AĞACI DA ORMANI DA SEVMİYORUZ.
Sıcak mı sıcak bir haziran günü.
Bu diyarda sıcaklar şubatın ikinci yarısında başlar.
Haziranda sıcaklar insan gölge aramağa zorlar.
Üniversite’nin Kalp Hastanesi’nin bahçesinde insanlar ağaç gölgelerine sığınmışlar. Az sayıda ağaç var.
Belli ki muayene için sıra bekliyorlar.
Belli ki, hastanede yatan yakınlarını ziyaret için bekliyorlar.
Çocuklar için her şey oyun.
Baktım, üç çocuk yeni dikilmiş bir fidanın çevresinde kaçma-kovalamaca oynuyorlar. Fır dönüyorlar. Koşarken fidanı sallıyorlar. Ana babaları aldırmıyor. Kimsenin umurunda değil.
Bağırdım.
‘’ Bu fidanı siz mi diktiniz ki, kırma hakkını kendinizde buluyorsunuz. Çocuklarınızı durdursanıza ! ‘’
Uyumaya devam. Kimse bağırmama ses çıkarmadı. Aldırış eden olmadı. Sadece çocuklar oradan uzaklaştı.
Fidanı inceledim. Kırılmamış ama, köküne doğru toprağı gevşemiş. Yerinden oynatılan fidan büyür mü?
Olasıdır ki, kuruyacak.
Ziyaretçiler, hastalar o fidanın ağaç olduğunu göremeyecekler, gölgesinde uzanıp uyuyamayacaklar. Cayır cayır yanacaklar Mezopotamya güneşi altında.
…………………
Facebook’te özellikle Doğu Karadeniz yaylalarıyla ilgili binbir fotoğraf paylaşılıyor.İller, ilçeler, bucaklar, köyler…Parça bölük ormanlar. Bütünlük ortadan kaldırılmış. Böğrüne hançer sokulmuş canlının acısını duyar gibi oluyorum o fotoğraflara bakarken.
O yöreden olup da İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya göçeden ve belki 10,20,40 yıldır doğduğu yerleri göremeyenler için bu fotoğrafların sunduğu olumsuzluklar önemli değil anlaşılan.Yorumlarda nostalji var. Teşekkür ediyorlar. ‘’ Çok özlemişim. Memleketim bir cennet. Dünyada böyle bir dağ, böyle bir yayla yok. Havası, suyu bir başkadır. İnsanı yaşatır. Balı, kaymağı cana can katar. İnsan mısır ekmeği yer de doymaz mı ? ‘’
Vakit buluyorum, yorumları tek tek okuyup notlar aldıktan sonra kendi yorumumu yazıyorum.
‘’ Bir basit yayla kulübesi yapmak için bin yetişmiş çam ağacını kesmişsiniz. O yamaçlar çölleşmiş. İlk sağanak yağmurun ardından erozyon, denüdasyon toprağı çamurlaştıracak ve aşağılara doğru çamur seli halinde alıp indirecek. Bir ağacı kestikten sonra beş ağaç dikmeliydiniz. Hazıra dağ dayanmaz. Biter, bu ormanlar biter ve ortaya dağ çölleri çıkar. Eğimli yamaçlar ağaçların kökleri sayesinde yerinde sabit durur. Siz o ağaçları kestikten sonra o kütleyi orada tutacak güç kalmamış demektir. Toprak kayması, uçgun, dağ göçmesi olağandır. Bu denli eğim derecesi yüksek alanda ağaçlandırmağa, bitkilendirmeğe önem vermeniz gerekirdi. Ağaçlarını kestiğiniz yamacı teraslandırarak çifte minareli, kubbeli büyük de bir cami yapmışsınız. Kaya katmanlarının dengesini bozduktan sonra caminin de yapacağı bir şey yoktur. Bir heyelan onu da alıp derenin içine sürükleyip indirir, yamaçtaki yayla konutlarıyla birlikte. O zaman ağlayıp döğünmenin de hiç yararı olmayacaktır. ‘’
Felaket tellalı…Kim bilir benim yorumumu okuyan, memleketine hasret kalmış insanlar nasıl kızarlar bana. Gözümün önüne geliyor kızgın ,sinirli halleri.
