ÖĞRETMENİM BİNYAZAR

12 Eylül 1980’den sonra Türk Dil Kurumu üyeleri ağır suçlamalar karşısında savunmasız kaldılar. Kurum, yıldırımları üzerine çekiyordu. Daha düne değin, üye olmak için çırpınanlar, ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar, sürekli kara çalıyorlardı.

Binyazar, TDK Yayın Kolu Başkanı idi. 1981’de Berlin Eğitim Senatosu’nun çağrısı üzerine Berlin’e gitti. Çalışmalarını yer yer Varlık’ta izliyordum. Mehmet Seyda’nın bir yazısında

Ceyhun Atuf Kansu ile ilgili bir çalışma yaptığını, yayımlamak istediğini açıklıyordu.

Binyazar, Almanya’da üretgen bir eğitimci olarak görüldü. İncila Özhan Hanımla ortak kitaplar yazdı : Bu, 6 ciltlik Türkçe-Dil ve Okuma Kitabı idi. Bu çalışmalara yönelik bir Öğretmen Kılavuzu hazırladı. Aynı kentte, Gymnasiumların birinci ve ikinci evreleri için Türkçe Çerçeve Planı hazırlama kullarına başkanlık yaptı. Holanda, İsveç ve İsviçre’de öğretmen yetiştirme projelerinde görev aldı. Bu arada, Avrupa’da yaşayan Türklerin çocukları için Türkçe-Dil ve Okuma Kitabı I-II’yi yazdı.

Binyazar’ın eğitim, ekin görüşü şöyle özetleniyor : “ Toplumcu düşüncenin ağır bastığı denemelerinde, ancak ulusal kültürünü geliştirmiş toplumların evrensel bir dünyada yer alabileceklerini, insanın sanatsal ve düşünsel kimlik kazanmadan bir varlık gösteremeyeceğini savunur.

Binyazar’ın kitapları Türkiye’de tanınmasa da, belli çevrelerin hedefindeydi.

Hatta, bunların yasaklanması, Türkiye’ye sokulmaması bile konuşuldu bir ara.

Türk dilinin en büyük ozanı Nazım Hikmet Ran, Türkçe ders kitaplarında nasıl yer alabilirdi?

Necip Fazıl Kısakürek’ten  başkasına şair- ozan demeyen “zihniyet”  bunları anlamıyordu.

O yıllarda doktora tezimi hazırlamak için Aksaray-Niğde-Nevşehir-Kayseri-Kırşehir arasında gezip dolaşıyor; Orta Kızılırmak Bölümünü inceliyordum. Köylerde, kentlerde öğretmen evlerinde Avrupa’da görev yapan, yaz dinlencesi için ülkeye dönmüş öğretmenlerle karşılaşıyordum. Kimileri Binyazar’ı tanıyordu. Ya bir konferansını izlemiş, ya da hazırladığı kitaplardan yararlanarak öğrencilerini eğitmişti. Pek çok eğitimci,ondan hayranlıkla söz ediyordu.

Binyazar ile bağlantımız 2000 yılında güçlendi.

Masalını Yitiren Dev adlı çocukluk, ilk gençlik dönemini anlattığı anı-romanda

Diyarbekir’ın 1940’lı yıllarını anlatıyordu. Knut Hamsun’un “Açlık” adlı romanında açlık satırlarda kalmaz, elle tutulur, gözle görülür biçimde somutlaşır. Behçet Necatigil gibi bir büyük ustanın çevirisi olan bu eser beni çarpmıştı. Okuyalı 40 yıl olsa da unutmamıştım. Fakat, Masalını Yitiren Dev kendi ülkemizi, kentlerimizde yaşam savaşı verenleri, yoksulluğu, açlığı anlatıyordu. Canlı özne küçük Adnan’ın kendisiydi.

