Fenerbahçe ve Milli takımın bir dönem efsane kalecilerinden "Kova Yaşar" lakaplı Yaşar Duran'ın Nevşehirli olduğunu biliyor muydunuz...
Yaşar Duran 7 Haziran 1955, Nevşehir'de doğmuştur. Türk eski millî futbolcu, teknik direktör. Özellikle 1986 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İngiltere ile oynanan ve 8-0 gibi bir tarihi farkla kaybedilen karşılaşmayla hatırlanır.
Takım olarak hayal kırıklığı yaratan millî takımda haksız yere tek suçlu olarak gösterilir ve uzun süre medya ve kamuoyunun diline düşer. Kariyeri boyunca büyük başarılara imza atsa da yine de İngiltere karşılaşmasıyla anılır. Bu karşılaşmadan sonra Kova Yaşar lakabıyla anılmaya başlamıştır.
Milli Takım ve Fenerbahçe´nin unutulmaz eski kalecisi ´kova´ lakaplı Yaşar Duran fıkralara konu olacak anılarını Haber7´ye özel Taha Dağlı´ya anlattı.
-Futbola ne zaman nerede başladınız, Fenerbahçe’ye hangi sezon transfer oldunuz?
“1955 doğumluyum, 69 yılında Ankara Altındağspor’da futbola başladım daha sonra ikinci ligde Gaziantepspor’da oynayıp, 1981 yılında Fenerbahçe’ye transfer oldum. 1987’den 1990’a kadar Malatyaspor ve Sarıyer’de oynadıktan sonra tekrar Fenerbahçe’ye döndüm orada Schumacher’in yedekliğini yaptım. Toplam 23 yıl profesyonel futbol oynadım.”
-Kaç kez milli oldunuz?
“19 kez A Milli oldum, ilk kez 1978 yılında Gaziantepspor’da oynarken milli takıma çağrıldım, o zaman Gaziantepspor ikinci ligdeydi ben de ikinci ligden milli takıma çağrılan ilk futbolcu oldum. “
-Hem Fenerbahçe’nin hem de Milli Takımın kaleciliğini yaptınız, çok iyi bir kaleci olmanız gerekmez mi oysa size ‘kova’ lakabı takılmıştı, bu tezatı nasıl açıklıyorsunuz?
“Ben zaten çok iyi bir kaleciydim ama o zamanlar senede bir iki milli maç oynardık, Türkiye ile kimse maç yapmak istemezdi oynadığımız zamanda hep yenilirdik, takım yenilince de suçlu her zaman kaleci olur, Fenerbahçe’ye gelince, benim oynadığım dönemde iki kez lig şampiyonu olduk, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupası, Donanma Kupası, Türkiye Kupası, TSYD Kupası ne kadar kupa varsa hepsini aldık. Hani kötü kaleciydim kötü kaleci olsam bu kadar kupayı alan takımın kalesini bana verirler miydi?”
-Peki o halde niye ‘kova’ lakabı aldınız?
“Dedim ya takım yenilince suçlu kaleci olur, herkesin bir lakabı vardı bize de onu takmışlar, tabi bazı şanssız maçlarımız da oldu.”
-Hangileri mesela? İngiltere’den 8 yediğiniz maç mı?
“Yaşar denince akla İngiltere maçı geliyor herkes 8 golü soruyor oysa o dönem İngilizlerle 3 maç yaptık, ikisini 8-0 birini de 5-0 kaybettik, ben hem ilk 8 yediğimiz maçta oynadım hem de 5 yediğimiz maçta, toplam 13 gol yedim İngilizlerden. İnanın 1 ay sürekli yan top çalıştık. ancak o gün yediğimiz 8 golden 3´ü yan toptandı. Adamların nasıl gol atacağını biliyor ama çaresini bulamıyorduk. Hayatımda oynadığım en tuhaf maçtı düşünün sahada 22 kişi var ve 20 tanesi bana bakıyordu çünkü maç hep benim kalemin önünde oynandı. Top sanki duvara çarpıyordu bana geri geliyordu. Maçtaki tek şutumuzu Erdal Keser atmıştı belki bin maç yapsak 8 olmazdı ama oldu. 40´inci dakikada beni çıkarın diye bağırdım hoca başka alana degisiklik yaptı ben sahada kaldım 8 golü de ben yedim. Maç sonu TRT spikeri geldi ´ne hissediyorsun´ dedi adamın suratına baktım ´ne hissedeyim ki´ dedim.
