YETİŞMİŞ İNSAN KITLIĞI

‘’ Derler ki,  hakiki adı Hergele değil bu meydanın. Ulus, Ankara’nın yüreği 1920’lerde. İş arayan, işçi arayan hep buraya erkenden geliyor. Er gelen giderek Hergele olmuş. Hergele de fena söz değil de, hakiki manasını bilmekte fayda var.’’

Emekli yargıç Adil Bey, anılarını anlatmayı seviyor.

‘’ 1941’e dek köy ilk mektepleri 3 sınıflıydı. O yüzden sadece kaza merkezlerinin bazısında bulunan orta mekteplerin idarecileri köy okulu mezunlarını kaydetmezlerdi. Gerçi onlar da Maarif Vekaleti’nin tamimlerine, talimatnamelerine bağlı olmak mecburiyetindeler.’’

Çayından bir yudum aldı.

 ‘’ Hergele’den başladık. Bugün İtfaiye Meydanı diyoruz ya. Ankara bir kasaba. Evler kerpiçten. Kızılcahamam taraflarından kereste getirtenler güzel konaklar da yaptırmışlar. Az sayıda. Burada Belediye ilk olarak İtfaiye Teşkilatını kurduğu için Meydana da o birimin adı verilmiş. Kale etrafındaki mahalleler zaman zaman çıkan yangınlardan zarar görüyor. İtfaiye önemli. ‘’

 

Cebinden bir ajanda çıkardı. İçine koyduğu fotoğrafı gösterdi. Siyah beyaz parlak bir görünüm. Arkada Ankara Kalesi görülüyor. Önde Meydan; at arabaları, bekleyen köylüler, yıprak yapılar…

 

‘’ Eski bir evin alt katında, köşe başında bir odayı dayayıp döşediler. Bir iki tahta sandalye, bir masa. İçerde iki kişiyi görür olduk. Kimdi onlar ? Yazıhane’nin personeli.  Bir gün, yine bekliyorum. Daha yaşım 23. Askerliğim bitmiş. Cumhuriyet bize hep umut verdi, iyimserlik aşıladı. Umuyorum ki, Devlet, benim Devletim değerimi anlayacak; bana bir memuriyet verecek.’’

 

Gözleri nemlendi Adil Bey’in

‘’ Hiç unutmam, uzunca boylusu kapıya çıktı. Elindeki kağıdı yüksek sesle okumağa başladı. ‘’ Dinleyin beni !  Arzıhal, istida yazmayı bilen buraya gelsin. Onları vazifelendireceğiz. ‘’ Heyecanlandım. İlkmektepte 3 yıl okumuştum ama, askerliğimi yaparken kendimi geliştirmiştim. Zabitler, küçük zabitler bendeki okuma sevgisine imrenirlerdi. Kendime güvenim tam idi.’’

 

Cebinden keten mendilini çıkardı Adil Bey, terini sildi, anlatmağa devam etti.

 

‘’ İçeri girdim. Cebimden nüfus hüviyet cüzdanımı, ilkmektep şahadetnamemi, beni en çok takdir eden Mirliva Yunus Paşamın tavsiye mektubunu masanın üzerine koydum. Masada oturan memur adımı, memleketimi yazdı yeni açılmış ciltli bir deftere. 1 numaraydım. Dedi ki; Tamam senin işin. Bu hafta müracaat edenleri kaydedeceğiz. Sonra yeni bir ilanatla sizi kursa alacağız. Yeni rejimin adliye personeline ihtiyacı var. Adliyelerin hangisinde ihtiyaç varsa oraya gidip vazife göreceksiniz. ‘’

 

Bastonuna dayandı Adil Bey.

