Ülkeleri Ve Dinleri Tahrib/Tahrif Etmeye Çalışan Gizli Örgüt

ÜLKELERİ VE DİNLERİ TAHRİB/TAHRİF ETMEYE ÇALIŞAN GİZLİ ÖRGÜT
                                   “C İ Z V İ T L E R”

Ahmet BELADA
ahmetbelada@gmail.com

Tarihte yapılmadık iş söylenmedik söz kalmamış denebilir. Günümüzde yapılan ve yapılacak olanlar da geçmişte yapılmışların ya benzeri ya da aynısıdır. Sadece zaman ve şahıslar farklıdır. Geçenlerde okuduğum “İngiliz Derviş” kitabı günümüzde yaşanmakta olan bir hadiseyi hatırlatması açısından önemlidir. Okurlarımla paylaşmak istedim.

Yazar kitabını kaleme alırken Fransız yazar Cesare de Beria’yı örnek almıştır. Onun torunu da Cizvitlerin kurucularından Francisko de Borja’dır. Francisko’da bunu örnek almıştır. Asla açıktan güç kullanmayacaklar, hile ile düşmanlarını alt edeceklerdi. Hakiki hüviyetlerini ve maksatlarını saklayacak, yaptıkları yardım ve iyiliklerle halkın gözünü boyayacaklardı.

Birileri çıkıp yaptıkları işin ipuçlarından bahsetseler dahi, insanların çoğu aldatıldığı ve… Olduğu için kimse o adama inanmayacaktı. En mühimi de Cizvitler, insana yatırım yaparak, maksatlarına hizmet edecek ve kendi taktiklerini kullanan yeni gençler yetiştireceklerdi…

İnsanların zihinlerini kontrol edecekler ve genç mutantlar meydana getireceklerdi. Bu gayeyle Avrupa’nın her yerinde mektepler ve üniversiteler açtılar. Loyola 1556’da öldüğünde Avrupa’da 35, Hindistan’da bir tane olmak üzere toplam 36 kolejleri vardı.

Loyola’dan sonra liderliğe geçen Borja’nın ve diğer zenginlerin desteğiyle Cizvit mektepleri dünyanın her tarafına yayıldı. 18. Yüzyılda, Amerika, Hindistan ve Filipinler’deki mektepler dışında, sadece Avrupa’da 625 tane mektepleri vardı.

Kurucusu bir şövalye olduğu için cemiyette çok kuvvetli bir emir-komuta zinciri vardı… Cemiyete alınacak gençlerin/insanların sağlıklı, iyi hafızaya sahip, eli yüzü düzgün, güzel konuşma kabiliyetine sahip olmasına dikkat ediliyordu. Dengesiz ve aşırı hırslılarla kızlar kabul edilmiyordu. Kabul edilen herkesten üstlerine itaat edeceğine dair kesin itaat etmeleri isteniyordu. Emirlere uymayanlar ise sert bir şekilde uyarılıyor veya cezalandırılıyordu. Kabul edilenler ise sıkı bir terbiyeden/eğitimden geçiriliyordu. Gençlere/müntesiplerine sessiz olmaları, lüzum olmadıkça konuşmamalarını öğretiyorlardı. İlk iki yılda çocuğun karakteri ortaya çıkıyor, eğer CİZVİT olmaya elverişli değilse uzaklaştırılıyor veya ikincil muamelede bulunuluyordu. Elemanlarından dil, özellikle de Latince, Yunanca, İbranice öğrenmeleri isteniyordu. Loyola müntesiplerinin müzikle uyuşturulmasına karşıydı. Cizvit evlerinde enstrüman bulundurulmasını kesin bir şekilde yasaklamıştı.

Katolikliği yaymakla görevli olan Cizvitler, misyonerlikten ziyade ticaretle meşgul oluyorlardı. Kısa zamanda TİCARET işlerini kontrol etmeye başladılar. İspanya ve Portekiz sömürgeleri sayesinde çok zengin oldular… Kolejlerinde kredi ve bankacılık hizmeti vermeye başladılar.

