Değerini bilemediğimiz ozanımız, yazarımız
Her işimi küçük büyük, önemli önemsiz demeden,
şiirsel bir coşkuyla yapmaya çalışmışımdır.
S.Arısoy
Uy anamın evi, baş tacım;
Yağsız hamur aşım,
Yer yatağım,
Döşeksiz sedirim,
Tek odam,
Fakir odam !
Saçını benim uğruma,
Süpürge etti anam !
Tel tel, anıları, tel tel
Yüreğimde tel tel evim !
Senin içinde gelişip, serpildim;
Sendendir saadetim !
Subay çocuğu Sunullah Arısoy 25 mart 1925 günü Şile’de doğdu. Babasının görevi gereği bir süre yaşadıkları Diyarbakır’da Süleyman Nazif İlkokulu’nu bitirdi. O, 9 yaşındayken ailesi, Arısoy soyadını aldı. Üsküdar 1. Ortaokulu’nda okudu. Yıl 1935 idi. Anadolu halkının yaşamını gördü, gözledi, izledi, derinden etkilendi. Haydarpaşa Lisesi’ni bitiremeden geçim dünyasına daldı. Lise eğitimini epey aradan sonra sonuçlandırdı. 24 yaşında, bir ders yılı boyunca (1948-49) İçbatı Anadolu’da bir köyde öğretmen olarak çalıştı ( Kütahya, Tavşanlı, Kızılçukur ). Sümerbank’ Genel Müdürlüğü’nde Ticaret Şefliği, Yayımlar Dairesi Başkanlığı yaptı. 1961’de Meydan Sahnesi’nde oyuncu oldu. Bilgi Yayınevinde, Türk Tarih Kurumu Basımevi’nde yöneticilik yaptı. TDK uzmanı olarak, radyo ve tv için edebiyat izlenceleri hazırladı, Türkçemizin arı duru olması, gelişmesi için çaba gösterdi. Ankara Televizyonu’nda “Bir Güneş Battı” ve “Çağdaş Türk Edebiyatından Örnekler” adlı programları aydınlarca ilgiyle izlendi.
İlk şiiri1941’de Yücel Dergisi’nde yayımlandı. Ayrıca Türk Dili, Aktüalite, Ulus, Dost, Akis’te yazıları çıktı.
Roman: Karapürçek. 1958 ve 1972
Uzun öykü : Tedirginin Biri. 1962,
Güldeste : Yeni Türk Şiiri: Deste. 1951,
Türk Hiciv ve Mizah Antolojisi. 1967,
Türk Hikaye Antolojisi (Yaşar Nabi Nayır ve Mustafa Baydar ile birlikte), 1967,
Şiir kitapları: Garipler Treni 1948.
Muhteşem Kavga : 1951,
Mustafa Kemal Türküsü. 1953,
Yaban Mavisi . 1956,
Dışa Vuran Karanlık. 1961,
Yanlış Yaşadık. 1970,
Sabrın Gülü,1980,
Atatürk, 1981
Arısoy’un somut, destansı şiirinde ,dileği dostluğa, barışa…
Kardeşçe, aşkla yaşamağa çağırıyor herkesi…
Gene kişiyi baştan çıkartan, nerdeyse delirtecek
Bir yaban mavisinin şavkı vurmuş gökyüzüne ;
Yoksul kavgalardan kurtul da gel gayri,
Koy başını göğsüme, ağlama !
Vurulmuş dört yönünden bir yürekle,
Biliyorum yaşaması zor !
Ama bu yaban mavisi, bu özgür esen rüzgar
Kişiye yeni umut kapıları açıyor !
Bu kuşkonmazın yaşama sevincini görüyor musun ?
Nasıl mutluluk içinde büyüyor !
Bu ak-yeşil yaprakların, güvenle yönelişi ışığa,
Yalnızlığım kadar gerçek, senin kadar güzel, duyuyor musun ?
Ne bulduk bunca yıl, bu göçmen dileklerden ?
Şimdi bu yaban mavisinde benim kurtuluşum !
