çorban tüter tasında.
Varlık. . ekim 1981.889. s. 10.
NUA 12 Kasım 1996’da sonsuzluğa yürüdü. Türk şiirinin çelebi şairi, öz,duru eserler verdiyse de yaygın bir tanınırlılık kazanamadı. O’nda, kolayca yazılmış, çalakalem not düşülmüş gibi duyumsanan şiirlerinde hep bir kuyumcu özeni, üstün bir beğeni düzeyi, saf, tatlı bir bezenmişlik vardı. Dar bir felsefe, yazın öğretmenleri öbeğinin dışında, az sayıda bir şiir heveslisi yumağından başka onunla ilgilenen olmadı. Yalnızca Milas Belediye Başkanlığı, doğduğu evin bulunduğu caddeye O’nun adını verdi. Türk yazın dünyasının nice yüzakı şairi gibi O da değerini bilinemeyen, yeterince anlaşılamayan, takdir edilmeyen bir üyesi ,bir yazıneri olarak kaldı. Cumhuriyet yazarı ,şiirlerini Fransızcaya çeviren Oktay Akbal, anılarında rahmetli öğretmenimizden söz etti; o kadar…
İnsan zaman zaman bir kısır döngü içinde olduğunu duyumsar; iyimserliğini yitirir. NUA Öğretmenimiz de şiirlerinde bu karamsarlığı dillendiriyor.
Bıktım usandım kendimden
Aynı üzüntü sevinç kaygı
Yaşasam sizi bakkal terzi
Fenerci dülger manav çoban
Denesem bunca huyu yaşayışı
Ayağım kurtulsa kunduramdan
Çoğalsam çoğalsam geçsem
Bir sevinçten bir üzüntüye
Bir sokaktan bir caddeye
Sizin yağmurunuz güneşiniz
Ocağınızda aşınız ateşiniz
Yeterdi beni gönendirmeğe
Döndüm dolaştım kendimi buldum
Hangi kalıba girdimse aynı dert
Aynı gurbetçi aynı köy aynı kent
Nereye gittimse dağ taş sel deprem
Kimse olmak istemiyorum bundan böyle
Yokum hiçbir yere düşmedi gölgem.
Güçlü bir gözlem, izlenim kazanma yeteneği NUA’ün şiirinin dayandığı sağlam özü gösteriyor.
Kimi köyüne gidecek kimi kentine
Tahta bavulları denkleri heybeleri
Öyle göçmen kuşlar gibi
Sokulmuşlar birbirlerine
Kimi köyüne gidecek kimi kentine
Sayrı getirdiler sayrı götürecekler
Gözleri garaj saatinde hep
Elleri ikide bir para keselerinde
Kimi köyüne gidecek kimi kentine
Bohçalarda allı güllü basmaları
Şalvarların içinde incecik kızlar
Türküleri söylenir kahvelerde
Kimi köyüne gidecek kimi kentine
Ünlenir otobüslerin kalkış saatleri
Yürekleri ezilir yol boyu
Bir varabilseler yerlerine
Türk Dili. şubat 1983. 374. 91 s.
İzmir’de yaşayıp da “Ordular !İlk Hedefiniz Akdeniz’dir;İleri!” komutunu bildiren Uluğ Başbuğ Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yüce anıtından söz etmemek olur mu?
Dağ başını duman almış
Heykel’in önünde sıra sıra gemiler
Bayram değil seyran değil bunlar kim
Konuşmalar gülüşmeler şakalaşmalar fanfin
Sokaklar tedirgin kahveler tedirgin
Döndü dolandı havalarda bir güvercin
Ardından çığlık çığlık ötekiler
Yanımda dostum arkadaşım sevdiğim
Heykel’in dibinde çiçekler var ölgün
Nerde bizimkilerin gülleri karanfilleri
Nasırlı elleri yaratan sonsuz elleri
Bağımsızlık söyler yurt söyler dilleri
Dün buradaydılar nereye gittiler bugün
Hangi bahçelerde açar kırmızı gülleri
Bir şaşılası devrandır sıkılarak gördüğün
Heykel şaha kalkmış durduramaz dağ taş
Küheylan uzatır boynunu gemilere karşı
Ayakta evler sokaklar caddeler çarşı
Dört bir yandan duyulur İstiklal Marşı
Güvercinlerde bir sevinç bir telaş
Güvercinler Heykel’le sarmaş dolaş
Bir ağızdan söylenir Mustafa Kemal Marşı
Varlık.1970 kasım.758.s.6
Gazi Heykeli’nde güvercinler sessizce uçuyorlar
Kuşkuyla ürkek ürkek kanat açıyorlar
Tortop oluyorlar havada bir tek güvercin kocaman