Bir de 5 gol yediğim Wembley’deki İngiltere maçı var. Abdülkerim, Lineker´i, Raşit Çetiner de Hoddle´i tutuyor. Bir korner sırasında, Abdülkerim ceza sahasında resmen ´Lineker´i gördünüz mü beyler?´ diye sordu. Rasit de, ´az önce buralardaydı´ yanıtını verdi. Maç mı, makara mı belli degildi. tabii 8 gollük maçtan sonra bu 5´lik karşılaşma ciddiye alınmadı. “
-İkinci 8-0’lık maçta siz oynamadınız öyle değil mi?
“Yeter artık, iki maç yapıp 13 gol yedikten sonra üçüncü maça Fatih Uras çıktı o da 8 gol yedi. Kaleci Fatih ile milli takımda oda arkadaşıydık. İngilizler´den 3 maçta 21 gol yiyince (bir 8 de Fatih yemişti) gazeteler ´Fatih ile Yasar öyle iyi arkadaşlar ki, yedikleri içtikleri ayrı gitmez´ diye yazdı.”
Wembley’deki maçlarda makara da goller gibi bolmuş duyduğumuza göre?
“Abdülkerim’in Wembley’e ilk ayak basan Türk ben olacağım diye sahaya atlaması var, Lineker’i gördün mü olayı var onu demin anlattım, bir de maç öncesi İngiliz Kraliyet Ailesinin seromonisi vardı, dükler falan gelmişti, bir dükle karısı maç öncesi sahaya inip elimizi sıkmıştı, bize başarı dilemişlerdi, onları görünce ‘noluyo lan böyle operaya mı geldik’ demiştik.
-Fenerbahçe’de oynarken de 50 metreden gol yediğiniz söyleniyor, Göteborg maçında?
“50 olmasa da 40 metre vardı, ya ben öyle şanssız maçlarda şanssız goller yedim, yemedim dersem yalan olur, Göteborg maçı da onlardan biriydi.”
-Bir de bazı maçlarda kornerden gelen topa yükselip ‘bendeeeeee’ diye bağırıp sonra top kaleye girince ‘değillll’ dermişsiniz bu doğru mu?
“Evet doğru yandan orta gelince stoperlere çıkmayın derdim ‘bendeee’ diye bağırırdım onlar da topu bana bırakırlardı, bir maçta yine topa çıktım ‘bendeeee’ diye bağırdım, libero falan bıraktıklar topu tutayım diye, kaçırmışım kornerden gelen top gol oldu, sonra ‘değillll’ diye bağırmıştım.”
-Fiorentina maçında baraj kurdururken gol yemişsiniz o da talihsiz bir maçtı galiba?
“Buradaki maçtı o zaten mağluptuk, adamlar serbest vuruş kazandı ben barajın derdine düştüm o sırada hakem düdüğü çalıp, oyunu başlatmış, Pasarelli geldi çaktı gol oldu, biz baraj peşinde koşarken adam dinler mi attı golünü, Pasarelli de iyi vururdu toplara, siz hatırlamazsınız onu bizim zamanın en iyi oyuncularından biriydi. Socrates de onlarda oynuyordu o maçta.”
Başka makara goller var mı?
“Olmaz mı ya 1985 senesinde Almanya’da Berlin’de hazırlık kampına gittik, Fenerbahçe’de oynarken, bir salon turnuvasına katıldık, Almanlarla oynuyoruz. Karşı takımda Matteheus, Augenthaller falan var, maç başladı salon zaten 20-25 metre 5’er kişilikten oynuyoruz, adamlar saldırıyor, o ufacık salonda Matteheus ile karşı karşıya kaldım tam 5 metre, düşünsenize 20 metrelik salonda 10 kişi maç yapıyor, Matteheus benimle tam 5 metre mesafede bomboş karşı karşıya kalıyor, sonra Matteheus harika bir gol attı bana, yedim daha sonra geldi yanıma böyle ‘kusura bakma’ der gibi, başımı okşadı sanki özür diliyordu benden güzel gol attı diye, ben de ‘ at be abi bana kimler gol atıyor, sen atmışsın çok mu, bari golü senden yiyelim’ demiştim.”