Ak-yeşil yaprakta, bu özgür rüzgarda, bu gökyüzünde…
Ben gayri yunmuş arınmış, esenlikle uçan bir kuşum !
Yaşamanın gür aklığına selam duruyorum !
Bu yaban mavisinin şavkı altında, herkesi
Sesimin yettiğince ünleyerek
Kardeşçe, aşkla yaşamaya çağırıyorum !
Karapürçek…Arısoy’un tek romanı. Bir kent insanının gözüyle kır, köylü-devlet ilişkileri ve eğitim sorunları… Tek parti hükümetinin son yılı. Demokrat Parti güçleniyor. Ülkede kim muhalif, “Demokrat” diye suçlanıyor. Öğretmenin görev yapacağı yer, Atranos Çayı havzasında bir dağ köyü. Halk, geçimini maden ocaklarında çalışarak sağlıyor. Genç öğretmen, atandığı köyde hiç de ilgiyle, sevgiyle karşılanmıyor. Önceleri karamsarlığa kapılan idealist (mefkureci) öğretmen bir plan yapıyor. Cuma namazında halkın arasına katılıyor. Güya nişanlısı varmış da, ölmüş gibi, onun için mevlit okutuyor. Muhtar Kabak Ali’nin, imamın, köylülerin davranışı değişiyor. Artık o sevilen bir öğretmendir. Ne var ki, eğitimi önemsememektedir köylü. İlkokulu bitiren de bitirmeyen de maden ocağında işçi olacaktır nasıl olsa. Öğretmen, ne yapar eder, köylüyü inandırır. Çabaları sonuç verir: Okuma çağındaki tüm çocuklar okula gelmeğe başlarlar. Okuma çağı geçse de, öğretmen 14-15 yaşındaki güzeller güzeli, prenses edalı Zehra’yı da okula getirtir. Kör Mamıt adında bir maden çavuşu, askerdeki oğluna almak istemektedir genç kızı. Köye geldiği zaman adam, Zehra’nın okula başladığını öğrenince, öğretmene düşman olur. Yalancı tanıklar da bularak , Onu şikayet eder. Suçlama çok basittir : Demokrat, muhalif…Daha ağır suçlama da vardır: Öğretmen, Zehra’ya sataşmaktadır. İlköğretim denetmeni köye gelir. Soruşturma sonucu, öğretmenin bir iftira ile karşı karşıya olduğuna inanır. Kararı olumludur. Fakat o gece, Zehra, öğretmenin tek dam evine gelir. Ağlayarak, öldürülmekten, kaçırılmaktan korktuğunu , öğretmenle birlikte İstanbul’a gitmek istediğini anlatır. Kör Mamıt’ın oğlu sözlüsüdür ama, onu sevmemektedir Zehra. Öğretmen de genç kızı beğenmektedir. Kararsızlıklar içinde bocalar. Zehra’yı izleyen Kör Mamıt’ın tuttuğu adamlar, öğretmenin evinden çıkar çıkmaz Zehra’yı kaçırırlar. Bu olay, denetmenin düşüncesini, kararını değiştirir ; yeni bir yazanak düzenleyerek Kaymakamlık’a bildirir. İlçe yönetimi, öğretmenin görevine son verir. Ertesi sabah, Zehra dağda baygın-yaralı bulunur. Öğretmen binbir güzel duygularla geldiği köyden, elinde bir tahta bavulla, derin üzüntüler içinde , ayrılır…
Uykulu bir sessizlik gerinmektedir;
Köyümün üzerinde, basık ve tek gözlü evlerinin,
Tembel-tembel…
Işığımız yok, yolumuz kapalı, umudumuz az
Uzanmamış, uzanmamış bize yıllarca
Dostça, muhabbetle, mübarek bir el !
İnsafsız bir kış bastırdı ansızın
İnsafsız bir kaderle baş başa…
Ağır ve koyu bir karanlık geliyor
Dağlardan köye doğru…
Rüzgar, dağların hür rüzgarı az sonra ıslık çalarak geçecektir
Dar yollarımızda
Karanlık, çamurlu yollarımızda
Bir aşağı, bir yukarı…
Analar, yorgun kollarında
Ağlayan küçük çocuklar
Dar odalarda,
Gezinecektir: Bir aşağı, bir yukarı !
