Remzi Rehber : Nevşehir Eğitiminde Bir Kılavuz

 Remzi Rehber : Nevşehir Eğitiminde Bir Kılavuz

İnsanın yaşamında akış düzenini iyiye, doğruya, olumluya çeviren rastlantılar vardır.
Ne mutlu ki, ben Göre İlkokulu’nda ikinci sınıfı Remzi Rehber’in kılavuzluğunda okudum.
Birinci sınıfta Salim Oğuz öğretmenimden sağlam bir temel almıştık.
Okur yazar idik artık.
Remzi Rehber…Nevşehir’li dürüst esnaf Bakkal Ahmet Ağa’nın oğlu…Tanınmış bir aile.
Her köylünün beldede, çarşı esnafında böyle tanıdıkları olur. Güney ailesinin de en güvendiği esnaf Ahmet Ağa idi. Dükkanda, Remzi Bey’in birkaç yaş küçüğü Hikmet Ağabey olurdu. Pazar dışında ne alınacaksa oradan sağlardık. Karşılıklı yardımlaşma içinde, ailelerimiz birbirine yakınlaşmıştı.
 
Remzi Bey her sabah Nevşehir’den motosikletiyle gelirdi. Çakıl serili Niğde şosesi toz toprak.
Okulumuz yamaçta. Yukardan bakardık , Nevşehir yolundan motosikletin pat patları geliyor.
Anlardık ki, Remzi Bey…Döner gelir, biz iki sıra olmuşuz…Aramızdan geçer, durur, sonra gözlüğünü alnına kaldırır. Üstü başı toz toprak…Gülümser:
“ Günaydın yavrularım!”
Biz “Sağooool !” diye karşılık veririz. Çocuk sesimiz koro gibi Oylu Dağı’nda yankılanır.
Motosikletini okulun önüne eğler, içeri girer. Biraz sonra her öğretmen dersliğine dağılır.
Zaten, toplam 4 öğretmen vardı. Sanırım taa 1959’a değin hiçbir zaman 5 olmadı.
 
Remzi Bey soyadı gibi gerçekten rehber,  hakikaten kılavuz idi.
Bize güzel yazı yazmayı, okurken sesin tınısına önem vermeyi o öğretti.
Çünkü yazısı pek güzeldi ve Türkçe bir parçayı pek güzel okurdu.
Sözlük kullanmayı, bir sözcüğü sözlükte aramayı o öğretti bize.
Bir gün derste “Enstitü” sözcüğü geçti. Birçok arkadaşa yazdırdı. Elinde tebeşir, yazı tahtası başında bekliyor. Arkadaşlar yazdılar: Enüstü, Enstütü, Enistü…
“Emrullah! Sen yaz!” Bana güveniyordu.
Yazdım : Enstitü. Geniş yüzünde gülümseme yayıldı, gözlerini kıstı.
“Aferin, işte bu kadar” dedi.
Ödülümüz bu idi.
Bir gün “marangoz” yazdırmak istedi. Arkadaşlar, kibarlık olsun diye “marangöz” yazdılar.
Doğrusunu ben yazınca, yine bir “aferin” kazandım.
 
Bir gün, sabah gelirken apal boyaklı bir kumbara getirdi. Türkiye İş Bankası’nda bana hesap açtırmış. Tutumlu olmayı öğrenmem için. Banka hesap defteri ile birlikte.O da apal.
 
Bir gün sabah ağır bir paket verdi bana. İple bağlanmıştı. Bir dizi kitap: Türk ikizleri, Japon ikizleri, Hind ikizleri…Öykü kitapları…Orhan Kemal’in  adını ilk o zaman, paketten çıkan öykü kitabından okudum. Çukurova’nın nerede olduğunu biliyorduk. Adana’nın pamuğu…Ve kışın yediğimiz portakalın Adana çiftliklerinden geldiği söyleniyordu. Nevşehir’de boğumu 5 kuruşa şeker kamışı satılıyordu ki, o da güneyden, sıcak topraklardan geliyordu. Adana, bizim gözümüzde gizemli, bereketli, uğurlu bir yurt parçası idi.
 