Bir ateş düşmüş gibi ortalarına dağılıp kaçıyorlar
Değdikçe kanatları Heykel’e yanıyorlar aman
Heykel elektrik yüklü her yanında bir akım
Bakma yanarsın gözleri öyle yalım yalım
Bilerek nereye varacağını bu işin
Güvercinler kondular Heykel’e her şeye karşın
Külleriyle beslensin dibindeki çiçekler
Parmak parmak Gazi’yle Akdeniz’i gösterecekler
Yakılan bir türkü çağrılır dilince her kuşun
Konak önünde ulu çınar Saat Kulesi
Yiğidimin namus uğrunda uçmuş kellesi
Gazi Heykeli’nde güvercinler çığlık çığlık uçuyorlar
Güvenle sevinç içinde kanat açıyorlar
Her birine geçmiş elektrik akımı ince bir telle
Her biri kucak kucağa Gazi Mustafa Kemel’le
Uzaktan uzağa şenlik sesleri davul sesleri var
Kordonboyu’nda insan seli bayrak seli birden
Atlar kılıç kılıç aşıyor Akdeniz’i İzmir’den
Varlık.kasım 1972.782.s.6
Yıllar öncesinin kentinden bir sokak görünümü. Güzel hazırlanmış renkli bir belgesel tadıyla dizelere yansımış o yaşayış düzeni…
İstasyonun oralarda sıkışıp kalmış
Terzileri bakkalları kahveleri
Evleri sakız biçimi çokluk
Camlarında bahar açmış perdeleri
Başı sıkılsa seslenir pencereden
Mahalle şenlenir akşamüzerleri
Yoğurtçusu bahçıvanı hep dost
Ellerinde alışveriş defterleri
İstasyonun oralarda sıkışıp kalmış
Kurtuluş Savaşı’nı yaşayanlar
Ama haram etmişler imbatlarını
Önlerinde yükselen apartmanlar
Türk Dili. aralık 1981. 360. s.356
Düş ve gerçek…NUA iyimserliği üstünde…
Nisan toprağın uyanışı ılık
Uyanışı arının, karıncanın, çağrısı kuşun
Sen ey yaşamak bu denli güzelken
Bizden uzak olsun ölümler artık.
Ne güzel ; kavgalar bitmiş artık
Kinler, küskünlükler bitmiş
Evlerin pencereleri güneşe
Bahçeler çocuklara açık.
Ne güzel duvarlar tertemiz artık
Ne kurşunlayan var birbirini
Ne kan çiçekleri açıyor taze
Sen içimizde yaşadıkça insanlık …
Varlık .haziran 1978.849.s.14
Karabina Sahil Oteli…NUA tanımlıyor onu. Otel deyip geçmemek gerek. Onun da bir ruhu var.
Kıyıda bir otel eski yapı
Salonunda yağlıboya tablolar
Yabancıl bir görünümdü yansıyan
Konsolunda yapma çiçekler biblolar
Ne serüvenler geçirmiştir kim bilir
(Özlenir çokluk anılardaki)
Ağzı dili olsaydı tabloların
Neler neler anlatmazlardı ki
Koridorunda ayak sesleri kalmıştır
Duyarsınız geceleyin seslerini
( Yapma çiçekler gibi ölümsüzdürler )
Tablolarda gülen onların düşleri mi ki
Türk Dili. ekim 1980.346. s. 404
NUA öğrenci olarak yaşadığı, kütüphaneci, öğretmen olarak görev yaptığı İzmir’i en çok işleyen ,şiirleştiren şair olarak tanınır.
Kuşlar bir kalkar bir konar
Ben diyeyim yüz siz deyin bin
Bir cıvıltı bir cıvıltı
Kuş açmış ağaçlar
Onlar öyle rahat öyle özgür
Denize karşı havaya karşı
Ellerinde tahta oyuncaklar
Kordonboyu’nda kapıcı çocukları
Birtakım insanlar görürsünüz
Kalabalık saatlarda beliren
Ellerinde mühürlü belgeler
Yeni çıkmışlar sayrıevlerinden
Yanınızdan geçip giden usulca
Birileri vardır öyle söylenen
Gurbetçi midirler yolcu mudurlar
Gülerler sakallarının içinden
Kültür Park’tan dönerler ellerinde torba
File kap kacak ne varsa boşalan
Bir günün beyliğidir uslarında kalan
Gün kavuşurken ağaçlarda
Gazi Heykeli’nde dost güvercinler
Neleri anımsatmazlar ki
Bir havalanmasınlar topluca
Patladı sanırsın kestanefişekleri
Varlık.eylül 1983.912.s.3
NUA,Gazi Heykeli’ndeki yapay güvercinleri şiirinin büyüsüyle gerçeğe dönüştürüyor.
