Hem Türkiye’nin hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu’nun on yıllardan beri terörün hedefi haline geldiği bilinen gerçeklerdir. İşin esasına bakılacak olursa, terör örgütlerinin hiçbiri Türkiye gibi güçlü ve köklü devletler ile mücadele edebilecek aktörler değildir. Hele hele lojistik, mali ve siyasi destek bulmadan uzun soluklu karşı koyabilecek aktörler değildir. Olsa olsa bölgede etkili olan asıl güç niteliğindeki aktörlerin tamamlayıcıları niteliğindedir.
İkinci olarak, terörü ortaya çıkaran faktörler nelerdir, sorusudur. Klasik cevaplar olarak, küresel güçlerin çıkar mücadelesi, petrolün paylaşımı, Arap-İsrail çatışmaları, mezhepsel ve siyasi çatışmalar, etnik nedenler, rejim sorunları, siyasi otorite boşluğu, bölgeyi şekillendirme çabaları gibi faktörler sıralanabilir. Bunların biri, birkaçı veya karması genelde Ortadoğu coğrafyası için gerçekçi nedenler olarak düşünülebilir.
Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerinde de bu faktörlerin yansıması muhtemelen bulunuyor. Fakat, kanaatimce böyle bakmak, buzdağının su yüzeyindeki kısmını görmek gibidir. Çok daha derinlere serpilmiş; Ortadoğu’da satranç oyununa tutuşmuş aktörlerin uzun vadeli stratejik hedeflerinden biri daha bulunuyor: O da;
Türkiye’nin Akarsuları’dır.
Özellikle, Fırat ve Dicle gibi Ortadoğu’yu besleyen akarsuların paylaşımıdır. Enerji üretimi, içme suyu ve sulamanın sağlanması yönünden bakacak olursak; zengin su kaynaklarına sahip bu iki nehir gelecekte petrolün paylaşımından daha öne çıkacağa benziyor. Türkiye’nin bu iki nehir üzerinde GAP gibi bir projeyi başlattığından beri Ortadoğu ülkelerini kıskandırdığı tedirgin ettiği de gerçektir. Su için çatışmaların olacağı işaretleri de yok değil. Mesela, İsrail’in Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in 1991 yılında söylediği şu sözü çok önemlidir: ‘’Nüfus artıyor. Suyu üretmek için imkân oluşturmazsak, bu kez su için savaşacağız.” Yine, BM Genel Sekreteri Butros Gali, 1992’de verdiği demeçte bölgede bundan sonra çıkacak savaşın siyasi değil, su meselesinden çıkacağını söylüyor.”
Türkiye’ye yönelik terör eylemlerinin başlangıcı ile GAP sürecinin örtüşmesi, eylemlerin bu bölgede yoğunlaşması rastlantısal olmasa gerekir.