Sevap

SEVAP
 
1978 yılında Fırat Üniversitesi'’ne geçtikten sonra
                   ilk yaz dinlencesi için Ürgüp’'e dönmüştüm.
Adı dinlence.
Hemen doktora tez alanımda ön araştırmalara başladım.
O yılın ağustosu olağanüstü sıcak geçiyordu.
Ve ramazan ayı idi.
Acıgöl ve dolayını gezdikten sonra
                             Kızılırmak koyağına (*) gitmeğe karar verdim.
Arabamla geziyorum. İstediğim yerde duruyor; fotoğraf çekiyorum;
                                    gözlemleri defterime yazıyorum;                                       
                                    haritama işliyorum yer biçimlerini.
Tatlarin'’e ulaştım.
Seferiyim. Oruç tutmuyorum. Susamışım, acıkmışım.
Öyle, herkesin içinde de yenmez, içilmez.
Yoksul giyimli bir köylü, anladı durumumu.
                                                                 Candan ilgilendi benle.
Israrla evine gitmemizi istedi. Nerdeyse yalvaracak. Kıramadım.
Taa yukarısında Tatlarin'’in,  yarı mağaramsı evine gittik.
                          Yokuşu tırmandık, yayan...…Toz toprak içinde…
                          Konuşarak, yarenlik ederek.
Eve vardık. Sergi yok. Hiçbir şey yok. Kararmış bir tandır odası.
Evde çocukluktan genç kızlığa geçiş döneminde  kızı var.
Sormaya çekiniyorum.
                   Belki de adamcağızın hanımı ölmüştür.
                                                                              Çünkü evde kızından başkası yok.
Utangaç. Babası daha bir şey demeden, ocağa keveni attı,yaktı.
                                                                                               Tereyağlı yumurta pişirdi.
Güzel kokusu yemeğin,  çevreye yayıldı.
                                         Acıkmışın dayanamayacağı bir durum.
Kalaylı siniye yufkayı da koydu, avluya getirdi.
                                                                      İzliyorum. Görgülü bir kız olduğu belli.
Fakat, beni evine çağıran adamcağız oruçlu.
Ben yerken, pek acıkmış olmalı ki, yüzünde ıstırap , acı var. Kıvranıyor.
                                                     Yutkunuyor. Gözlerini kaçırıyor sahandaki yumurtadan.
Dayanamadım.
“ ''Yav sağol, beni evine davet ettin, konukseverliğini gösterdin, amma siz de oruçlusunuz, açsınız. Daha oruç açmanıza altı saat var.  Ben yemeyeyim sizin önünüzde bu yemeği.''”
Adam gülümsemeğe çalıştı.
“'' Sen yemene bak adamım,'” dedi. “ 'Bizim ikramımızdan nooolacak?
  Amma, sen ekmeğimizi yedikçe, bizim orucumuz haggaten gabul olacak;   
  sevabımız artacak.”''
 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
* Koyak, Anadolu’da akarsuyun açtığı çukur yer, dere demektir ve öz Türkçedir.
Vadi sözü , Arapçadır. Aslı vad, ya da el-ued’dir.