 

‘’ Bir hafta Hergele Meydanı’nda oyalandım. Her gün, her saat , acaba bir ilanat var mı diye bekledim. Sonra baktım, kabul edilenlerin başında, ilk sırada adım var. Sevinçten ağladım. Hemen babama mektupla müjdeyi yazdım. Neyse, bizi Hakimler, Müddeiumumiler kursa tabi tuttular. Ankara çok mühim. İstiklal Mahkemeleri öyle hükümler veriyor ki, dehşet. Üç Aliler Divanı var. Ankara Hukuk Mektebi yeni açılmış. Memlekette lise sayısı o kadar az ki. Liseyi bitirenler o kadar az ve değerli ki. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirenler Anadolu’da görev almak istemiyorlar. Ankara, yeni rejimin hukukçularını kendisi yetiştirmek zorunda kalıyor. Hukuk Mektebi Müdüriyeti, lise mezunu olmayınca orta mektep mezunlarını almak istiyor. O da kafi gelmiyor. Talebe sayısı kifayetsiz. Bu arada Azerbaycanlı ilim adamı Agayev Ahmet Bey ile de tanıştım Ulus’ta gezerken. Babacan bir adam; pek tatlı bir Türkçe konuşuyor. Benim talebesi olacağımı söyledi; pek bahtiyar oldum. Artık bunlara hukuk müderrisi denilmeyecekmiş . O, İstanbul’da kalmış. Hukuk  Mektebi Hocası. Sonra bizi o hocalar yetiştirdi. İmtihanlardan geçtik. Dört elle sarıldım derslere. O zorluklar beni yıldırmadı. İmkanları değerlendirmek mecburiyetindeydim. Hergele Meydanı’ndaki otel-ne oteli, han- görseydiniz, it bağlansa, it durmazdı. Ankara’nın ayazında, 3,4 ay süren bıktırıcı kışında, kat kat giyinerek, battaniyelere sarılarak tuğla kalınlığında kitapları hıfzettim. Doğru dürüst beslenme de yok. Günde 3 öğün ha! Lafı mı olur. Tek öğün. Ben her türlü sıkıntıya katlandım, kursu bitirdim. Bizi Anadolu’ya dağıttılar. Hakim olarak, müddeiumumi olarak. Sanki oralar Ankara’dan daha mı iyiydi? Yokluk, yoksulluk devri. Yeni rejim için kanaatkar olmak mecburiyeti vardı. Adliye Vekilim Mahmut Esat Bozkurt Bey’in çok iyiliğini gördüm. Beni takdir etti. Verdiğim kararları daima inceleyip yorumlarıyla beni yönlendirdi. Onun Anadolu İhtilali adlı bir kitabı vardı. Hiç elimden düşürmedim. Ezberledim okuya okuya. Yıllarca kazalarda vazife gördükten sonra Ankara’ya tayin istedim. Müsbet karşılandı. Elbet, evlenip çocuk sahibi olmuştum. Kendim ilkmektep 3 sınıflı tahsilden  geçtiğim halde, talip olduğum kız Muallim Mektebi  mezunuydu.  Ailesine açık açık anlattım, muvafık buldular; evlendik. Pek münasip, uyumlu  bir hayatımız oldu. Çocuklarım şimdi yaşlı başlı insanlar. Birisi arkeoloji profesörü, birsi de mimar. ‘’

Adil Bey yorulmuştu. Çayı da bitmişti. Gözlerinde yaşlarla bağladı sözlerini.

 

‘’ Şair Yusuf Ziya Ortaç bir yazısında demişti ki, ‘’ Biz Gelibolu Yarımadası’nın toprağına , Çanakkale Boğazı’nın sularına bir Darülfünun gömdük…Yetişmiş insan kıtlığı vardı. Ne muallim var yeterli, ne hekim, ne şehir plancısı, ne eczacı, ne mimar, ne mühendis. Cumhuriyet her şeye sıfırdan başladı. Kolay değil yavrum, yeni rejim, kendi kadrolarını yetiştirmek zorundaydı. El yordamıyla, tecrübe ede ede ,binbir zorlukla…Bugünlere birdenbire, damdan düşer gibi hemen gelmedik. ‘

16 Aralık 2024

Diyarbakır