GERÇEK GÜÇ DERKEN
Vaka, 3.Murad dönemine aittir.
Vefat eden Tunus Beylerbeyi Ramazan Paşa’nın eşi;                               
artık o topraklarda hiçbir beklentisi kalmadığı düşüncesiyle Tunus’tan İstanbul’a dönerken,
Venedik korsanlarının saldırısına uğramıştı. 
Ramazan Paşa  İyi ve tecrübeli bir askerdi.
İspanya ile Portekiz, Papalığın da desteğiyle, 80 bin kişilik bir ordu teşkil etmişler,
yutmaya karar verdikleri Fas’a bir çıkartma yapmışlar, 
Kral Abdülmelik’i devirmişler,
yerine  bir kuklayı,3. Muhammed adıyla tahta geçirmişlerdi. 
Devrik Kral Adülmelik’in İmdat talebi üzerine,
Dîvan-ı Hümayun, yardım görevini Ramazan Paşa’ya vermişti. 
Osmanlı’dan habersiz kuşun uçmadığı zamanlardı.
Paşa, Cezayir ve Tunus’ tan toplayabildiği kadar yeniçeri ve levendle Fas topraklarına girdi. 
Kuvvetlerinin zayıflığı ve donanım eksikliği sebebiyle sıkıntıda olan Abdülmelik, yardıma gelen 
Türk birliklerini görünce azımsamış, morali bozulmuş, zaferden ümidini kesmişti.   
Kapışma 5 Ağustos 1578 de Vadi’s Seyl denilen yerde oldu.
Aynı anda üç kralın çarpıştığı bu harbe, Avrupalılar  Üç Kral Savaşı derler.                          
Haçlı ordusu darmadağın olmuş,  Kukla kral ve Portekiz kralının kesik başları, Ramazan Paşa’nın 
ayakları dibine atılmıştı.
Asıl ilginç olan şey Abdülmelik’in başına geldi.
Türk ordusunun haçlı kuvvetlerini kırıp yok ettiğini görünce aşırı heyecanlanan  Abdülmelik’in
kalbi bu sevince dayanamadı.Düştü ve oracıkta öldü.                                                                                                                                                              
Harp meydanında üç kral ölüsü ve Ramazan Paşa kalmıştı. 
Gemilerine kaçabilenleri de Cezayir donanmamız yok etmiş, böylece;     
Akdeniz'den tamamen kovulan İspanya ve Portekiz, ümidini okyanus ötesi  keşiflere bağlarken; 
Fas’ta 300 yıl sürecek olan Osmanlı tabiyeti dönemi başlamıştı.                                    
İşte,                                                                                                                                                                                                    
Bu Ramazan Paşa’nın dul eşi; 
kundaktaki bebeği ve servetini de yanına alarak,
İstanbul’a gitmek üzere denize açıldı.
Kuzeye ilerleyen kalyon, ikmal için Zanta limanına yanaşmış, mola vermişti.
Zanta Adası, o zamanlar barış içinde olduğumuz Venedik’e aitti.
Burada korsanlar, kalyonun taşıdığı muazzam serveti öğrendiler. 
Tuzak kurdular. 
Gemiyi  Zanta’dan ayrıldıktan sonra, açık denizde yakalayıp ele geçirdiler. 
Bütün  gemicileri, köleleri, cariyeleri öldürdüler. 
Ve gemiyi batırıp, delilleri yok ettiler.
Ama
Divan-ı Hümayun, olayı kısa zamanda tüm tafsilatı ile öğrendi. 
İstanbul’da halk galeyana geldi.
Venedik Elçisi Dîvan’a çağırıldı. Bir güzel dayaktan geçirilip Yedikule zindanını tıkıldı.
Bir ay sonra 
Bostancıbaşı Hasan Ağa, elinde bir listeyle Venedik Senatosuna gönderildi. Suçluların listesi ile...
Başta elebaşı amiral Emmo olmak üzere;
boynuna ip geçirilen her bir isim karşısına çarpı çekip, çetele tutan Bostancıbaşı Hasan Ağa, 
Bütün korsanları, halkın dehşet dolu bakışları altında, Venedik meydanında, teker teker astırdı.  
Çalınan hazinenin bedeli, Preveze kadısına teslim edildi.
Öldürülen 400 kişiye karşılık 400 köle alındı.
Ayrıca Venedik, bir cemile olmak üzere bir İspanyol gemisinden aldığı 39 Türk forsayı azad etti.
Devletler  kıyaslanırken, ekonomik ve askeri güçlerini baz almak, adet olmuştur.
Halbuki bir devletin asıl gücü, istihbarat alanındaki yeteneğidir. 
Muhaberesiz muharebe olmaz, diye ifade edilen bir altın kural vardır.
Sağlam bir istihbarat yapılanmasına sahip  olan devlet, dışta önünü görürken; 
içeride zaafa düşmez.
Tarih, bizi global bir güç olmaya mahkum etmiştir. 
Bu yolda önemli adımlar atılırken; istihbarî kurumlarımızın,
yeni hedeflerimizin ihtiyacını karşılayacak yetkilerle donatılıp,  
yeniden yapılandırması gerekir..
Ki şu sıralar yapılmak istenen de budur.