Ü Z Ü N T Ü D E N  K U R T U L M A  Y O L L A R I

Ü Z Ü N T Ü D E N  K U R T U L M A  Y O L L A R I
-D E F’U L A H Z Â N-
Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) yaptığı birbirinden değerli hizmetlerin dışında çok daha değerli bir hizmet alanı daha var ki o da neşriyat. TDV çocuk, genç ve yetişkin kesimin okuyabileceği birbirinden kıymetli kitaplar çıkarmaktadır.
Hatırlanacağı gibi TDV muhtevası, cildi ve özgünlüğü ile çıktığı andan itibaren ehlince çok rağbet gören 13 ciltlik “Alevi Klasikleri”nden sonra bir de “Ahlak Klasikleri” çıkartmaktadır. Altısı çıkan klasiklerin devamı da gelecektir. Alanında yetkin zevatın tercümesi, güzel baskısı ve okuyucuyu sıkmayacak güzellikteki bu eserler dünya-ahiret dengesini sağlayan güzel öğütlerden oluşmaktadır.
Bunlardan biri de büyük düşünür Yakup b. İshak el-Kindi tarafından yazılıp, Mustafa Çağrıcı tarafından tercüme edilen “Üzüntüden Kurtulma Yolları” ‘Def’ul Ahzân’ kitabıdır.
Çağrıcı Hoca, takdim yazılarından sonra kitabın özeti niteliğinde bir giriş yazmıştır. Müellif Kindi, on maddeyle üzüntünün ne olduğunu ve nasıl kurtulmak gerektiğini istiarelerle izaha çalışmıştır.
Ahlak; mutluluğu kazanma veya mutsuzluktan kurtulma sanatıdır.
Ahlakın gayesi mutluluk olunca, insanın kendisini mutsuz kılacak tutum ve davranışlardan sakınması; hayattan beklentilerini ve dünyevi imkânlarla ilişkilerini buna göre düzenlemesi gerekmektedir.
Hüzün; “sevilen şeylerin elden gitmesinden ya da amaçlanan şeylerin gerçekleşmemesinden doğan pisişik -nefsanî- bir acıdır.”
Mevcut olmayanı isteyen ise istediğinden mahrum kalır; nihayet istediğinden mahrum kalan da mutsuz olur hüzünlenir.
Sonlu şeyleri arzulayan, kazancının ve sevdiğinin bu şeylerden olmasını isteyen kişi mutsuz, isteği eksiksiz gerçekleşen kişi de mutlu olur.
Üzüntü ve sevinç, ruhta bir arada ve devamlı olmayan zıtlardır. İnsan üzüntülü olduğu zaman sevinçli olamaz; sevinçli olduğu zaman da üzüntülü olamaz. Şu halde elimizden gidenlere ve sevdiğimiz şeylerin kaybına üzülmemeli, nefsimizin her durumda memnun olmasını güzel bir alışkanlık haline getirmeliyiz ki yaşadığımız müddetçe sevinçli olabilelim.
El-Kindi üzüntüyü yenmenin on kuralını şöyle izaha çalışmış;
1- Üzüntü; ya bizim yaptığımız ya da başkasının yaptığı bir işten, bir sebepten doğmaktadır.
2- Önce kurtulduğumuz kendi üzüntülerimizi; başkalarının uğradığı ve teselli buldukları -ve bizim kendimizi teselli ettiğimiz- üzüntüleri hatırlamak, şimdiki üzücü halimizi eski üzüntülerimizin veya başkalarında gördüklerimiz ve onların kurtuldukları üzüntülü durumların yerine koymaktır.
3- Biz bir şeyler kaybetmiş veya bir şeylerden mahrum kalmışsak başka pek çok insanın da aynı şeylerden mahrum kalmış, daha birçok insanın da kayıpları olmuştur. Bu insanların her biri, kaybına veya mahrumiyetine razı olmuştur; mutluluğunu ve sergilemekte ve kaderden uzak kalabilmektedir.
Böylece (söz gelimi) çocuğu ölen veya çocuksuz olan bir kimse insanlar arasında kendi durumunda daha pek çok kimsenin bulunduğunu düşünmelidir. Öyleleri vardır ki, çocuksuz olmakla birlikte gönülleri rahattır; yine öyleleri vardır ki, çocuğu öldüğü halde teselli bulabilmiş, rahatlamıştır. Aynı durum servete ve genel olarak dünyanın bütün maddi nimetlerine, beşer nefsinin bütün istekleri için de geçerlidir.
Üzüntü tabi değil arızidir.
4- (…) Eğer başımıza hiçbir musibetin gelmesini istemiyorsak, hiç var olmak istemiyoruz demektir. Çünkü musibetler, bozulma niteliği taşıyan şeylerin bozulmasından ileri gelir.
Eğer bozulma olmasaydı varlıkta olmazdı.
