SENİN DAĞINIKLIĞIN ONUN GÜCÜDÜR

SENİN DAĞINIKLIĞIN ONUN GÜCÜDÜR

Ormanların kralı aslan, genellikle grup hâlinde gezer. Grup halinde olmanın gücünü bildiğinden, avını sürü hâlindeki hayvanlardan değil yalnızlaştırdığı veya yalnız olanlardan seçer.

İnsan da öyledir. Birlikte olduklarında zarar ya hiç ya da çok az olur. Tefrikaya düştüklerinde ise zayiat çok olur. İnsanlar arası ayrılık bazen siyasi bazen fikri olur.

Siyasi ayrılığın tahribatı mı çok olur, fikri ayrılığın tahribatı mı?

Ülkelerin yıkımı daha çok siyası ayrılıkla olur. Halkların tahribatı fikri ihtilaflarla olur.

Birlikteliğin gücüne, ayrılığın tahribatına örnek: Emevîler güçlü ve birlik olduklarında yaklaşık 2,5-3 yıl gibi son derce kısa sürede İspanya’nın tamamını, Fransa’nın da bazı şehirlerini fethetti.

Emeviler birliğin gücüyle bu fethi gerçekleştirirken İspanya yönetimi, adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarıyla vatandaşı canından bezdirmişti. Birinin birliği, diğerinin dağınıklığı yeni bir medeniyetin doğmasını sağladı.

Endülüs Emevî Devleti, inişli çıkışlı yönetim biçimiyle yaklaşık sekiz asır hüküm sürdü. Hemen birçok alanda insanlık tarihinin az rastlayacağı güzelliklere öncülük etti. Endülüs medeniyeti, Bağdat ve Şam’la birlikte Batı’nın aydınlanmasına çok ciddi katkı sundu.

Onlar da zaman içinde tefrikaya düştüler. Tavâif-i Mülûk yönetiminin akıl almaz serkeşliği sayesinde ülke günden güne irtifa kaybetti. Bunu gören Kastilya Kraliçesi İzbel ile Aragon Kralı Ferdinand önce evlenerek askeri güçlerini birleştirdi. Sonra da dağınık vaziyetteki Endülüs Emevî Devleti’ni yıktı.

Hakeza Abbâsî Devleti de uzun müddet İslâm dünyasının temsilciliğini yaptı. O da zaman içerisinde farklı düşünce ve siyasi çekişmelerden güçleri dağıldı/azaldı. Önceleri hamiliğini yaptıkları Şîa grubu, aradığını bulamadığı Abbâsîlere bayrak açtı. Bayrak açmakla kalmadı, önce Kayravan’da Şiî Devleti’ni kurdu. Zaman içinde Mısır, Irak ve Suriye’yi de içine alan güçlü bir devlet oldu. Diğer taraftan “vekâlet güçleri” diyebileceğimiz Büveyhoğulları, Sâmânoğulları, Bâtınîler, Hamdânîler, Mirdâsîler, Hammâdîler’le de gücüne güç kattı.

Aynı dönemde Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular gibi güçlü Türk devletleri de vardı. Bu devletler zaman zaman kendi arasında mücadeleye girdiği bibi bazen de Hristiyanlarla birlik olup, kendi kardeşleriyle çarpıştı. 

Bu siyasi farklılıkla birlikte itikadî düşüncede Mâtürîdî ve Eşârî, ameli anlamda Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî Ehl-i sünnet mezhepleri, diğer taraftan varyantlarıyla birlikte Şîa, Mu‘tezile, Cebriye, Mürcieye, Kaderiyye gibi değişik fikri/mezhebi akımlar da vardı.

Can sıkıcı, bu siyasi ve fikri akımları, tek çatı altında bir araya getirmenin zorluğunu bilmem söylemeye gerek var mı? İslâm dünyası geçmişte böyleydi. Günümüzde çok mu farklı?

İnsanlar tercihinin sonucunu yaşar. Devletler de.

