SANIK SANDALYESİNE OTURMAK!
Gohte, veda edemeyen yeni bir başlangıç yapamaz diyor. İyiye veda eden, kötülüğe, kötülüğe veda eden iyiye kapı aralamış olur. Günaha veda edenin sevaba yeni bir pencere açması gibi.
İnsanın davranışını belirlemesinde ortam/vasat çok önemlidir. İyilerin ve iyiliklerin işlendiği ortam, insanı daha dengeli, daha saygılı, daha ahlaklı yaşamaya iterken; kötülerin ve kötülüklerin çok olduğu ortamlar ise insanı kötülüğe meyyal kılar.
İnsanın önüne iki yol konmuştur. Bize düşen seçimimizi iyi yapıp bu iki yoldan hayırlısını tercih etmektir. Zira yaptığımız tercihin sonucuna göre muamele göreceğiz. Her ne kadar iyiliğe ve kötülüğe delalet edenler olsa da en nihayetinde kişi gideceği yola, yapacağı işe kendi karar verir. İyilikte ve kötülükte şahsilik prensibi esastır. Kimse kimsenin günahını yüklenemediği gibi sevabını da alamaz.
Ortamın önemini anlatan bir hadiste –mefhum olarak- Efendimiz şöyle buyuruyor: Yaptığı kötülüklerden rahatsız olan, içinde bulunduğu girdaptan çıkmak isteyen bir şahıs, çevresinde mutemet kabul edilen birisine halini arz eder. O ulu kişi de ‘işlediğin bunca kötülükten sonra iflahın/affın mümkün değil’ der. Kurtuluş çaresi arayan adam, madem kurtuluşum yok seni de öldüreyim der ve adamcağızı oracıkta öldürür.
Her ne kadar nâ-hak yere adamı öldürse de iç huzursuzluğu hat safhadadır. Bir ara iyilikleriyle tanınan birinden bahsederler. Adam hemen atlar gider. Bahsi geçen zata durumunu izah eder. Sükûnetle dinleyen kutlu kişi, “yavrum ne kadar günahın/kabahatin olursa olsun nasuh tövbesi* yaptığında Allah onu affeder. Ne var ki bulunduğun ortam seni bu kötülüklere itiyor. Gecikmeksizin orayı terk et,” der.
Ne yapmış olursak olalım, asla ümitsiz olmayalım. Ruhun ve vücudun dezenfekte edildiği Ramazan ayına girdik. Ramazan benim ayım diyen merhametliler merhametlisi bu ayda kullarını affedecek vesileler arayacaktır. Aklını kullanan her insan bu zenginliği fırsat-ı ganimete çevirmelidir.
Allah’ın, kullarına verdiği nimetler sayılamayacak kadar fazladır. Bu nimetlerden bir kısmı maddi bir kısmı manevidir. Alıp-verdiğimiz nefes, atan kalbimiz, gören gözümüz, duyan kulağımız, tutan elimiz, yürüyen ayağımız, tatlıyla acıyı ayırt eden ağzımız, hepsinin ötesinde saydıklarım ve saymadıklarım bütün nimetleri nasıl kullanacağımız aklımız. Bunlar, Rabbimizin karşılıksız verdiği nimetlerdir. Verilen ömür müddetince cömertçe kullanacağımız bu nimetlere mukabil Allah, bizden kendisini tanımamızı/kulluk yapmamızı istiyor. Bizi başıboş da bırakmıyor! Kulluğumuzun yerine getirilip getirilmediğini denetleyen kâtip melekler vasıtasıyla da her anımızı, yapılan her işimizi kayda almaktadır.
Ola ki olumsuz işlerimiz olmuşsa, o işten nedamet duyuyorsak kurtulmanın tam zamanı oruç ayı, gök ayı Ramazandır. Bu ayda, İslam ülkelerindeki genel ahval; iyiliklerin çoğalması, ibadet hanelerin dolup-taşması, kalplerin yumuşaması ve sahâvet damarlarımızın faaliyete geçmesidir.
Vasatın böyle olduğu bir atmosferde insan kendini her daim muaheze/çek etmeli. Kendisini sanık sandalyesine oturtmalı; yapması gerekip yapmadıklarını, söylemesi gerekip söylemediklerini, vermesi gerekip vermediklerini, alması gerekip almadıklarını tek tek kendine sormalı, büyük hesap günü gelmeden kendini yargılamalı.
Unutulmamalıdır ki, bir insan, beni ne kadar iyi veya kötü tanırsa/tanıtırsa tanıtsın kendimi en iyi ben bilirim.
Makama mı, paraya mı, kadına mı; yoksa bizi yoktan var edip, varlığını bildiren Rabbe mi meftun olup olmadığımızı tam da bu ayda bir kez daha gözden geçirmeliyiz.
Her yıl bir ay katıldığımız ruh şöleni oruç ayı, kendimizi gözden geçirme ayı olduğu gibi, aynı zamanda namazla birlikte, Allah’ın bize gök armağanıdır.
Karakoç, insan için ölüm, korku değil, sadece merak konusu olması gerektiğini söyler. Ancak bu ayı iyi değerlendirmemiz halinde durumun böyle olacağına işaret etmekte.
Her ne kadar kadir-i mutlak yüce yaratıcının merhameti sınırsız olsa da biz kulları, korku ile ümit arasında olmalıyız. Hiç kimse yaptığı iyi işlerinden dolayı ben cennetliğim diyemediği gibi, günaha dalmış birisi de ben cehennemliğim diyemez. Ne var ki, büyük hesap gününde hesabımız görülünceye değin havf ve reca arasında olmalıyız.
Kaygı duymalıyız!
Namütenahi dünyada konumumuzun ne olacağının kaygısını duymalıyız. Bir düşünür; ‘kaygı, bireyin hiçlik karşısında korunma kalkanıdır,’ der. Bir mümin için yegâne gelecek kaygısı, en büyük gelecek olan hesap günüdür. Bizler vahye, ahlaka, erdeme, fıtrata kulak kabartmaya devam ettiğimiz müddetçe yarınlar hangi ihtimallerle gelirse gelsin, oradan bir çıkış yolu bulacağımız muhakkaktır. Yeter ki, aramasını bilelim.
Kaygıyla ilgili Endülüslü büyük düşünür İbni Hazm; ‘(…) tasadan kurtulmanın gerçek yolunun ne olduğunu araştırmaya başladım. Âlimiyle cahiliyle, iyisiyle kötüsüyle bütün insanların üzerinde ittifak ettikleri bu hedefe ulaşmanın yolunun ahiret kurtuluşu için gerekli amelleri işlemek suretiyle Allah’a yönelmekten başka bir şey olmadığını anladım,’ der.*
Ramazan bittiğinde ahı ininle nedamet duymayalım. Paha biçilmez Oruç zenginliğini Yüce Yaratıcının armağanı görelim. Bu armağanın karşılığı olarak, yaptıklarımız, yapmamız gerekip te yapmadıklarımızdan dolayı kendimizi sanık sandalyesine oturtalım, hesaba çekelim.
Ahmet Belada
-----------------0----------------
· Nasuh Tövbesi: bir daha işlememek üzere günahtan/hatadan dönmektir.
· Kaan H. Süleymanoğlu, Kaygı Çağının Şafağında İnsanı Savunmak, DİB, S.101-2