Kötü gollerin yanında bir maçta 3 penaltı kurtardığınız da söyleniyor…
“O çok penaltı kurtarırdım ben, Adanademirspor-Fenerbahçe maçında 90 dakika içinde tam 3 tane penaltı kurtardım, sonra Bursaspor maçında yine bir maç içinde 2 penaltı kurtardım, Sarıyer’de oynarken bir sezonda toplam 11 penaltının 7’sini kurtarmıştım. Fatih Terim Galatasaray’da oynarken onun penaltısını da kurtarmıştım. Bir kez de Galatasaraylı Kosecki’nin penaltısını çıkarmıştım. Ayrıca penaltıdan gol de atardım, birinci ligde Gaziantepspor’dayken 5, Fenerdeyken de 3 golüm vardı yani kaleci olarak kariyerimde toplam 8 gol atmıştım.”
Peki o maçlarda yaşanan komik anılar vardır elbet, biraz onlardan anlatır mısınız?
“En komiği o Göteborg maçında İsveç’teki maçta yeniliyorduk, bizden 2 kişi kırmızı kartla atılmıştı, zaten mağluptuk, Abdülkerim delenmiş maçın hakemi yabancı, bizim Apo dil falan bilmez bir yerden bir küfür duymuş yarım yamalak hakeme sallıyor, bir baktık Apo hakemin karşısına geçmiş, ellerini kaldırmış ‘F…Me, F… Me’ diye bağırıyor, hakemin gözler faltaşı gibi açıldı, ‘ulan ne diyor bu manyak’ der gibi bakıyor Apo’ya, Apo ısrarla ‘F… Me’ diye söyleniyor falan hakem neye uğradığını şaşırdı, rakip takım futbolcular gülüyor, biz de Apo’yu çekiştiriyoruz ‘lan Apo manyadın mı oğlum o küfür öyle değil’ diyoruz.”
O maçta başka enteresan olaylar da olmuş…
“Maç sırasında PKK’lılar sahaya girdi, büyük bir pankart açtılar, oyun durdu, bizim Cem (Pamiroğlu) koştu heriflere falan dalmaya çalıştı, çektik Cem’i ‘oğlum dur lan bu olay siyasi falan bulaşma’ dedik, sonra maç bitti döndük İstanbul’a bir baktım bizim takımı polis çağırıyor, DGM’ye gittik, DGM’de mahkemeye çıkardılar ben, Cem, Erdoğan Arıca falan, hakim hepimizin ifadesini aldı, olay nasıl gelişti, nasıl oldu, tanıyor musunuz pankart açanları gibi sorular sordu, yani takım halinde DGM’lik olmuştuk.”
Avrupa maçlarında dil büyük sorun oluyordu herhalde?
“Tabi bir keresinde Milli Takımla Almanya’ya gittik, o zaman Gaziantepspor’da Reşit Kaynak vardı, eski Beşiktaşlı Orhan Kaynak ile Fenerbahçe’li rahmetli Kayhank Kaynak’ın abisi. Reşit’in annesi böbrek hastasıymış, taş düşürüyormuş kadın, Reşit bana ‘Yaşar annem böbrek hastası gel dışarı çıkalım hem bir eczane buluruz, anneme ilaç alırım buranın ilaçları iyi gelir sevinir kadın, hem de gezeriz biraz’ dedi. Çıktık dolandık bulduk bir eczane girdik içeri, bir kızcağız var, tabi bizde ne Almanca ne İngilizce, derdimizi anlatamıyoruz, biz ‘böbrek, taş, anne, mother’ falan bir şeyler saçmalıyoruz, kız boş boş bakıyor, sonra Reşit dedi ki ‘gel oğlum dışarı çıkalım bir taş bulalım öyle anlatırız derdimizi’ dedi, çıktık, sokakta taş bulana kadar yarım saat geçti, geldik geri eczaneye ben yattım yere, Reşit taşı karnımın üstüne koydu, sonra taşı elimizle itip, aşağı attık, böylelikle Alman kıza ‘böbrekten taş düşürme’ olayını anlatacağız hesapta, kız iyice çileden çıktı ne anlasın garip, iki arıza gelmiş, tuhaf tuhaf hareketler yapıyor, sonra Allahtan kafileden birileri geldi, tercüman buldular o anlattı kıza ‘bunlar böbrek ilacı istiyor’ diye, kız da reçete istemiş, tabi biz de reçete de yok ne bilelim Almanya’da reçetesiz ilaç verilmediğini, hem ilacı alamadık hem öyle bir rezillik yaşadık yani.”