Her evde üç çocuk, beş çocuk,
Yalınayak, yarı çıplak,
Büzülecek, titreyip de büzülecektir !
( Yarın okula nasıl gelecek ? )
Ocaklarda solgun alevler
Çamur sıvalı duvarlarda
Acayip hayaller çizecek,
Yanık yüzlü,
Karanlık yüzlü erkekler
Yüzlerinde o mağrur, sert çizgiler
Gözlerinde solgun alevler,iri ve nasırlı ellerinde,
Kaçak tütünden sardığı sigara…
Bir derin nefes, bir derin nefes çekecek
Sigaradan, dumanlar ciğerinde…
Bir derin iç çekecek, bir derin “Ah !” edecek…
Aman sorma kardeşim,
Bu iç çekiş,
Bu “Ah!” ediş,
Bu rüzgar, bu ağlayan çocuk,
Bu tarihe sığmaz kahraman : Ana !
Aman sorma kardeşim
Bir şey yer içimi derinden,
Bir şey, gelip tıkanır boğazıma
Ağlayasım var !
( 1949)
Şiirde geçen yer , Karapürçek romanında anlatılan köydür…Bir İstanbul çocuğunun, çocukluğunu, ilk gençliğini geçirdiği yerlerden pek de uzak olmayan bir köydeki ilk izlenimleridir bunlar… Işık da yoktur, aş da yetersizdir, yuvalar da çağdışıdır…Arısoy, bu şiiri yazdıktan 9 yıl sonra, bir ders yılı boyunca kazandığı izlenimleri, gözlemleri romanlaştırmış ve kitaplaştırmıştır.
Bir gölge gibi peşimdesin;
İşimdesin, gücümdesin,geceleri,
Düşümdesin !
Yoluna kul, köle olduğum;
Canım kurban,
Kanım helal,
Sevdiğim,
Memleketim !
(1952)
Arısoy’un şiirinde pastoral öğeler yoğundur. Çoban şiiri buna güzel bir örnek olur. Daha deniz görmemiş Bingöl Çobanlarına gönlünü yayla yapan Kemalettin Kamu gibi, Arısoy da Marmara bölgesinin dağlarındaki özgür yaşayışı destanca şiirleştiriyor…
Ben dağlarda büyüdüm;
Dağ çocuğuyum…
Bir dağ gibidir yüreğim:
Yüce, iyi, serin !
Ben dağlarda büyüdüm;
Bir dağ çiçeği gibiyim:
Hür, namuslu ve güzel…
Ellerimin çirkinliğine bakmayın,
Yüzümün yanıklığına…
Dişlerim gibi bembeyazdır
Bütün arzularım…
Bu dağların bütün ağaçları beni tanır;
Bütün kuşlarıyla ahbabım…
Şu en ulusu var ya çamların, taa tepede,
İşte ben bütün ovayı ordan seyrederim,
Orda yatarım,
Türkü söylerim,
Koyunlarımı güderim…
Ben dağlarda büyüdüm;
Küçücükten…
Bu dağlarda her çiçeği koklamışımdır;
Her çalının çizikleri vardır,
Ellerimde ayaklarımda…
Her ağaç, gölgesinde uyuttu beni,serinletti suları, sağolsun !