Güvercin mi bunlar bir yabansı biçimleri var
Kon diyorsun konuyorlar uç diyorsun uçuyorlar
Uçuşları da uçuş değil sanki birilerinden kaçıyorlar
Gazi Heykeli göğe oyulmuş gibi öyle görkemli
Bir kimseleri paylıyor Akdeniz’i amaçlayan eli
Küheylan dikmiş kulağını yüz metre koşucusu hazır
Gök ha gürledi ha gürleyecek vakit tamamdır
Yapay güvercinlerde ne bir kıpırtı ne bir telaş
Ansızın top mu patladı yerinden mi oynadı dağ taş
Bir kocaman güvercin kurşun gibi indi gökten
Heykeldeki güvercinlerin tutuşturdu kanatlarını
Bir silkindiler ki bu aykırı yapaylıktan
Her biri bir rüzgardı tozu dumana katan
Onlarla çınladı yıllarca Cumhuriyet Alanı
Ölenlerin kemiğinden borularla çalınsın Kurtuluş
Bilinsin onlarındır bu bayram bu yas bu barış
Bu sonsuz devinim bu kaçınılmaz tarih bu oluş
Onlar geliyor adım adım çığlar gibi büyüyerek
Yüzbinlerce ayak yüzbinlerce göz bir tek yürek
Bak nereyi gösteriyor parmağıyle Gazi “İleri”
Yeni bir coşku sarıyor Gazi Heykeli’nde güvercinleri
Varlık. kasım 1977.842.s.4
Dünya değişiyor, insan değişiyor; yaşadığımız kent değişiyor. Değişimi izleyen şair de dizelerinde dillendiriyor bunu…
Açsam camı bağırsam mahalle uykuda
Ağaçlar yanıtlar sular yanıtlar
İnsan kardeşim kendi derdiyle uykuda
Durur karanlıkta yapayalnız anıtlar
Her söz donar havada öyle soğuk ki ortalık
Kuş kuşluğunu yitirmiş ağaç ağaçlığını
Bir kentimiz vardı dayalı döşeli şimdi batık
Anımsamaz mı kimseler kutsal açlığını
Dağlarla bir sırada hani o insanımız
Donatırdı en güzelinden en doğrusundan çağı
Kokuşmuş şimdi a dostlar dört bir yanımız
Hayal olmuş yarin o vazgeçilmez dudağı
Gelir bir kuş konar havuz taşına üzgün
Güzel ağzı tatlı dili hepten mühürlü
Ama bir gün öyle ötmeye görsün
Ne türküler çağırır türlü türlü
Varlık. nisan 1973. 787. s.14
Esrik’te dizelerin çarpıcılığıyla çakırkeyf olur insan…
Ne çok yıldız var gökyüzünde
Üzüm salkımı eskil İyon’dan
Sular emer balını bütün gece
Ne çok yıldız var gökyüzünde
Bir bahçedir pırıl pırıl yanan
Kokusu ipek saçların telinde
Ne çok yıldız var gökyüzünde
Bakakalırsın nedir yansıyan
Yeryüzü mü gökyüzü mü birbirine
Türk Dili. mart 1982. 363.s.136
Milas, İstanbul, Ödemiş, İzmir…Şiirinde NUA’ün otobüs yolculuklarının özel bir yeri var.
Bir otobüs penceresinden ya da bir tren
Bulutlar görürsünüz biçimden biçime giren
Başlar gökyüzünde sessiz sedasız bir tören
Filler kartallar ilkel bitkiler hayvanlar
Değişirler bir yerleri incelir usulca kopar
Ayrı düşer oraları buraları birbirinden
Bir gökyüzü coğrafyası çocuklar evreninde
Elişi kağıtlarına balonlarına şekerlerine eş
Renklerle oynar ufuktan çekilen oyuncu güneş
Bir bulut delinir usul usul tam ortasından
Bir göl çıkar ortaya kağıttan gemiler nerde
Yolculuğu mu bitti başka sularda mı kaptan
Gökyüzü coğrafyası yeryüzü coğrafyası ya yer altı
Bulutlara mı benzediler gömütlerinde yatanlar
Kiminin eli kiminin yüzü neler yaratırdı
Yer altı coğrafyasında böldü dağıttı hangi rüzgar
Hangi rüzgar yelkenlerini parçaladı direklerini kırdı
Yitik bir denizde mi şimdi gemileriyle batanlar
Varlık. nisan 1972. 775.s.7.
Martılarla simitçi çocuk yer değiştirmekte şairimizin imgelem dünyasında…
Simitçi bir çocuk Kordonboyu’nda
Oyuncaklar mı kurar nedir usunda
Simitleri bir dağıtır bir sıralar
Gözlerinde en yabancıl pırıltılar
Gördüğü gemi düşleri martı düşleri
Sonra depremlerde sevecen ölmüşleri
Kordonboyu’nda simitçi bir çocuk
Birden bir şakırtı bir çığlık
Yalap yalap yanarken denizle batı
Martı mıdır simitçi simitçi mi martı
Boşalmış tablası dalar gider
Sularda görünür doğuda bir yer
Türk Dili. eylül 1979. 336. s.133
Şiirde gizem, gizemde yer yer tedirgin edici güzellik…
Ay vurmuş odaya camdan
Göğün yansıyan sevinci
Issızlığın özlenen erinci
Ay adamının yalnızlığı ışıyan
Eğilip öptüm ay ışığını çağımca
Canım insanın gücü uzayda oluşan
Görünsün yarın bir yeni masaldan
Sürsün bu aydınlık gonca.