İmzalayıp armağan ettiği eserinde, bizi pek mutlu eden duygularını yazıya dökmüştü : “ Sevgili Emrullah Güney ile Hatice Hanım’a; bilin ki, birlikte yarattığınız sevginiz gözünüzün elifine yazılmıştır. Sevgiyle, dostlukla…”

2004’te Ölümün Gölgesi Yok çıktı. Bu, bir sevgi destanı idi. 1958’de atandığı Çorum Öğretmen Okulu’nda , görür görmez aşık olduğu öğrencisi Filiz Laçin’le birlikte yaşadığı yılları anlatan bir hüzünlü destan; bir ağıt…Çorum, Maraş, Ankara, Berlin günleri…Dinlence için gidilen İspanya’nın Akdeniz kıyılarında bir kent  ve Hitit topraklarında sonlanan bir acılı öykü…

Ağlaya ağlaya okudum ve öğrencilerime de önererek okumalarını istedim...

Sonra, oturdum, yine ağlaya ağlaya duygularımı dile getiren bir yazı yazdım.

Bu, bir kitap tanıtım yazısıydı…Tam bir ölçüye uymasa da.

Antalya’da yayımlanan Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk dergisine, Prof Dr Çetin Yetkin’e  gönderdim. Yayımlandığından haberim olmadı bir süre. Bir akşam Binyazar öğretmenimden bir telefon geldi. “ Mahmut Yağmur (Öğretmen, arkadaşı, yazar)  Ölümün Gölgesi Yok, ile ilgili yazından söz etti. Övdü; sıradan bir yazı değil; olağanüstü dedi. Dergiyi aradım, bulamadım. Bana internet yoluyla gönderebilir misin?” Haberleşme olanakları çok günümüzde. Masalını Yitiren Dev ile ilgili yazı da hazırdı. Her ikisini birden ilettim. Yazdıklarımı okurken çok duygulandığını, o günleri yeniden yaşadığını, gözyaşlarını tutamadığını  anlatıyordu gönderdiği iletide.

Mersin’de yaşayan emekli eğitimci emmimoğlu emekli eğitimci Hüseyin Güney’e demiştim ki: “ Ölümün Gölgesi Yok, eğer İngilizce yayımlanmış olsaydı, Binyazar,  tek başına , bu romanla Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırdı.”

Nobel olmasa da, Binyazar’a, bu eseriyle Orhan Kemal Roman Ödülü verildi. Hüseyin’e söylediğim söz yerini bulmuştu. Binyazar’dan habersiz, Can Yayınevi katılmıştı yarışmaya ve ödül O’na verilmişti..

Derslerimde, verdiğim konferanslarda, bir yolunu bulup bu iki nehir romandan söz ediyordum. Bir sav söz gibi: “ Masalını Yitiren Dev ile Ölümün Gölgesi Yok’u okumadan öğretmen olunmaz.”  Öğretmen adayları bu sözüme kimi zaman tepki gösteriyorlar, tebessümle karşılayanlar da oluyor. Fakat, adı geçen eserleri okumuş olanlar savsözü benimsediklerini alkışlarla belli ediyorlardı.

Kanal B’de  ( Başkent Üniversitesi Televizyon Kanalı ) Murat Atak, Türkçenin Sorunu adlı bir izlence sunuyordu. Konukolarak Jülide Gülizar, Emin Özdemir vardı . Telefonla ulaşarak katıldım , görüşlerimi bildirdim. Emin Özdemir, eserlerini izleyerek büyüdüğüm bir büyük dil ustası, Türkçe öğretmeni. Duygusal bir konuşmaydı benimki. “ Eğer bir ülkede Emin Özdemir, Adnan Binyazar gibi Türkçe sevdalıları varsa, dilimizi kuyumcu özeniyle işleyen yazarlarımız varsa kaygılanmağa gerek yok,” demiştim. Sözlerim Özdemir Öğretmenimi duygulandırmış. O akşam, o sırada Almanya’da bulunan Binyazar’ı arayarak, anlatmış. Taa Berlin’den telefon eden Binyazar Öğretmenim, mutluluğunu dile getiriyor; Emin Bey’in teşekkürlerini iletiyordu.

