TOPLUMDA ŞİDDET EĞİLİMİ

1990 yılı yaz dinlencesi başlayınca, doğrudan, kestirmeden Ürgüp'e gitmek yerine Doğu'ya doğru bir yolculuğa çıktım. Van Gölü kıyıları, Doğubeyazıt, Iğdır, Kars, Ardahan, Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Şebinkarahisar, Suşehri, Sıvas, Kayseri...
Tatvan'a giden otobüse bindim. Fazla yolcusu yoktu. İstediğin koltuğu seç, otur.
Otobüste iki genç İngiliz turist var. Her şeye ilgi gösteriyorlar, şaşkın bir sevinçle çevrelerini seyrediyorlar. Karı koca olduklarını sanmıyorum. Üniversite öğrencisiymişler. Söyleşiyoruz.
Kız o denli güzel ki! Bulutsuz gömgök gözleri sevgiyle bakıyor insana. Pürüzsüz yüzü biçimli. Parlak sarı saçları göğsüne iniyor. Rahat giysiler içinde herkesin dikkatini çekiyor. Benim ödüm sıdıyor, başlarına bir hal gelecek diye. Delikanlıyla zaman zaman kucaklaşıp öpüşüyorlar. Otobüsün sürücüsü pek saygılı. Yardımcısıyla su gönderiyor. Meşrubat iletiyor. Fakat 15,16 yaşındaki yardımcı pek sinsi. Yanımıza geliyor, gözlerini kızın gözlerine dikip diyor ki;
'' Seni şöyle bi tenhada elime geçirsem öyle bi sopa çekerim, öyle bi dayak atarım ki sana.'' diyor.
Sanki güzel sözler söyler gibi alabildiğine şirinleşitiriyor yüzünü, gülümsüyor sinsi sinsi.
Genç kız, iltifat sanıyor söyleneni:
'' Thank you, thank you very much, thats very kind of you'' diyor...
.................
Arkadaşım Doç Dr Taner Kılıç anlatmıştı:
'' Yüksek Lisans tez çalışması olarak Ilgaz Dağları Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı konusunu almıştım. Çankırı, Çerkeş , Kastamonu arasında bir Fransız arkadaşımla gezip dolaşıyoruz. Cennet gibi yerlerde inanılmaz bir yoksulluk...Çocukların avurdu çökük ; beslenme bozukluğu yaygın. Hangi köye gitsek bizi define arayıcısı sanıyorlar. Yardım önerenler var, ellerinde harita olduğunu söyleyenler çıkıyor. Biz, bilimsel araştırma için gezdiğimizi söyleyince de '' Siz kimi kandırıyorsunuz!'' der gibi bakıyorlar. Karakollara şikayet edenler de çıkıyor. Bazen bir yetkilice sorguya çekildiğimiz de oluyor.
Bir köye girdik. Çayevini bulduk, oturduk. Çay söyledik. Yanımıza çocuklar toplandı, merakla bakıyorlar. Bir delikanlı sinsi sinsi baktı bize, öğlen sıcağında uyuyakalmış bir köpeğe öyle bir vurdu ki, köpeğin acı acı haykırarak, topallaya topallaya uzaklaşması aradan geçen 25 yıla karşın hiç gözümün önünden gitmiyor.
Ve bunca zamandır anlayabilmiş değilim o delikanlının böyle bir zalim gösteriyi bize sunuş nedenini.''
....................
1978 Ağustos. Doktora tezim için Erdaş Dağı çevresini geziyorum. MTA Enstitüsü'nden perlit araştırması yapan arkadaşlarımla dolaştığım da oluyor. Bir gün tek başıma, bir köyün muhtarının konuğu oldum. Evin havasına acı egemen. Konuştukça ortaya çıktı ki, ailenin en küçük, en sevimli çocuğu daha 6 yaşındayken ölmüş.
'' Nasıl gözel çocuktu anlatamam. Nasıl zekiydi,nasıl. Daha mektebe gitmeden okumayı öğrenmişti abisinin kitabına bakarak.''
Ağlıyor koca adam. Nasıl öldüğünü soruyorum çekinerek.
'' Bir çerçi geldi. Çocuk da yanına varmış. Adam yanağını okşamış evladımın. 'Bu nasıl gözel çocak. Ben bunca yer gezdim, gözleri böyle parlayan çocuk görmedim' demiş.''
Sonra ne olmuş.
'' Çocuğum eve gelmiş. Karnım ağrıyor, diye sedire uzanmış. Anası bakmış ki sesi soluğu çıkmıyor, ölüvermiş orada.''
''Sağlık Ocağı'na, Acıgöl'e götürme imkanı yok muydu ?''
'' Ben geç öğrendim. Bizimkiler haber verdiğinde ruhunu teslim etmiş. Nasıl öfkelendim, nasıl dellendim anlatamam. Dabancamı gapdığım gibi çerçinin ardına düşdüm. Lan nireye gitti bu herif. Yakalasam vurup geberteceğim.''
'' Belki adamdan değildi ölümün sebebi.''
'' Canım belli ki, nazar değmiş. Benim yavrum dünyada bir taneydi. Giti, gitttiiii...Fakat yanarım yanarım da o çerçiyi gebertemedim, ona yanarım. Toprağa verdikten sonra yavrumu, Acıgöl'e gittim, aradım adamı, bulamadım. Artık nireye defolup gittiyse lanet herif.''
Derin bir üzüntüyle dinliyorum anlatılanı. Kazara, bir çocuğun başını okşadınız ve çocuğun yaşamı sona erdi. Gözünüzün değdiği düşünülebilir ve öldürülmeyi 'hak' edebilirsiniz. Köylü, kasabalı, kentli, okumuş yazmış, eğitimli kültürlü...Fark etmiyor.
Toplumda şiddet eğilimi...Anlatmak zor...