Varlık. şubat 1974.797..s.7
Yaşam sonrası dünyada insanın yeri neresidir?
Tut ki ölmüşüz sen orda ben burada
Topraktan toprağa yollar var
Yan yana getirir bizi bu yollar
Ta kendisi derim çilli bir kurda
Geçse de aradan uzun yıllar
Kimler söyler türkümüzü yukarda
Salına salına yürüyüşün tıpkısı
Edan nazın büzülmeden bellidir
Yanağın uçuk pembe güllüdür
Her halinde o günlerin anısı
Kirpiklerin kıvır kıvır tellidir
Avuçlarında eksilmeyen o ısı
Beni tanıdın mı ben esmer böcek
Tortop olurdum hani aydınlıkta
Rahat sayılırım şimdi toprakta
Demem artık ne varsa bir gün ölecek
Bütün özlediklerimle bir yatakta
Ne güzel canımız çekince sevişmek
Varlık. 15 temmuz 1968. 722.s.
Eğlence dünyasının vazgeçilmezi Romanlar…Irksal yeteneği müzik olan topluluğun itilip kakılan, emeklerinin karşılığı verilmeyen bireyleri şairimizin üstün gözlem gücüyle şiirine girmiş…
Meyhanelerin kahvelerin önünde
Görünürler çokluk bir iki üç
Ellerinde tef keman dümbelek
Ekmek parasına eğlendirmesi güç
Meyhanelerin kahvelerin önünde
Yaşlarıondörtonbeşarası
Ürkerek bakarlar çevrelerine
İçlerinde hep kovulmak korkusu
Meyhanelerin kahvelerin önünde
Çalarlarken düştedirler sanki
Uslarından geçer yakınlarının
O yaşantıları Almanya’daki
Türk Dili. şubat 1981.350. s.462
Çağ adlı şiirinde NUA gizemli bir tarih ve doğa yolculuğuna çıkarıyor bizi.
Gök başımda durur mavisiyle
Yeşiliyle ayaklarımda göl
Aramızda yoğunlaşan katmerli gül
Gün ha battı ha batacak öyle
Toprak ısınır ısınır doğuracak
Eli yüzü kalır kan ter içinde
Bir uğultu bir uğultu derinde
Kulak kesilir ağaçta her yaprak
Açılır gece-çiçek oluşur meyva
Ama uzanmak ama yemek yasak
Kemikte durdukça böyle bıçak
Kovulur gene Adem ile Havva
Gök başımda durur yıldızıyla
Özgürlüğüyle altımda dünya
Sulara yansır ormanıyle dağ
Ey çağ sana gelirim ışık hızıyla
Varlık. şubat 1973.785.s.7
Canlı cansız her şeyin bir anlamı var bu dünyada…
Her şeyi koydum yerli yerine
Masa masalığını bildi
Kitap kitaplığında rahat
Harfler sözcüklere dizildi
Belli sırasında anılar
Kaşım gözümün üstünde
Tıkır tıkır gün saat
Mutluyum işte
Sokağa çıkınca birden bozuldum
İnsanlar vardı türlü halde
Bilmem hangisini anlatayım
Kim dinler söylesem de
Koptu her şey yerli yerinden
Sanki ana-baba günü
Kim kimin elinden tutacak
Kim çözecek bu kördüğümü
Varlık.15 temmuz 1966. 674. s.
Değişim, dönüşüm…Durumlara göre değişik dışsal,içsel yapıya bürünmüş olmak…Gizem…
Elma yedim elmayım ben
Yıldızlara baktım yıldızım dedim
Kuzular yedim koyunlar yedim
Kuzudan koyundan yanayım ben
Çarşılardan geçtim çarşıyım ben
Pazarlardan geçtim pazarım ben
Ağaca baktım ağaçta varım
Güneşte ısıyım ben
Havayı çektim havayım ben
Salkım saçak gökyüzü
Gecesi gündüzü
Baştan ayağa doğayım ben
Seviyim aranızdaki
Ayşegül’üm Memetali’yim
Bir yanda Nahit Ulvi’yim
Öyle çoğaldım öyle çoğaldım ki
Türk Dili. mart 1979. 330. s.199
Şiirimizde ağaç…Canlı bir varlık…Kökünden yaprağına dek…
Ağaçların sustuğunu gördünüz mü akşamla apansız
Dalları uzanır gökyüzüne sessizlik simgesi
Bu içe kapanış bir mutluluğu düşünmek belki
Belki bir acının suskunluğu sizin de duyduğunuz
Her biri bir bahçede bir düş içinde dalgın
Her biri sanırsın bir fırtınaya depreme gebe
Ufuktan çekilip giden güneş dallarındaki imge
Öyle kalsınlar dokunmayın uyandırmayın
Köklerinde kopan kıyameti dinler her biri
Toprakta başlar yeniden hangi serüven
Kuşlarını mı yitirmişler akşamla birden
Bu ıssızlık bu yabansılık bitmez mi ki
Varlık. eylül 1973.792.s.