Dünya Öykü Günü dolayısıyla iki kez konuğumuz oldu ( 2005, 2006 ) Binyazar öğretmenim.

Eşim Öğretmen Hatice Hanım, gelinimiz Türkçe öğretmeni Eda Hanım, oğlumuz Mimar Mutlu Güney, biz ailecek bu “nehir roman” ları okuduğumuz için O’nun konukluğunun ayrı bir önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Konuşmaları içten, davranışları sevecen…

Kırklardağı’nın Düzü’ne giderken, birlikte kahvaltı yaparken, Diyarbekir surlarını seyrederken çocukluğunun geçtiği yerleri anımsıyor; anlatıyor. Her bir dakika, onunla geçirilen her an bir şölenin dilimleri… Sahaf, mizah yazarı, öğretmen Musa Dinç’le yarenlik ederken kahkahalarıyla herkesi neşelendiriyor. Diyarbakır halkının tatlı şivesiyle fıkralar anlatıyor. Ölümün Gölgesi Yok’u okumuş  genç bir doktor hanımın bir sözü,  esmer yüzünü aydınlatıyor: “ Sık sık, kendinizi çirkin anlatıyorsunuz romanlarınızda ; ama hiç de öyle değil. Yakışıklı bir insansınız. “  Fakat, eşinden ayrılmış ve çocuğunu görmesi engellenmiş bu genç annenin derin acısı, Binyazar öğretmenimi de yakıp kavuruyor. 

17 Nisan’da Köy Enstitülerinin Kuruluş Yıldönümü ile ilgili bir “kutlama” yazısı gönderdim. Bir süre sonra Cumhuriyet’te Salı günü yayımlanan Ayna köşesinde “ Köy Enstitüleri Okumak Demekti” adlı yazısında, beni ele aldı  . Kanatlandırıp uçuran , gönlümü yayla esintileriyle dolduran tümcelerle anlattı.(2007 Nisan )

Binyazar Öğretmenimi anlamak, anlatmak zor.

En iyisi, Onunla tanışmak, yarenlik etmek…

Bir konferansını dinlemek de , Cumhuriyet Pazar ekindeki yazılarını okumak da gerekli elbet.

O, bir Dede Korkut uzmanı…Okullarımızda çocuklarımız ne öğrenir Dede Korkut hakkında?

Deli Dumrul’u örneğin…Akmaz bir derede köprü yapıp, geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçeyi döve döve aldığı…Oysa, Dede Korkut’u bir de Binyazar’ın kaleminden okumalı. O zaman anlaşılır bu büyük destanın değeri. Bunun Türk ekini, uygarlığı  için ne olduğu…

Kitaplığımdaki çoğu imzalı eserlerine bakıyorum. Bazılarını derslerimde kullanıyorum.

Ağıt Toplumu, Kültür ve Eğitim Sorunları, Kan Turalı, Onbeş Türk Masalı, Halk Anlatıları,

Şairin Kedisi, Duyguların Anakarası ( Diyarbakır’a geldiğinde çok sayıda fotoğrafını çekmiş, kendisine göndermiştim. Arka kapak için bunlardan birini ayırmış. Bana haber verdi; çok mutlu oldum, küçük bir emekle elde edilen bir fotoğrafın böyle bir eserde değerlendirilmiş olmasından. Bu eserini imzalarken de şöyle yazmış : Sevgili Dostum Emrullah Güney’e… Bu kitap, sizin çektiğiniz fotoğrafın gönencini taşıyor. Sevgiyle, dostlukla…). Son yıllarda Halk Hikayelerini yeni baştan yazıyor.

Binyazar’ın Öğretmenim olmasından büyük övünç duyuyorum.

Ne mutlu ki, O yalnız benim değil, Tüm Türk dünyasının ekin eğitmeni, öğretmeni…