Benim gözlemim doğrudur, eğip bükmeğe gerek yoktur. Kim kızarsa kızsın ; kim küserse küssün ! Gerçekleri dillendirmekten neden korkmalı !
………………
İlkokulda Doğu Anadolu, Ege Bölgesi ormanlarını anlatırdı Coğrafya, Yurt Bilgisi kitaplarımız. Yüzdelerini de verirlerdi. Yaptığım gezilerde bunların nasıl yanlış olduğunu görmüşümdür. Yaşım 80’e yaklaşırken aynı acıyı yaşıyorum. Tv kanallarında belgesel arayıp buluyorum. Haberlerde de bakıyorum, orman olması gereken yerler pırçık pırçık edilmiş, altüst edilmiş sanki kirizme yapılmış gibi. Geçenlerde bir tv kanalında Yozgat Akdağmadeni ile ilgili bir olay anlatılıyordu . Değil orman, birçok yerde ağaç bile kalmamış. Bu dağlık kütle daha 70 ,80 yıl önce ormanlarla kaplıydı. Taa Gemerek’e, Sızır’a, Şarkışla’ya, Kayseri-Sıvas Demiryolu yakınlarına dek …Prof Dr Reşat İzbırak Öğretmenim 1940’larda bu yöreyi incelemiş, jeomorfolojisini kitaplaştırmıştı ( DTCF yayını ) . Derslerinde Sızır çağlayanını öyle bir coşkuyla, mutlulukla anlatırdı ki, dinlerken yüzümüze su zerrecikleri çarpardı sanki, ferahlardık Ankara’nın bunaltıcı sıcağında… Çağlayan, varlığını Akdağ Ormanlarına borçludur. Orman yok; su yok…Orman yok; çağlayan yok…Orman yok; akan su değil; çamur.
Ormansızlaşmanın ardından ne geliyor ? Sonra yaz kış, ardarda seller, taşkınlar, su baskınları, dağ kaymaları, toprak göçmeleri, uçgunlar yaşanıyor, can kayıpları…Olur elbette. Doğa intikamını alır; acıması yoktur. Sel baskınları, taşkınlar Anadolu’nun, Trakya’nın kaderi midir ?
Bir gerçek ortaya çıkıyor.
Ormanı da ağacı da, fidanı da sevmiyoruz. Önemsemiyoruz. Yazın gölge arıyoruz; kesmişiz tüm ağaçları; yok. Sıcaktan yana yana akşam olmasını bekliyoruz. Bozkırın ayazı çıkınca da üşüyoruz. Orman yok çünkü. Orman sıcaklıkları dengeler…Kışın da yakacak sıkıntısı çekiyoruz. Yetiştirmemişiz. Var olanı da kesmişiz. Soğuktan donuyoruz.
Bitkilendirme, fidan dikme, ağaçlandırma…
85 milyon değiliz artık. 100 olmuşuzdur. Bu 20-25 milyon aile demektir. Orman Genel Müdürlüğü her aileye zorunlu olarak 1 fidan dikme ,sonrasında izleyip büyütme ödevi verse, bir yılda 20-25 milyon fidan toprağa kök salacak demektir. Bu bir yurtseverlik kampanyasıdır ki, hemen seslerini yükseltenler çıkacaktır: Demokrasilerde zorlama yoktur, olamaz…
2. Dünya Savaşı süresince ABD, Britanya, SSCB uçakları yalnız Alman kentlerini yıkıntılaştırmadı. Ormanlar da bombalamalardan nasibini aldı. Demokrasi içinde Almanya, savaşta yitirdiği ormanları, halkının özverisiyle, kat kat fazlasıyla tekrar ,10-20 yıl içinde kazandı. Bugün bu ülke Avrupa’nın yapay orman alanı açısından en varsıl ülkesidir.
Zorlama yok diye diye, orman olması gereken güzelim yurt köşeleri Ürdün Çölü’ne benziyor giderek.
………
7 Ocak 25
Acıbadem