İzmir’in Buca’sında, nice semtlerinde Sakız Türü Evler vardı 1970’lerin sonlarına değin. Bir bir yıkılışını gördü NUA Öğretmenimiz. Her konağın ortadan kaldırılışını izledi acı içinde. Evin tüm bölümleri, eşyaları katı birer eşya olmakta çıktı, ruha büründü, şiirde yerini aldı.
Şakir Beyin gün görmüş evi
Apartmanlar arasında tedirgin
Ha bugün yıkılacak ha yarın
Artık günü geldi
O işlemeli kapısı mı
O pancurları mı gürgen meşe
O dayanıklı yağmura güneşe
O bunca anısı mı
Sökülecek bir bir
Hurdacılarda antika diye
O elleye bu elleye
Kaça satılacak kim bilir
Türk Dili. nisan 1983. 376. s. 218
NUA,çocukluğunu geçirdiği Milas’ta o korkuları yaşamış mıdır ki,şiirleştirmiş…İnsanın anayurdu çocukluğudur.
Korkuturlar yaramaz çocukları
Korkma sen benim bir tanem
Umacı dedikleri bir garip yaratık
Kendisine yabancılaşan soytarı
Üstü başı partallar geçer sokaktan
Onlara verirler ya seni susmazsan
Korkma sen benim bir tanem
Gurbetçidir onlar iş arayan
Niye seçersin köşe bucakları
Korkma sen benim bir tanem
Cadı dedikleri döşeğinde
Unutulup giden koca karı
Doktor amca geliyor iğne yapacak
Korkma sen benim bir tanem
Nice çocuklar iğneden yoksun
Damlarda yaşarlar aç çıplak
Korkma sen benim bir tanem
Nice korku tutsa da sokakları
Göklere değiyor alnı kimilerinin
Acıdan yere basmasa da ayakları
Varlık. eylül 1971.768. s.
1800’lerden bu yana hiçbir belde,ne Londra, ne Tokyo,ne Washington Paris’in yerini alamadı. Türk aydını için Paris bir uygar, aydınlık, özgür soluk alma kenti oldu. Ama Paris, anlamını insandan insana değişik kullandıran bir diyar…
Herkesin bir Paris’i vardır
Gece gündüz düşlerine giren
Geçilmez yontudan çiçekten
En güzel saat mavi akşamlardır
Herkesin bir Paris’i vardır
Köprülerin altından akıp giden
Ozanların sesidir direten
Anlatılır öyküleri yıllardır
Herkesin bir Paris’i vardır
Paris’ten başkadır o Paris
İçlerinde bir gömü bir giz
Yaşanılan loş sokaklardır
Türk Dili. ağustos 1982. s.76
Aramızda kim, kimler var? Yaşamla ölümün arasındaki ince çizgi…
Yaşardın romanların içinde.
İnsanlarla omuz omuza.
Gece yarısı atlardınız trenden
Sabah başka şehirde.
Ellerini verirdin kimine,
Elbisesini giyerdin kiminin.
Geçerdiniz aynı sokaktan,
Bölüşürdünüz aynı ekmeği.
Yaşadın mı kimbilir ?
Bir şenlik gecesi başın havada.
Anlamıyacaksın gerçekten öldüğünü.
Belki öldün bir romanda.
Varlık. 1 şubat 1954. 403.
Bir Adam…Kimdir? Şairin özü mü, kendisi mi?
Günlerdir kafasında bir şey var
Günlerdir sokaklarda
İnsanlar gelip geçiyor
Taşıtlar gelip geçiyor
Ağaçlar uzuyor parklarda
Yüzüne bakıyor geçenlerin
Sormak istediği bir şey var
Duruyor meydanda çakılı
Saat zamanın bir yerinde
Çığlık çığlığa kuşlar
Çarpıyorlar yürürken
Onu görmüyorlar
Elini uzatmak istiyor
Konuşmak istiyor biriyle
Her halde bir diyeceği var
Varlık. 1 nisan 1963. 595.
