HANGİ DEVİRDEYİZ YAHU !
 
Kaymakam Refik Bey, Doğu Anadolu’daki  bir ilçeden Anadolu'nun göbeğindeki bir ilçeye atanınca dünyaya yeniden gelmiş gibi oldu.
 Önce görev yaptığı ilçede kan davalarından bıkıp usanmıştı. Bir kez evi taranmış, iki kez de jeepine bomba atılmıştı.
 Yeni ilçe turistik idi. Geleni gideni, konuğu çok oluyordu.
 Refik Bey'in ilk işi ilçeyi tanımak oldu. Daha doğrusu tanımağa çalışmak… Tahrirat Katibi Hüsnü Bey kasabanın eşrafından… Memur maaşına muhtaç değil. Fakat, ilçe yönetiminde söz sahibi olmak için eşraftan aileler bir adamlarını böyle memurluklarda tutarlar. Bu bir gelenektir. Hüsnü Bey'in babası da, taa Osmanlı'nın son zamanlarında aynı kazada önemli bir görevde imiş.
 Hüsnü Bey, kasabaya 25 km uzakta bir yerde arkeolojik kazı yapıldığını Kaymakama haber verdi. Tamam. Hemen, arkeolog Kemal Talih Türkmen'e telefon edildi. Falan gün, falan saatte  kazı yerinde hazır bulunacak.
 Refik Bey, ilçede olan her gelişmeyi izlemek, öğrenmek ve gerektiğinde yasal işlemleri yapmak istiyordu. Daha önceki  ilçede bu tür hiçbir eyleme girişmemişti. Çünkü, ortam elverişli değildi.
 Belirlenen günde Kaymakam, Tahrirat katibi, Müze müdürü jeepe bindiler. Toz toprak içinde köy yollarından ilerleyip kazı alanına vardılar. Arkeolog Kemal Bey hazırlık yapmıştı. Üstü söğüt dallarıyla örtülmüş bir çardakta önce biraz soluklandılar. Kazıda çalışan bir işçi, evinde bir sürahi ayran, cam bardaklar getirmişti. Konuklar sıcak temmuz havasında beğenerek içtiler ayranı.
 Kemal Bey buyur etti konukları kazı yerine . Bu arada açıklama yapıyordu. Kaymakamın kafası karıştı iyice. Paleolitik, Neolitik, Höyük, Tümülüs, katlar, Kapadokya, Karum, Doğu Roma, Bizans… Liseden bilgi kırıntıları kalmıştı. Amma velakin, Arkeolog bey de öyle hızlı anlatıyordu ki, kronolojiyi tutturamıyordu.
 Yürüye yürüye höyüğün yanına vardılar. İzlemeğe başladılar. İşçiler, üniversitelerden gelmiş arkeoloji öğrencileri, iki öğretim üyesinin gözetiminde çalışıyorlardı. Bir yarma açılmıştı. Kaldırılan toprak katmanlarının altından eski yapıların duvar kalıntıları ortaya çıkmıştı. Bazı taşların üzerinde sıva vardı. Yer yer dökülse de renkli resimler görülüyordu.
Kaymakam selam verdi. Kimse aldırmadı. İki hoca da, yerlerinden ayrılmadılar. Kaymakam bozuldu. Kemal Bey'e baktı. O konuşuyordu. Kaymakamı sıkıntı bastı. Ellerinde küçük bıçaklar, fırçalarla çalışıyordu öğrenciler. Başlarını hasır şapkalarla örtmüşlerdi. Kız öğrenciler e köylü kadınları gibi yemeni bürünmüşler, çatkı yapmışlardı. Sanki zaman durmuş gibiydi. Höyük, belki üç bin, dört bin yıl öncesinin tarihini ortaya çıkaracaktı. Kaymakam bey baktı baktı. Sinirli bir ses tonuyla konuştu.
 ‘’ Hangi devirdeyiz yahu? Böyle şey olur mu günümüzde? Yarın Yol Su Elektrik İl Müdürlüğüne bir telefon ederim. Bir dozer, bir greyder gönderirler. Bu tümseğin bir ucundan gireriz, öbür ucundan çıkarız. Demek beş yıldır sürüyor bu iş ve daha on yıl da sürecek, öyle mi? Çocuk oyunu mu bu yahu? Bu kadar insan,  öğrenciydi, hocaydı, işçiydi boşuna zahmet edip duruyor. Biz bu işi bir saatte bitiririz vallahi !"
 Arkeolog Kemal Talih Türkmen, Müze müdürü Faik Bey  temmuz güneşi altında üşüyordu.