Tarihteki bu gerçekliği dile getirmekteki maksadım, insanlara karamsarlık aşılamak değil, geçmişte olanları bilip aynı hataya düşülmemesi için. Aşağıda vereceğim güzel örnekleri de unutmamalıyız.

Her ne olursa olsun asla ümitsizlik yoktur.

Yaşanan sıkıntı ve dağınıklıktan dert yananlara, bizi bu badireden çıkartacak yok mu diyenlere Allah, öncülük yapacak birini gönderir. Tıpkı Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda olduğu gibi. Şehir devletçiklerinin egemen olduğu bir dönemde, Selçuk’un babası Dukak’ın, Yabgu’nun haksız uygulamalarına başkaldırmasıyla başlayan liderliği, yerine geçen oğlu Selçuk’un Müslüman olması, onun özenle yetiştirdiği Tuğrul ve Çağrı Bey’in örnek birlikteliğiyle Selçuklu Devletinin vücut bulması gibi.

Prensiplerini İslâm’dan alan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, devletini kurduktan sonra ilk iş olarak Bağdat Halifeliğini Şiî Büveyhoğulları’nın tasallutundan kurtardı.  Halifeyle iyi ilişkiler kurdu. Çok kısa sürede, devleti güçlendirdi. Birçok alanda başlattığı yeniliklerle cazibe merkezi oluşturdu. İslâm birliğini sağladı. Alpaslan’ın Bizanslıları yenmesiyle de Anadolu’yu İslâm yurdu yaptı.

Benzer birlikteliği ve çalışmayı Eyyûbî Devleti’nin kurucusu, dağılmaya yüz tutan İslâm Birliği’ni tekrar tesis eden Selahaddin-i Eyyûbî yaptı. Önce ahlak ve maneviyat üzerinde durdu. Ardından seksen yılı aşkın ecnebilerin elindeki esir Kudüs’ü kurtardı.

‘Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.’

Günümüze gelecek olursak; artık imparatorluklar yok. İslâmî prensipleri esas alan devlet ve yöneticiler de yok.

Yaşadığımız çağ, II. Dünya Savaşı’nın akabinde kural ve kaidelerini Batılıların koyduğu yepyeni yönetim çağıdir. Bugün itibariyle yeryüzünde 196 devlet var. Bunların irili ufaklı 54’ü, ‘bir binanın tuğlaları’, ‘bir zincirin halkaları’, ‘bir tarağın dişleri’ gibi olmaktan çok uzak, içlerini vehn’in kapladığı halkı Müslüman devletler oluşturuyor. Bunlardan bir kısmı varlık yokluk mücadelesi verirken bir kısmı da celladına âşık durumda.

Mazlum ile Allah arasında mesafe yoktur. Mazlum ve müstezafın niyazını duyan Yüce Yaratıcı, mutlaka ağzı dualı, elinden bir şey gelmeyen çaresizlere cevap verecektir. Bu cevabı; kimin sesiyle, kimin eliyle ne zaman ne şekilde vereceğini güç ve kudret sahibi bilir.

Akaidimizin temel kaidelerinden biri de, “Allah ihmal etmez, imhal eder.” Şeklindedir.

Armudun sapı, üzümün çöpü demeden birlik olmanın yolları aranmalı. Kulluğumuzun gereği ilâhî mesaj, iyi anlaşılmalı.

İslami gerçekliğimiz, birliği telkin ederken, biz ayrılıklarımızı gündemde tutuyoruz. Hâl böyle olunca da seni yok sayan, parya gören, öteki; öldürmek dâhil her türlü acımasızlığı sana reva görüyor.

Silkinip ayağa kalkmanın, düşmana cevap vermenin yegâne yolu; birlik olup, caydırıcı güç sağlamaktır.  

Unutma! Allah’ın dışında, hiç kimse ve hiçbir şey yenilmez olmadığı gibi ebedi de değildir.

Unutma! Unun gücü senin bölünmüşlüğündendir.  

Ahmet Belada