Gün ışıdı mı önce beni bulur;
Yel esti mi , dağılır önce efkarım,
Dünyadan haberim yok çok şükür,
Yeter bana oğlaklarım, kuzularım…
Bir ovaya bakarım,
Bir gökyüzüne…
Ova, yayılır gider önümde,
Gökyüzü bulutlarla kanatlanır,
Yıldızların hepsi , ne kadar ırak da olsalar
Beni tanır…
Ben dağlarda büyüdüm;
Küçücükten…
Anamı bilmem, dağları bilirim,
Bir dağ gibidir yüreğim:
Yüce, iyi, serin…
Ellerimin çirkinliğine bakmayın
Bir dağ çiçeği gibiyim:
Hür, namuslu ve güzel…
( 1952 )
Eleştirmenler Arısoy şiirindeki gelişmeleri yorumluyorlar: Önce Garip akımını önemsedi. Sonra ikinci Yeni etkisinde yazdı şiirlerini. Giderek halk şiiri özelliklerinden yararlandı. 1960 sonrasında toplumsal gerçekçi şiirler üretti. Karamsar içerikli, kısa kurgulu … Biçim arayışlarını sürdüren şairimiz Divan edebiyatına özgü, gazel benzeri şiirler denedi. Özdemir Asaf ile benzerliği de vardır. Onun gibi kısa, zeka ışıltılı, keskin sözcüklerle özlü anlatıma dayalı şiirler kaleme aldı.
Yazar, yayıncı Remzi İnanç’ı dinleyelim : “ Çalışmaya ve yazmaya başlama tarihi birbirine oldukça yakındır. Eli ekmeğe ve kaleme aynı yıllarda değmiş. Yazmak tutkusu çok erken bulmuş kendisini. 1941 yılında ilk şiiri Vasiyet ve ilk yazısı 18 Yılda Türk Edebiyatı ile adını ak kağıtta görüyor.(…) M S Arısoy denince aklıma ödünsüz kişiliğiyle çalışkan ve “genç” bir adam gelirdi. 65’ini sürüyordu ama, doğrusu hiç göstermiyordu. Çakı gibiydi. Onu yolda yürürken, toplumsal ve kültürel olayları izlerken görmeliydiniz. Rakı içerken, edebiyat, şiir konuşurken bir de. 150 kuruş gündelikli işçilikten, ülkemizin önemli basım kuruluşlarının en üst yöneticiliğine kafasının gücü ve yüreğinin açıklığıyla gelmişti. Düşünce olarak Mustafa Kemal’i çağdaş ölçütlerle değerlendirmiş ve ona bağlanmıştı. Dostların çoğu sosyalist felsefeye yakın olsalar da; o, sosyal demokrat dünya görüşünü benimsemişti. Tabii piyasadaki sosyal demokratların çoğunu kendinden saymıyordu. Türk dilinin, Türkçenin dervişi denebilirdi ona; dilin doğru ve güzel kullanılması, uğraşlarının başında gelen ender edebiyatçılardandı” (2002.kar altında güller var. s. 20-22. Papirüs. İstanbul)
Cumhuriyet’in birinci yılında doğan Arısoy’da Atatürk sevgisi sonsuzluk gösterir. O, öldüğünde 14 yaşındadır ; dayanılmaz acısını şiirleştirmiştir. “ Edebiyat sözlüklerine baktığınızda Arısoy’un önemli bir çalışmasına yer verilmediğini görürsünüz. Atatürk’ün söylediklerini, yazdıklarını günümüz Türkçesine kazandıran çalışma. “Atatürk’ten Bize” adlı bu çalışmanın birinci cildi 1987’de Hürriyet Vakfı’nca yayımlandı. Daha iki cilt var. Atatürk gibi eşsiz bir konuşmacı, usta bir yazar olan devrimcinin yeni kuşaklarca iyi anlaşılması, söylediklerinin, yazdıklarının günümüz Türkçesinden okunmasını gerektirecektir. Arısoy’un hazırladığı çalışma kitaplığımızda baş yeri tutacak niteliktedir (M.Ş.Onaran ).
Her şeyinle varsın, fikrin ve ülkünle
Bir acımız var ki, gözlerine, sesine hasretimizden
O da sensin ölümün alıp yitirdiği…
Yüreğimizde bir kor-ateştir yanar !
“ Gülşen ağlar, bülbül ağlar, gül ağlar. “
Yurt güzellemeleri, güldestelere alınmış şiirleri de vardır Arısoy’un. Bunlarda içli bir sevgi, duygusallık ağır basar. Türkiye için duyduğu kaygı da vardır. Umudu, dileği, beklentisi yücelerden yücedir…
Yurdumun bütün kırları
Baharda yeşerir, güzelim baharda,
Bütün ağaçları, - önce bademler –
Baharda çiçek açar, güzelim baharda…
Ben o zaman sevinirim !
