Günümüzde insanlar, ben merkezli bir anlayışın içine çekilerek git gide bireyselleşiyor. Bireyselleşen insan, benlik taşları ile ördüğü duvarların arasındaki kendi dünyasında yapayalnız yaşıyor.Yalnızlaşan bireyler etrafından bi haber olup daha bir duyarsızlaşıyor. Toplum, duyarlı gibi gözüken duyarsız insanlar olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
İnsanı insan yapan en temel özelliklerden biri de tepki vermesidir. Buna karşın insanlar çevrelerinde ve dünyada gerçekleşen birçok acı olaya karşı umursamaz bir tavır takınıp tepki vermiyor. Ne duyduğu bir çığlık, ne kan kokusu şizofrenik süreç yaşayan insanlığı kendine getiremiyor. Kalplerde tın yok.Yaşananlar hissiz bir kalple ve boş bakışlarla sadece izleniyor. Hissiyatları kısırlaştırılmış insanlar ne başkalarının mutluluklarına doyasıya sevinebiliyor, ne de onların acılarına doğru dürüst hüzünlenip içten ağlayabiliyor. Duygularına neşter vurularak duyarsızlaşanlar , bu vurdumduymaz kültüre kendini teslim ederek git gide kendinden uzaklaşıyor. Her insan, kendi hayat mücadelesi içinde kaybolup gidiyor.
Yeryüzünün her yanında her an binlerce acı yaşanıyor . Yaşanan acılar medya aracılığı ile insanlığın gözüne sokulurcasına her yanda teşhir ediliyor . Buna rağmen insanlar hala eline aldığı gazetelerin ilk önce magazin eklerini, spor ve ekonomi sayfasını okuyor. Yeryüzündeki acıları, yaslandığı yumuşacık koltuklarında aksiyon filmi izler gibi seyrediyor. Kan görmekten korkan birinin, mezbahanede çalışmaya başlayınca artık çok etkilenmemesine benzer bir hal alıyor hayat. Gözlerin takıldığı en acı kareye yürekler takılmıyor. Tüylerin diken diken olması tarihe karışıyor. Sokak ortasında millet birbirini boğazlarken, ahlaksız davranışlar hayatın her noktasında cesurca endam ederken başını çevirip bakma gereği bile duymayanların sayısı git gide artıyor. Yeni nesil sahip olduğu ağlarda ve bilmem kaç inçlik avuç içi dünyalarında nefes almaya devam ediyor. "Sırtımdaki oku ben facebook'tayken çıkarın!" diyecek kadar kendinden geçip etrafına duyarsızlaşıyor. Üç maymunu oynarken sahte bir hayatın kollarında buluyor kendini. Gerçeklerle yüz yüze geldiğinde ise duygusal bir fon müziği eşliğinde ağlayıp ah ediyor.
Oysa ki erdemli insan, ne yaşadığı mekanda ne de yeryüzünün her hangi noktasında yaşanan olaylara ilgisiz kalamaz. Gözlerini ve kulaklarını kapatıp üç maymunu oynayarak hayata duyarsız kalamaz. Çünkü duyarsızlık öyle haldir ki, tüm insani duygulara neşter vurup hissiyatları kısırlaştırır. İnsanın diğer canlılarla arasındaki farkın ortadan kaybolmasına sebep olur. Bir bilinç felci ve düşünce kaymasıdır o. Gözden uzak acıları , gönülden ırak tutmaktır, 'Yeryüzünün herhangi bir yerindeki kardeşine zarar gelse, kendimi mesul tutmam lazım.' hassasiyetini kaybetmektir. Bu ise , en yüce amaçlar için dünyaya gelen insanın misyonuna ihaneti demektir.
Duyarsız insanlar, bir nevi ölü hükmündedirler. Bedenleri canlı olsa da hisleri ve vicdanları etkinliğini kaybetmiştir. Onlar baksa da göremez, işitseler de duyamaz. Kalpleri çarpsa da vicdanları sızlamaz. Vicdanlarına narkoz verilmiş canlılardır onlar. Kışın ayazında caddelerde gördükleri evsiz insanlar, onuruyla mendil satan çocuklar, pazarda çekingen tavırlarla çürükleri toplayan yaşlılar, duyarsızlaşan insanlar için anlaşılması zor hallerdir. Onlar, kimseye vakit ayıramayacağını kendi dertlerinin kendilerine yettiğini savunurlar. Böyle insanlardan acılara duyarlı olmalarını ve yaşanan haksızlıklara tepki göstermesini beklemek deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
İzzetlice yaşamak isteyen insan, duyarsızlık virüsüne karşı kendini korumalıdır. Çünkü duyarsızlık, bulaşıcı, sinsice ilerleyen ve uzun soluklu bir hastalıktır. Yavaş seyrettiği için farkına bile varılması biraz güçtür. ‘ Boş veer ,dünyayı sen mi değiştireceksin ?’’lakırdısına ve ‘’Gemisini kurtaran kaptan’’ anlayışına yürekten kulak kabartanların bu virüse yakalanmaları an meselesidir.
Şu bir gerçektir ki , en yakınındaki olaylara dahi duyarsız kalan ve suskunluğa bürünenler çevresinde daha başka olumsuzlukların yeşermesine zemin hazırlar. Napolyon Bonapart ne güzel söyler ; “Dünyanın çok acı çektiğini görüyorum. Ama bunun nedeni, kötü insanların uyguladığı şiddet değil, iyi insanların suskunluğu.” Bu nedenle hayata karşı duyarlılıklar arttırılmalı ve ‘’Susma sustukça sıra sana gelecek” sözünün de yalnızca bir slogan olmadığının farkına varılmalıdır. Yalnız acele edilmelidir ki , bu fark edildiğinde güneş batmış olmasın !