Ulu olanın gölgesi.
Polenleri ahenkle dans ettiren bahar rüzgârları, yeni ıslanmış toprağın verimli kokusunu yanında getiriyor. Baharın ilk ya da son mu olduğunun meçhul olduğu bu zaman içerisinde yaşam sırtını yasladığı ağacın içinden akıyordu.
Dalları göğe uzanan bu ağaç bir karınca için devasa fil için ise ufacık kalıyordu. Oysa metanın çok dışarısında olan enerjisi onu evrenin içerisinde kökler salacak büyüklüğe ulaştırmış ve kutsal sullarda yıkanarak da tertemiz ve pasparlak yapmıştı. Hayatın düğümlerini atıyor, aşılacak yolları belirliyor ve kum tanelerini bölüştürüyordu. Kırışmış gövdesi yıkılmaz görüntüsü ile güven veriyordu, genç ve parlak dalları ile ise onun varlığını rededilmesine izin vermiyordu.
Tohumlar yeryüzüne çıkmak için sabırsızlanırken kader ağlarını örüyor güzel güneşli günler, kasvetli zamanlar planlanıyor, seçenekler için planlamalar yapılıyordu. Hayatın süreci kalbin içerisinde nakışlarla işlenirken üflenen ruhların huzura kavuşması için gökyüzünde bir yıldız seçti, kaydığında dileklerinin kabul olacağı. Bilgeliği ile her birini en güçlü olacakları savaşları verebilecekleri yaşantılara bıraktı. Tohumlarını saçtığı ve ruhlarını üflediği hayatlar filizlenecekleri topraklara düştüklerinde kendi yolları için özgür bırakılırdı.
Yıllar saatin içerisinden tek tek düşerken evrenden onu bulan sesler acı ve feryat içerisindeydi. Neden? Diyordu sesler, neden ben.