Yurdumun bütün tarlaları
Bereketli, verimli tarlaları
Yaz ortası altın sarısıdır.
Altın sarısı, iri taneli, nur yüzlü başaklar
Sallanır, keyifle, aşkla
Sıcak rüzgarında, yazın
Bir o yana, bir bu yana…
Beni altın sarısı başaklar memnun eder,
Ben o zaman gülerim !
Yurdumun bütün dağları,
Dumanlıdır başları,
Karlıdır,
Yiğitçe nöbet tutar…
Ben dağlarımı bunun için severim 1
Gece, gündüz gönlümce olmalı
Yurdumun gökleri…
Geceleri yıldızlı,gündüzleri ışıklı…
Karanlığı istemem göklerimde.
Ben o zaman şenlenirim !
Bilirim, içim kararır,
Yurdumun bütün yolları
Dileğimce değil…
Bütün yolları Anadolu’mun
Dağ yolundan caddesine dek,
Büyük umutlar gibi, uzanıp gitmedikçe
Benim ayaklarım rahat değil !
Köyleri Anadolu’mun
Dağında, yaylasında, ovasında
Kırkbini birden
Karanlıktan kurtulmadıkça,
Ben, ışıkları sevemem !
Aşı aş olmalı, evi ev ki,
Yurdumuzdaki milyonların,
Lezzeti eksilmesin dilimden
Yediğimin !
Saadeti, huzuru olur ancak
Oturduğum evin…
Gayrisi aş, zehir aşı,
Gayrisi ev, çalı dibi !
Dalında meyve ballanmalı,
Evlerinde gönül şenlenmeli
Pınarından soğuk sular içilmeli,
Yollarında rahat rahat yürünmeli,
Sevinmeli, oynamalı, gülmeli,
Bir gün olup, yurdum gayrı
Cahilsizdir demeli,
Demeli de, ardında kalmamalı gözleri.
Ölürse de, keyf içinde, dileğince ölmeli.
( 1954 )
Karapürçek romanı pek de ilgi görmez. Aydınların ayırdına varamadığı bir küçük kitap olarak kalır. Ancak iki kez basılması da bu ilgisizliği gösterir. Köy öğretmeninin, aydının, yazın erlerinin, öğrencilerin okuması gereken zarif bir kitaptır oysa. Arısoy bir eğitimci değildir ve bunu da savlamaz. O, yalnızca bir ders yılı boyunca öğretmenlik yaptığı köyü anlatmıştır. Mahmut Makal öğretmenimiz, böyle kısa süre öğretmenlik yapan birinin yazdığı romanın gerçekçi olamayacağını ileri sürer ( Vatan Yıllığı, 1960 ). Ne var ki, güzel Türkçemize, kır, köy yazınımıza bir katkıdır Arısoy’un yapıtı…
Öykünü sırtla yürü git uzaklara
Bakma ardına
Niceymiş yalnızlığı korkusuz yaşamak
Akmak, dalgalanmak, coşmak
Var mı, kimlerdenmiş ağlamak
Yüreğinde n’etsen, bir süre sızlayarak
O yer…Orası…Hep o aldatan
Tersyüz edip, ak gösteren kirliliği
Kimliği belirsiz bir koşucu
Atsız, evet, üstelik yayan…
Bakarsın gelirim.
Dingin koyaklarda ağıt yakılmaz
Güvercin gülüşlü geceyi kat önüne
Sabaha varsın
Kekremsi ayva tadındaki
Unut acılarını
Güneşe ulaşırsın
Bakarsın gelirim.
Kuşlara gönül bağla
Kırlangıçlar hep umut taşırlar
Sakalarda ürkek bir türküdür sevi
Sığırcıklar sürüsü
Alıp nerelerden nerelere götüresi
Çılgınsı sevincidir yaşamanın
Dene !