Tevfik Bey Türküsü olay üzerine yakılmış bir ağıt özelliği taşıyor…
Havada üç el silah sesi
Sonra gülyağı kokusu inceden
Tevfik Bey geliyor demek
Arabasının tekerleği vişneden
Tevfik Beyin kapatması Güllü
Halleri var türlü türlü
Mahallenin dilinde türkü
Küçük beyim sarhoş olmuş içmeden
Arabacı arabanı yollandır
Tevfik Bey vurulmuş alkandır
Yetiş doktor dillendir
Çığlıklar duyulur Çatalçeşme’den
Varlık. 15 kasım 1964. 634
Madrid’de diplomat Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde Endülüs nedir? Zil, şal ve gül…Barselona’da yaşayan kadını şiirleştirmiş NUA öğretmenimiz. Allende, Neruda, Lorca…Yurtsever İspanyol kadını raks etmiyor artık, Franko faşizmine karşı erkeğiyle karşı koyuyor…
Bir kadın gördüm Barselona’da
Yoksuldu düşkündü dalgın
Bir kitap çıkardı koynundan
Şiirleriydi Pablo Neruda’nın
Bir ışık yandı aramızda dilsiz
Ama bütün dillerde ortak olan
Kastanyetleri sustu birdenbire
Endülüslü rakkaselerin
Önümde uzandı Şili pampaları
Allende vardı gözleri gülen
Sonra İspanya İç Savaşı Lorca
Kanlı bayrakları Franko’cuların
Varlık. mayıs 1983. 908. s.4
Kıyıda…Ege kıyılarında yaşayıp da denizi duyumsamamak olur mu?
Gün akşamla şaraba dönüşen
Ağır keskin başına vurur
Belki de doldurulmuştur
Eski bir Hitit testisinden
Havada yosun kokusu
Çiçek kokusu yayılan
Ay doğuyor dağın ardından
Göğe vurmuş ışıltısı
Türk Dili. şubat 1982. 362. s.69
NUA, Kopuz adlı şiirinde neyi vurgulamakta!..İçsel sorgulama mı? Antik yaşam özlemi mi?
Gecedir hepimize sığınak
Yakarız eski lambamızı
Öykümüze tutarız aynamızı
Yansıtır bizi çoğaltarak
Ben benden öteye bölünürüm
Elmasımda binbir renk ışık
Seninle varım ben kardeşlik
Senin çarkında bilenirim
Şenliğimizde dağ taş yıldız
Dionysos mutlu şölen
Aydınlıkla güçlenen
Bir anda binlerce kopuz
Varlık. temmuz 1972. 778. s.4
Başak adlı şiiri NUA’ün. Pastoral bir tad…
Suya baksan yansıtır bizi
Görürsün dağlara düşen gölgemizi
Seslendiğini duyarsın ormanın
Kıvrak tellerinde bunca ozanın
Gün batar gün doğar yasa bu
Doğa ananın en gerçek buyruğu
Susuyorsa ağırsa başaklar
Neredeyse doğuracaklar
Sevincindeyiz aydınlık bir yolun
Piştikçe ekmek olur ak un
Sel suları gibi dağdan yardan
Kopar geliriz verimli topraklardan
Varlık. ekim 1973.793. s. 5
İnsan, çiçek, kuş…Coğrafyamızda her birinin yeri ayrı…
Coğrafyamız dağı gölü çizsem
Boyalı kalemlerim işte hazır
Irmakta yeşili gülde alı çizsem
Yüzüme bir tuhaf bakmaktadır
Kuşları tanrının uçuşundan
Çiçekleri bilirim açışından
İnsanları anlarım telaşından
Kimleri neler nasıl yakmaktadır
Akşam olur çekilirler damlara
Ne suçlar yüklenir kimi adamlara
Bir namus uğruna mutsuz idamlara
Halkın ozanları ağıt yakmaktadır
Kızı kızanı ölüm bekler
Üstlerine çevrili tüfekler
Kimin boğulduğunu görecekler
Seller bentleri yıkmaktadır
Varlık. ekim 1971.769.s.10
Cezair-i Bahr-i Sefid muhacirleri: Girit’ten,Sakız’dan,Sisam’dan gelmişler…Makedonya’dan, Vardar boylarından,Evlad’ ı Fatihan diyarından göç etmişler…Didergin…Tedirgin…Türk şiirinin en çarpıcı “göçmeni dillendiren ” eseri…
“Muhacirler” vardı kışladan
Yemek artıkları toplayan
Ellerinde teneke kapları
Savaş yıllarıydı o zaman
Çokları camilerde konuk
Bıdır bıdır çoluk çocuk
Öyle bakarlar ki yüzünüze
Bir kuşturlar kanadı kırık
Bir kentten anıydı onlar
Acılardan arda kalanlar
Özlemlerle sayrı düşüp
Birer ikişer kırılanlar
Bir kentten anıydı onlar
Türk Dili. ağustos 1980.344. s.274
Yakınma’ da doğaya uyumlu yaşama isteği var. Barış içinde özgür…Yarı aç yarı tok da olsa yaşamak güzel…
Sade gün ışığında olsaydık
Sade ağaçlarla sarmaş dolaş
Yüzümüze tutulan ayna
Sular en sağlam arkadaş
Ne cömert karşılıksız verir balını
Çiçekten çiçeğe uçan hovarda arı
Karıncaya buğday güvercine darı
Bizim azığımız taş toprak yavan aş
Doğaya uygun yaşasaydık ilkel
Ağımız yararlı dikenimiz güzel
Kimliğimizi yazardı usta bir el
Anlatırdı öykümüzü dağ taş
Toprağı sade toprak bileydik
Yalansız dolansız güleydik
Kuşkusuz korkusuz gidip geleydik
Dokunurdu en alımlı ince kumaş
Varlık. 1972 ağustos. 779. s.5
Hayri’nin dükkanı artık bir nostalji, bir daüssıla…İzmir’in mahallelerinin kendine özgü dokusu,kokusu…
Savrulan’da anlatılan nedir? Yalnız harman mı savrulur! Yellerin savurduğu yaşamlar yok mudur?
