O Günleri Biz Yaşadık
Bunlardan biri de lambayı yakma sorunu idi. Lamba hava iyice karanlık olmadan yakılmazdı.
Erken yanarsa söndürülür
Geç kalınırsa hiç kimsenin sesi çıkmaz, karanlıkta oturulur, babanın işareti beklenirdi.
Baba ‘kalk lambayı yak’ derse yakılır yoksa bu sözü söylemesi beklenirdi.
Henüz televizyon yoktu
Radyo vardı
Radyolarda bugünkü gibi elektrikle değil de pille çalışır, altı tane pil takılırdı.
Radyo gelişigüzel açılmazdı
Açılması için izin almak gerekir, izin almadan açılan radyonun açık kalması düşünülemezdi. Radyoyu açan bir süre sonra azar yer, yediği azar yanına kâr kalır, radyo da kapatılırdı.
En rahat dönem sabahlarıydı
Sabahları baba işe gittiği için radyo bizlere kalırdı.
Özellikle evin genç kızı radyoyu açar, müzik, skeç ve radyo tiyatrosu dinlerdi.
Radyo tiyatrosu yarım saatten fazla sürer, en heyecanlı yerinde kesilir, devamını dinlemek için ertesi günü beklemek gerekirdi.
Akşam yemeğinde aile hep birlikte olurdu
Diğer yemekler parça parça yenirdi.
En erken baba kahvaltısını yapar, işe gider sonra da bizler kahvaltımızı yapar, okula giderdik
Fakat akşam yemeğinde aile hep birlikte sofraya otururdu.
Yemek başlamadan uyarılar başlar;
Bağdaş kur, geri çekil, sofrayı önüne çek, ekmekleri çıkar vb. sözler sıradanlaşmış sözlerdendi.
Genellikle yemek iki parçadan oluşur, ana yemekten önce bir çorba bulunurdu.
Pek sohbet edilmezdi
Sadece baba konuşmak isterse konuşur, onun söyledikleri dinlenir, diğer aile bireyleri konuşmaz, sessizce yemeğin bitmesi beklenirdi.
Yemek bittikten sonra eğer lamba yakma saati gelmişse lamba yanar, bizler ödevlerimizi yapar, baba haberleri dinler, anne bulaşıkları yıkar, ortalığı toplardı.
Bu işler gene sessizce yapılırdı
Uluorta laf söylenmezdi
En fazla 21.00’e kadar oturulurdu.
Sonra uykusu gelen sessizce gider yatar, yarın için hayaller kurar, o gün yaptıklarını gözden geçirir, başından komik bir şey geçmişse yatağın içinde için için gülerdi.
Saat 21.00’de tüm aile çekilmiş olurdu
Aynı şeylerin tekrarlanacağı ertesi gün beklenirdi
Mutlu muyduk?
Galiba…