İmkanlar da çok kısıtlıydı değil mi?
“Ya hiç yoktu hiç, şimdi hani bir moda var maçlarda herkes birbirinin formasını alır, hatıra olsun diye işte biz 80’li yıllarda yabancı takımlarla oynarken yapardık bunu ama hatıra olsun diye değil, adamların formaları Adidas, pırıl pırıl formalardı, bizde o zaman dandik kumaştan formalar vardı, bir kez Kuzey İrlanda ile oynadık, maç sonrası adamların peşine düştük, forma diye herkes şaşırmıştı, çok kıyak formaları vardı, alıyorduk onları, biz antrenmanda falan giyiyorduk.”
-Abi siz ne güzel bütün bomba hikayeleri gayet rahatlıkla anlatıyorsunuz, o yüzden de oynadığınız dönemlerde diğer futbolcular tarafından çok seviliyordunuz herhalde?
“Anlatmayıp ne yapayım, bombaysa bomba, yaşadıklarım bunlar, ben kendimle barışık bir insanım, takımdakiler beni çok severlerdi, milli maç kamplarında herkes benim yanıma toplanırdı, benle aynı odada kalmak için futbolcular yarışırdı aralarında, o zaman da esprili adamdık, böyle maç hikayelerini falan anlatır gülerdik hep beraber eğlenirdik. “
-Sizin zamanınızda Türkiye’de ciddi bir kaleci ve defans sorunu mu vardı çünkü çoğu kaleciler yabancıydı?
“Yugoslav modası vardı herkes Yugoslav futbolcu getiriyordu, kaleciler de Yugoslav oluyordu ama hepsi iyi çıkmıyordu.”
-Fenerbahçe sizi gönderip yerine Lukovcan’ı aldı ama o çok hatalı goller yiyen bir kaleciydi?
“Valla Lukovcan’ın Fener’den gönderilişini hatırlıyorum, kovulmuştu, Aziz Yılmaz onu bir maç sırasında dövmüştü, zaten adamın bir gözü kör gibiydi, sağlık sorunları vardı.”
Sizin gibi Türk kaleci pek yoktu sanırım…
“Bana en çok benzeyen Hayrettin vardı, Galatasaray’ın kalecisi. Hayrettin ile bir çok özelliğimiz birbirine benzer o da benim gibi şanssız bir adamdı.”
-Şimdi futbol oynasanız yine Fenerbahçe’de kalecilik yapabilir miydiniz?
“Valla ben şimdi oynasam aynı Rüştü gibi olurdum, yani Türkiye’nin en iyi kalecisi olurdum.”
Peki şu an ne yapıyorsunuz?
1980 ve 90’larda Gaziantepspor, Fenerbahçe, Malatyaspor, Sarıyer ile milli takımda kalecilik yapmış, daha sonra antrenör olarak mesleğine devam etti.
“Çanakkale Dardanelspor’da antrenörlük yaptım daha önce Elazığspor’da teknik direktörlük, Kayserispor ve Bursaspor’da da yardımcı antrenörlük görevlerinde bulundum. Allaha şükür zamanında kazandığımız paralar şimdiki gibi fazla olmasa da çok şükür geçiniyoruz, bir sıkıntımız yok ama daha iyi olabilirdi örneğin ben futbol oynarken Hürriyet Gazetesi bana mankenlik teklif etmişti yapmamıştım, daha sonra film teklifleri de geldi ama onları da kabul etmemiştim.”
Kaynak:Haber7.Com 2007 Yılı özel Röportaj arşivinden alınmadır.