Gün batımına yakın saatlarda
Bir harman gittikçe kızışan
Savruladursun göklerde saman
Harmancı çekilir iç dünyasına
Sarkacını sürdürür sonsuz zaman
Gün batımına yakın saatlarda
Bir çiçek yağmuru bir tören
Kimdir bu giden kimdir bu gelen
Belli belirsiz yansıyan bulutlarda
Varlığa yokluğa hoşgörüyle gülen
Gün batımına yakın saatlarda
Olgun güllerden en yoğun renk
Erir elimize yüzümüze sinerek
Gün içinde suya iner bir ceylan
Kendini yeniler bulutlara örnek
Gün batımına yakın saatlarda
Çilemize altın bir bulut örtülür
Döner kilidimizde çaresiz anahtar
Kimine açılır kimine kapanır kapılar
Nelerimiz savrulmaz ki akşamla rüzgarda
Türk Dili. 1972 Temmuz. 250. s. 298.
Dün Kordon boyunda Haydar’ın dükkanı
Bugün Gümrük önünde Hayri’nin dükkanı
Albay emeklisi tapucu emeklisi
Tezgahta söyleşi şişelerde söyleşi
Gün batar Hayri’nin dükkanı gül pembe
Büyütülenler el bebe gül bebe
Ters gitmiş işleri mutsuz
Fukara semtlere kalkar otobüs
Gürçeşme garipler mahallesi
Kiminin elinde çıkını filesi
Hayri der bakın bu yana
Sarmaşık deli dolu dolana
Hayri der bakın kimler geçiyor
Baktıkça insan kendinden geçiyor
Hayri diyor bakın ne görüyorsunuz
İnsanlar var kimi yollu kimi yolsuz
Dün Kordon boyunda Haydar’ın dükkanı
Bugün Gümrük önünde Hayri’nin dükkanı
Gün geçmemiş ay geçmemiş yıl geçmemiş aradan
Hep aynı yoksulluk aynı gariplik aynı yaradan
Varlık Yıllığı 1974. s.459
Yazar Oktay Akbal, şair dostunu şöyle anlatıyor : “ Yıl 1945 olacak. Zaten Nahit Ulvi adı birkaç yıldanberi bana yabancı değildi. Şiirlerini ötede beride okumuştum. Öyle fazla ilgimi çekmemişti. Tanışamadığımız, bu yüzden de şiirleriyle fazla ilgilenmediğimiz birçok şairden biri de oydu. Daha o, ufacık kitabı bile çıkmamıştı. (…) Nahit ne zaman eski bir aşk serüvenini anlatmaya başlasa, resimlerden, filmlerden, romanlardan tanıdığım Ege kıyıları, sıcak iklimi, meyvaları ile ılık şehirler gözümün önüne gelirdi. Henüz saçları dökülmemiş haliyle, belki biraz daha az tombulca olan o zamanki lise öğrencisi Nahit Ulvi’yi, sevgilisinin evi önünden geçerken görürdüm. İlk gençlik sevilerini bana yaşatırdı yeniden. O gizli gizli verilen resimler, evdekiler görmesin diye çevrilen binbir entrika, buluşmaların heyecanı, balkondan balkona uzatılan bakışlar…vesaire… (…)Şimdi o geçmiş yıllardaki hayatımızın akışını düşünüyorum. Sık sık rastlaşırdık. Bir sokak köşesinde, tramvayda, tünelde, yokuş başında birdenbire karşıma çıkıverirdi. Her rastlayışımda bana yeni bir şiirini bir sır verircesine kulağıma ağır ağır fısıldayacağını bilirdim. Sinema önlerinde, genç kızlar topluluğu içinde, meyhanelerde, sergilerde, her yerde onunla karşılaşabilirdim. Yakın bir insanıydı İstanbul’un. Her zaman aşk içinde. Her zaman bir arama, bir kımıldanma içinde. İsterdim ki, şimdi sokağa çıksam, kalabalığa karışsam, yürüsem yürüsem, en dalgın, en bezgin bir anımda, kalkık şapkası, kolalı gömleği, ütülü elbisesiyle, o, her şeye rağmen hayatından memnun, sadece yaşamaktan, şiir yazıp genç kızları düşünmekten gelen bir mutlulukla dopdolu bir insan haliyle karşıma dikiliverse, dost elini uzatıp, merhaba bile demeden kulağıma, sevdiğim şiirlerinden birini, eski aşkları, o sıcak günleri, unutulmuş mevsimleri hatırlatırcasına okusa, okusa…( Akbal,1977. Şair Dostlarım. Varlık Yay. Faydalı Kitaplar no:175. s.87-93. İstanbul)