Onların bu tutumları hakkında Dominikan rahibi; “Cizvitlerle mukayese edildiğinde Cenevizliler ticaret ve takas hakkında hiçbir şey bilmiyor. Onlar kadar kabiliyetli başka bir tüccar yoktur.” Demektedir.

Cizvitlerin ticaret ve eğitimin dışında ehemmiyet verdikleri en önemli konulardan biri ve birincisi de “DİNLER ARASI DİYALOG” dur. Dinleri birbirine benzeterek tek bir dünya dini çıkartmaya çabalıyorlardı. Buna en güzel örnek Hindistan’dır. Portekiz kralı 15. Yüzyılda Hıristiyanlığı yaymaları için Cizvitleri oraya gönderdi. 1578 tarihinde Portekizli bir Cizvit dönemin Sultanı Ekber Şah’la görüşme imkânı buldu. Ekber Şah maalesef Müslümanlar hariç diğer bütün dinlere hoşgörü ile yaklaşıyordu.
O halkının çoğu Sünni olmasına rağmen bir Şii’yi kendine vezir edinmiş, Gayr-i Müslimlerden alınan cizyeyi (vergi) de kaldırmıştı. Tebaasının farklı dinlere mensup olmaları yönetimde zorluğa sebep olduğunu ileri sürerek, bütün dinleri içine alacak şekilde, “DİNİ İLAHİ” diye yeni bir din kurmaya çalıştı.

Bu gelişmelere başta İmam Rabbani olmak üzere birçok samimi ve sahih İslam dinine mensup kişiler tepki gösterdiler. Sahte şeyhlere, yöneticilere ve idarecilere mektuplar yazarak insanları bu yanlış uygulamalara karşı uyarmaya çalıştı. (Mektubat-ı Rabbanî) Çok büyük oranda da başarılı oldu. Nitekim Ekber Şah’ın oğlu Selim Cihangir Şah bile gerçeği görerek babasının görüşlerine tepki göstererek İmam Rabbaninin çağrışana uydu ve onun talebesi oldu.

YORUM

Gördüğüm o ki, Hıristiyan dünyası Türkleri Müslüman olduğu andan itibaren yani millet olmalarından bu tarafa mütemadiyen geleceğimizle ilgilendiler/ilgileniyorlar.

1071’den bu Kurtuluş Savaşı’na kadar mütemadiyen kılıçla mücadele ettiler. Verdikleri bu mücadeleleri aralıksız sürdü. Kılıçla Türkleri/Müslümanları yok edemeyeceğini anlayan Batılılar/Hıristiyanlar çıkarttıkları muhtelif fitnelerle mücadelelerine devam ettiler/etmektedirler.

Bizim geçmişimizi anlamayanlar/anlayamayanlar geleceğimizi anlamaları da asla mümkün değildir. Bazı alanlarda başarılı olabildikleri görülebilir ama bir noktaya gelindiğinde o iş geri döndürülebileceği gibi yok edilmiştir de.

Fethi Gemuhluoğlu’nun deyimiyle “İLAY-I KELİMETULLAH” Türk milletine verildi.

Hala alınmadı. Bizim uhdemizde durmaktadır. ‘Son durak Türkiye’, geçmişin birikimi, halin gayreti ve geleceğin yükünü omuzunda taşıyan mütefekkir âlim ve sorumlu idarecilerden eksik olmayacaktır.
Görülen o ki, şekil ve isim değiştirerek Müslümanlarla hep uğraştıkları gibi uğraşacaklardır da. Sultan Alparslan’ın deyimiyle; “Biz Türkler, temiz Müslümanlarız bidat nedir bilmeyiz. Onun için Allah bizi aziz kıldı.” Öncümüz Alparslan’ın dediği gibi ihmal ettiğimiz hasletlerimizi tekrar yaşamaya gayret edersek ‘temiz Müslümanlığımıza’ dönersek inanınız Allah bizden yardımını esirgemeyecektir.