5- Başka ellerin uzanabileceği şeylerin hepsi, bütün insanlar için müşterek olup, bunlar yalınızca bize daha yakın olmakla birlikte, biz bu şeylere başkalarından daha layık değiliz. İnsan sadece bu şeyleri elinde tuttuğu sürece o şeyler onundur.
Buna karşılık başkalarının ortak olmadığı ve yalınızca bize ait olan şeyler, başka ellerin uzanamayacağı ve bizden başkasının sahip olmayacağı şeylerdir ki, bunlar da kendi kazançlarımız olan manevi hayırlardır. İşte eğer kaybedecek olursak üzülmekte mazur sayılamayacağımız şeyler asıl bu manevi hayırlardır. Sadece zorla elde tutmak suretiyle bize ait kılınan şeyler yüzünden üzüntüye düşmemiz bizim için doğru değildir. (…)
6- Şunu da akıldan çıkartmamalıyız ki, müşterek menfaatlerden olup da bizim elimizde bulunan her şey, bir hak sahibinin bizdeki emanetidir ve bu şeylerin yaratıcısı aziz ve celil olan Allah, hak sahibi olarak, dilediği zaman emanetini geri alabilir ve dilediği bir başkasına verebilir. O, bu emaneti böyle dilediği birine vermese dahi, o nimet bize asla geri dönecek değildir.
Emanet sahibinin onu geri istemesinden duyduğumuz üzüntü sebebiyle kendi kendimize çocukça ve değişik mazeretler ileri sürmekten de utanmalıyız!
O, emaneti istediğimize değil, istediğine verir.
7- Hiçbir zaman üzülmemek için hiçbir maddi değer elde etmemek gerekir. Şayet maddi şeylerden uzak kalmak gerekliyse ve böyle şeylerden yoksun olmamıza rağmen yine de bir üzüntü mevcut ise o zaman üzüntü çekmek kaçınılmazdır. Nefsimiz hariç sahip olduğumuz hiçbir şey yoktur.
Üzüntü çekmek bizim için zorunlu değildir. Akıllı kişiye yaraşan gerekli olmayan üstelik bir de zararlı ve elem verici olan şey üzerinde düşünmemek, onunla uğraşmamaktır. Maddi ihtiyaçlarımızın çokluğu ve onun elimizden gitmesi gidecek olması bizi üzüntüye sevk edecektir.
Sokrat’a üzüntü ve acıları azaltmanın yolu sorulduğunda;
“kaybettiğimiz takdirde üzüntüsünü çekeceğimiz şeylerin arayışı içinde olmamaktır.”
Kaybedilmeye elverişli bütün dileklerde musibet, geçici olan her şeyde acı ve keder, imkânsız olanı ummakta üzüntü ve dert, her güvenliğin sonunda bir korku vardır. Zira korku hisseden kişinin zihni karışıktır, makul davranmaktan da acizdir. Bu yüzden biz diyoruz ki: Bir insanın nefsi, kendi varlığına ait olmayan şeylerle kendisini meşgul ediyorsa onun ebedi hayatı yıkılır; üstelik fani hayatındaki yaşayışı da ona dert olur; hastalıkları çoğalır; acıları dinmek bilmez.
Üzülmeme direncimizi kaybettiğimize üzülmemeliyiz.
8- Kötü olmayan şeyden nefret etmemiz doğru değildir. Sadece kötü olandan nefret etmeliyiz. Ölümden daha kötü bir şey olmadığı düşünülür. Oysa ölüm kötü değildir, aksine ölüm korkusu kötüdür. Ölüm sadece tabiatımızın bir tamamlayıcısıdır. Ölüm olmasaydı kesinlikle insan da olmazdı.
İnsan; “akıllı ve ölümlü canlı”, “insan tabiatı, canlı, akıllı ve ölümlüdür”
9- Bir şeyleri elde edemeyip, yoksun kaldığımızda kayıplara uğradığımızda, elimizde kalan akli ve hissi nimetleri düşünerek, zihnimizi kayıplarla meşgul olmaktan uzak tutmalıyız.
10- Kendi varlığının haricinde kalan şeyleri kazanmak peşinde koşmayan kişi, kralları köleleştiren güce, bütün fenalıkların ve acıların kaynağı olan öfke ve şehvet güçlerine hâkim olur.
Özetleyerek verdiğim birbirinden güzel öğütlerin ardından derim ki:
Sevinmek, üzülmek; gülmek, ağlamak; yaşamak, ölmek; adil, zalim olmak insan olmanın gereğidir. Allah’ın gayrında her canlının sonlu, her insanın da ölümlü olduğu dünyada, sonsuz yaşama arzusuna, haksız ve hukuksuz davranmaya, haris olmaya gerek yok. İyi niyet ve hayırlı amellerimizin dışında geride kalacak dünyalıklar için de üzülmeye gerek yok.
Ahmet BELADA