MİLAS ANILARIM
Milas deyince ilk aklıma ne gelir, nereleri gelir? Söyleyeyim. Balaca Deresi, Hayıtlı Mahallesi, Sodra Dağı, Gümüşkesen, bir de sevgili ilkokulum. Arada bir Milas’a giderim, orada akrabalarım var, çocukluk anılarım var. Ben ilkokulda birine aşıktım, hıdrellezde bizi Sodra’ya çıkarırlardı. Öyle bir zamanda “ sevdiğim kız bana varmazsa, kendimi kuyuya atarım “ dediğimi bugün gülerek anımsarım. Sodra Dağı, bir de Hasan Dağı için şiirler yazdım, size birini okuyayım :
Hasan Dağı
Hasan Dağı’ndan doğan güneş
Gelir konakların camlarına vurur
Uzanır sonra rençber damlarına
Ahmet Dayı’nın dükkanında durur
Ahmet Dayı’nın boyalı şekerlerini
Bakırlarını, sırçalarını işler
Geçer nalbant Ali Usta’nın oraya
O canım nallarını gümüşler
Hasan Dağı’ndan doğan güneş
Gezinir eski bir askerin rafında
Tören kemerinde kılıcında parlar
Kuş olur öter çarşı esnafında
Akşamla Sodra Dağı’nda yorgun argın
Ayşe’nin alyazması gibi düşer ovaya
Yanan uçları kararır usul usul
Gökyüzüne serpilir yıldız yıldız sonra.
Ben bu şiiri yıllar sonra Milas’a gide gele yazdım. Hatta bu yüzden başka Milas şiirlerim için bir caddeye benim adımı verdiler. Buna değin bir anımı anlatayım :
Günün birinde Bodrum’da dolaşıyordum. O gün Bodrum’un pazarıymış. Alışveriş biçin bir yaşlı kadına yaklaştım. Konuşmasından Milaslı olduğunu anladım. “Siz,dedim, bacım Milaslısınız sanırım, hangi mahalledensiniz diye sordum. Yanıt : Şair Nahit Ulvi Akgün Caddesi’nin olduğu mahalleden deyince “Sen,dedim, bu şairi tanır mısın? Yok dedi.” Gülümsedim geçtim gittim. Ama çok duygulandım. Milas’ta Üçyol diye bir yer vardır. Büyükannemin orada incir ağaçları vardı. Sabahları erken saatlerde benim kolumda küçük sepetle incir toplamaya giderdik. O günleri hiç unutmam. Bir şiirim var o günlerle ilgili. Geliş gidiş galiba şiirle sürecek bu söyleşimiz. Ben izninizle sözümü gene bir şiirle bağlayayım.
Delihüseyinler Türküsü
Burada gene Milas var
Bir yanda Beçin kalesi
Bir yanda Milas ovası
Kaldırmış kuyruğunu koşar
Hatçeler’in düvesi
Kışın yağmur yazın sıcak
Bizim oraların havası
Sel bastı mıydı
Taşar Balaca Deresi
Sodra Dağı’nda Gümüşkesen
Nasıl yanmaz yari küsen
Ben yanıldım sen hoşgör
Canım ciğerim Hüsen
Bizim evdi şu gördüğün
Bir adı Yeşil Boyalı
İçi kilim halı döşeli
Ocağında alevi kütüğün
Ben Delihüseyinler’in torunu
Babam Urumeli’den gelme
Oraların yaşantısı dilinde
Düşman basmış yurdunu
O gün bugün döner dünya küresi
Gene taşar mı Balaca Deresi
Şimdi ben kimim
Milas dediğin neresi
Yıllar sonra bizim mahalleye uğradım. Bana uzun gelen yol meğer iki üç adımmış.
Milliyet İl İl Türkiye Ansiklopedisi. Cilt : 3 , Muğla Maddesi. s.730.
Ürgüp, 29 Ağustos 2013-30 Eylül 2014