Bakarsın gelirim. ( 1989 )
Sevgi Özel diyor ki: “ Sunullah Arısoy’a birkaç arkadaş “baba” derdik. Gençleri çok seven Arısoy’un hoşgörüsü, sevecenliği, şakacılığı üstüne en yakın dostu Remzi İnanç’tan dinlediğim tatlı öyküleri kendisine anlattırırdım. Kahkahalarıyla böldüğü öykülerinde yaşayan, yaşamayan nice yazar, ozan karışırdı söyleşimize. Sunullah babanın dostluğu güzeldi. Sunullah baba ve onun kuşağı, çoğu kendi kendini yetiştirmiş üreten, araştıran, tartışan, dirençli kişilerdir. Son yıllarda sağlığı iyi değildi. “ Nereden inceldiyse oradan kopsun “ diyerek göğsünün altını gösterirdi. İnançlı bir yazar, ozan ve dosttu. Sunullah Babayı çok arayacağız, çok özleyeceğiz.” ( Çağdaş Türk Dili.24. Şubat 1990.565-567 ss. Ankara)
Dr Mustafa Şerif Onaran’ı dinleyelim : “Yerleşik bir öğrenimden geçmemişti. Geçimini sağlamak için gününü dolduran çeşitli işlerde çalışmıştı. Kimi zaman içkiye sığındığı olmuştu. Gene de nice altından zor kalkılacak çalışmalara zaman ayırabilmişti. Sözcükleri arama gereksemesi duymadan, söyleşinin akışında duraksamadan, dolu sesiyle, özleşme Türkçesinin tadını çıkaran renkli bir konuşmacıydı. Edebiyat adamı olması özelliklerinin üzerinde önce şairdi. Sesli okumaya elverişli bir anlatı şiirini sevdi. Yaptığı bütün işlere o şiirin sıcaklığını yansıtmasını bildi. Yanlış anlaşıldı. Daha doğrusu, hazır yargılardan yola çıkanlar kendi çıkarlarına yarayacak görüşler yakıştırdılar Arısoy’a. Neden çekildi Karaova ’ya ? İnsanlara kırıldığı için mi? Kendisiyle, doğayla, kitaplarıyla baş başa kalmak için mi? Başarıya ulaşmanın bir boyutu da zamanı kullanmaktır. “Yanlış yaşadık” dediği boşa geçen zamanı daha iyi değerlendirmek için mi göçtü Karaova’ya ? “( ÇağdaşTürk Dili. Ocak 1991. 35.1107-1108 ss. Ankara ).
Yazar, ozan Sunullah Arısoy, 1989’da Kuşadası’nda sonsuzluğa yürüdü. Eşi Ülkü Hanım, ozanımızın ömrü boyunca biriktirdiği 8 bin kitabını Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı’na bağışladı. Vakıf, O’nun adına bir kitaplık açtı. KEGEV, 1996’dan bu yana Sunullah Arısoy Edebiyat Ödülü veriyor.
Ozan, yazar Arısoy’u tanıyan, değerini bilen var mı?
Öğretmenim, Türk Dili ve Türk Yazını öğretmenim O’nu tanıyor mu?
Yalnız tanımakla kalmamalı oysa, öğrencisine de anlatıyor mu?
Şiirlerindeki inceliği, içtenliği, arı duru, temiz anlatımı örnek gösteriyor mu?
Bu sorulara olumlu yanıt vermek zor olsa gerektir…
2013 yılı başlarken aramızdan ayrılan Yazar Burhan Günel’in tanıtımıyla bitirelim yazımızı : “Dingin görünüşlü bir beyefendi. Az konuşan, konuşunca dinlemeden edilemeyen, gözlük camlarının arkasındaki gözleri uzaklara, derinlere, kimi zaman uzun uzun kendi içine bakan, biraz mesafeli duran, ama tanıdıkça açılan, pencerelerini aralayan bir kimlik. Arı dil savaşımcısı. Özgürlükçü, toplumcu. İçten ve hesapsız. İnsana saygılı, insancıl. Sonuna kadar yurtsever.”
Şiirlerinde sonsuzluğa yürüyüşü Yunusca oldu:
O benim can kuşum, ulu kurtuluşum;
O benim sıcak soluğum, soluksuz acım.