Bir gün okula denetmen geldi. Öğretmenlerin tedirginliği bize de geçmişti. Denetmenlerin de yüzü hiç gülmüyordu. Soğuk bir hava esiyordu okulumuzda. Elime bir kağıt tutuşturdu. “Bunu, evde kim varsa, annene, babana, Hüseyin dedene ver!” dedi. Yolda okudum güzel yazısını “ Müfettiş geldi, tedarik görmenizi rica ederim.” Ailemizi tanıyor, bize güveniyordu. Elbette bazı istekleri olacaktı. Denetmene bir öğlen, akşam yemeği. Nevşehir 4 km ötede idi ama, denetmenin işi ertesi gün de sürüyordu. Geceyi bizim evde geçirmesi gerekiyordu. Hüseyin dedemin güzel odasında, sedire temiz bir yatak serilir, o da gece orada yatardı. Sabahleyin de güzel bir kahvaltı. Başçeşme suyundan çay, evimizin ineklerinden anamın, teyzemin yaptığı tereyağ, taze çörek, bal…Sanıyorum o soğuk yüzlü denetmenler bunca izzet ikramdan sonra okulumuza, öğretmenlerimize daha gülümseyerek bakmağa başlamışlardır.
 
Remzi Bey, bazen beni dördüncü, beşinci sınıf öğretmenleriyle yarıştırırdı. Cep saatine bakarak, kim daha süratli yazacak bir paragraf yazıyı…Mehmet İnan adlı bir öğretmenle de yazı yarıştırması yaptırmayı severdi. Öyle anlarda kahkahalarla izlerdi bizi. Bana güveniyordu, ben de inancını boşa çıkarmadığım, onu mutlu ettiğim için sevinç duyuyordum.
 
Nevşehir ilçesi,  Niğde’den ayrılmış  il olmuş; Kırşehir de ilçe yapılarak yeni ile bağlanmıştı. Tarih 20 Temmuz 1954. Nevşehir’de günlerce şenlk yapılmıştı. Halk neşe yiyor, sevinç içiyordu. Elbette biz çocuğuz, neler oluyor, bilmiyoruz. İkinci sınıfta derslerimiz bitti.
Mayıs ayının ilk haftasında okul tatile girdi. Hüseyin ile okula gittik. Üzgündü. Dolaptan bir atlas çıkardı. “ Emrullah, Hüseyin!” dedi. Sesinde önlemeğe çalıştığı bir titreme vardı. “ Ben, gelecek yıl Göre’de öğretmenlik yapmayacağım. Beni Suşehri’ne sürdüler.” Açtı atlası, gösterdi Suşehri’ni. Sıvas’ın kuzeydoğusunda bir ilçe merkezi.
 
Nevşehir’den Foto Menekşe Necati gelmişti. Tüm öğrencilerin aşağıya, çay kıyısına, Karaağaç bahçelerine inmesi duyuruldu. Orada her sınıf, başlarında öğretmenleriyle resimler çekildi. Biz Güney’ler ile özel olarak, ayrıca resimler çektirdi Remzi Bey. O ak-kara, küçük boyutlu fotograflar, o günlerden kalan en anlamlı “yadigar” olarak albümlerdedir.
 
Suşehri’ne niye gidecekti Remzi Bey? Acep kim şikayet etmişti ki Maarif Vekaleti’ne?
Sürgün nedir, bir öğretmen niye sürülür ki! Bilmiyorduk. O günlerde Demokrat Parti’nin il başkanı, bucak başkanı, sırtını iktidar partisine dayayanlar istediklerini sürdürüyorlar, istediklerini  ehil olup olmadığına bakmadan yüksek makamlara tayin ettirebiliyorlardı.
 
1958’da Göre İlkokulu’nu bitirdiğim zaman, İvrişi mahallesinin önündeki söğütlükte gördüm öğretmenimi. Vardım elini öptüm. Talas Koleji’nin sınavına girip dönmüştüm. Soruların neler olduğunu sordu. Yanıtladım. Umutlu olduğumu söyledim. Tanımadığım birçok kişi vardı piknik yapanlar arasında. Ses alma aygıtını da ilk orada gördüm. Önce radyo sandım. Hanımlar şarkı söylüyorlar sonra kendi seslerini dinliyorlar, bu arada kahkahalarla gülüyorlardı. Kendi kendime, tekniğin en son harikasının bu teyp olduğunu düşündüm. Daha ilerisi olamazdı.
 
Biz ortaokulda öğrenci iken de ilgisini sürdürdü Remzi Bey.
Bir gün, Osman amcam bize birçok küçük kitap getirdi. Varlık yayınları. Türk klasikleri. Evliya Çelebi’yi ilk kez o kitaplardan birinde tanıdım, sevdim ve onu okumak bir tiryakilik oldu benim için.
 
1964’te Ankara Üniversitesi’nde öğrenci iken de Ankara’da karşılaştım öğretmenimle.
Başarılı öğretmenleri sınavla ilköğretim denetmeni yapıyordu Bakanlık. Nevşehir’den bir küme eğitici  arasında Remzi Bey de vardı. Ayaküstü biraz konuştuk. Öyle bol bol vakti yoktu yarenlik edecek.
 
1966’da Remzi Bey’in oğlu Erkan da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi oldu. Bazı derslerimiz birlikteydi. Erkan  şanslı idi. Avanos İlkmektebi Başöğretmeninin oğlu  Prof Dr Turan Güneş ona, fakülteyi bitirdikten sonra doktora yaptırdı. Erkan akademik evreleri tümleyerek yükseldi. Şimdi Uludağ Üniversitesi’nde profesördür.
 
1971’de eşim Hatice Güney’i Göre İlkokulu’nda denetleyen de Remzi Bey idi. Genç öğretmeni başarılı bulmuştu. Deneyim eksikliğine karşın olgun…”Elbette, Güney ailesinden bir öğretmenin başarılı olması gayet olağan!” demiş. Bunu bana kendisi de anlattı.
 
1974’te biz Ürgüp’e taşındık. Eşim de Mustafapaşa İlkokulu’nda görevli idi. Remzi Bey yine ilköğretim denetmeni olarak bir kez daha derslerini izledi ve başarılı bulduğunu yazanağında belirtti. Benim Fırat Üniversitesi’ne geçtiğimi duyunca sevindiğini eşim bana aktardı.
 
Remzi Bey emekliye ayrıldıktan sonra Nevşehir’de mutfak malzemeleri satılan bir dükkan açtı. Fakat, bu işi yapan çok kişi vardı. Sanıyorum, istediği gibi yürütemedi bu işi. Zaman zaman Gazhane Sokağında, İlhan ile Bilge’nin açtığı Güney Kundura’ya komşu olduğu için karşılaşıyor, konuşuyorduk. Ben de o sırada Merkez Ortaokulu’nda öğretmen idim.
Nevşehir ile ilgili bir çalışma yaptığımızı öğrenmiş, bize önerilerini iletti. Çünkü, belki de ilimizle ilgili ilk kitabı o yazmıştı: Nevşehir ve Göreme (1961). Küçük oylumlu, fakat dolu dolu bir kitap idi bu.
 
Her köyün, her beldenin, her kentin Remzi Rehber gibi kılavuzları olsaydı…
Yurt coğrafyasının sonsuzluğunda her yerleşim biriminde çoban ateşlerini tutuşturan rehberler olsaydı Remzi Bey gibi, eğitimde bugün bu durumda olmazdık.
 
Remzi Rehber, Göre için mutlu bir rastlantı idi.
İz bırakmış bir eğitimci idi.
Bir gemici feneri gibi yolumuzu aydınlattı.
Bizler, onun öğrencileri olmakla gururluyuz, öğünç duyuyoruz.
 
Bir öğretmenin emeğinin karşılığı ödenebilir mi? Bizi yönlendiren, rehberlik ederek yaşam yolumuzu belirleyen bir öğretmene ne armağan edilebilir ? Ben de, bir minnet borcu, şükran duygusu, vefa düşüncesiyle İngilizce’den çevirdiğim “ İran’da Kaşgaylar, İç Asya’da , Afganistan’da Türkmenler, Doğu Türkistan’da Uygurlar”  adlı küçük kitabımı Remzi Rehber’e “ithaf” ettim.