Hz. Hatice’nin EviÜzerine

Hasan Mert Kaya sosyal medyada çok yönlü, çok renkli resim, haber ve yazılar paylaşıyor.

Sosyal medyada birçok kişi; yerli-yersiz, zamanlı-zamansız, yanlış-doğru, iyi-kötü ayrımı yapmadan paylaşımda bulunurken Kaya, oldukça faydalı paylaşımlarda bulunuyor.

Kaya’nın söz konusu paylaşımlarından biri de Sudi Arabistan’ın efsaneleşmiş petrol bakanı rahmetli Ahmed Zekî Yemânî’nin emeğinin ürünü olan The House Of Khadıjah Bint Khuwaylıd kitabı hakkındaydı. Ayrıca kısa açıklamalar eşliğinde birtakım resimler de paylaşmış. Paylaşırken de tercüme edilmesinin iyi olacağını ifade etmiş. Bunun üzerine küçük mahdumumdan Kaya’nın telefonuna ulaşmasını istedim. O da gecikmeksizin temin etti.

Aradım. Telefonda; eğer herhangi bir yayı eviyle görüşme yapılmadıysa, DİB Yayınları veya TDV Yayınları olarak bahsi geçen kitabı yayınlayabileceğimizi ifade ettim. Yayın hakkının kendisinde olmadığını söyledi.

O tarihten sonra bir taraftan eserin telifini almaya çalışırken diğer taraftan da herhangi bir yayınevi tercüme ediyor mu diye takibe başladım. Bir müddet sonra Ketebe Yayınları tarafından yayınlanacağını öğrendim.

Bundan sonra da çıkacağı günü heyecanla takibe başladım. Nitekim Muttalip Tütüncü tarafından tercüme edilen kitap, “Hz. Hatice’nin Evi -Konumu, Yapısı ve Mimarisi Üzerine Tarihsel Bir İnceleme-” ismiyle okuyucusuyla buluştu.

Henüz kitapçılara dağıtımı dahi yapılmadan iyi kalpli dostum Recep Çelebioğlu vasıtasıyla kitabı temin ettim. Aşığın maşukuna kavuşması misali heyecanla okumaya koyuldum. Beyan Yayınlarının projelendirdiği Peygamberimiz’in İzinde 40 Sahâbî Hz. Hatice, DİB Yayınları tarafından yayınlanan Hz. Hatice, Osmanzâde Hüseyin Vassaf’ın Hicaz Hatıratı ve Mehmet Apaydın’ın Siyer Kronolojisi kitapları eşliğinde kimi zaman sevinçle kimi zaman hüzünle çoğu zaman da düşünerek, okumayı nihayete erdirdim.

Bu vesileyle Efendimizin, “Zamanındaki dünya kadınlarının hayırlısı İmran kızı Meryem, bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’dir.”[1] diye vasfettiği Ümmü’l-Mü’minîn Hz. Hatice validemizi yeniden ve tekrar hatırladım.

Kitabı okurken dirayetli, bir o kadar da mütevazı, kararlı, ferasetli, asil annemize saygım bir kat daha arttı.

Kitabı okurken, Nûr Dağı’ndan gelen eşini bekleyen Hz. Hatice’yi, eve geldiğinde bakışı ve ikramlarıyla O’na huzur veren, teskin eden annemizin dirayetini hatırladım.

Kitabı okurken, müşriklerin eziyetinden dolayı mahzun olan Son Nebî’yi rahatlatan meltem sesli annemizi hatırladım.

Kitabı okurken, işkencelerden bîzar olan sahâbeyi teskin eden sığınağı hatırladım.

Kitabı okurken, Müslüman olmak için dışardan gelen insanların gizlice oraya gelişlerini hatırladım.

Kitabı okurken, o evde doğan Kasım, Abdullah, Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rukiye ve Fatıma’yı hatırladım.

Kitabı okurken; zor durumda kalan Ebu Tâlib’in, oğlu Hz. Ali’nin bu evde yaşayışını hatırladım.

Kitabı okurken, Hâkim Bin Hizâm’ın Hz. Hatice’ye, onun da Efendimizin hizmetine verdiği Kur’an’da ismi geçen tek sahâbî Zeyd b. Hârise’yi hatırladım.

Kitabı okurken, Efendimizin sadık dostu Ebû Bekir ve diğer sahâbîlerle yaptıkları muhabbetleri hatırladım.

Anlayacağınız! Bu kitap, okuyucusuna, sadece Hz. Hatice’nin evini anlatmıyor, evle beraber vahyin geldiği, vahiyle beraber meleklerin, sahâbîlerin girip çıktığı kutlu mekânı hatırlatıyor.

Ev, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin, sevinciyle, hüznüyle, acısıyla-tatlısıyla yaklaşık 28 yıllık yaşantısının hatırasını.

Hz. Hatice’nin bahsedilen evi, 1925 yılına kadar kutlu mekâna giden hacılar ve umreciler tarafından ziyaret ediliyordu. Her ne sebeptense o tarihten sonra toprak altında kalmış!

1989’da Kâbe’yi genişletme ve düzenleme çalışmaları esnasında evin kalıntılarına rastlanmış. Kitabın müellifi Ahmed Zekî Yamânî, derhâl harekete geçerek 50 kişiden oluşan uzman bir ekiple bizzat ilgilenerek kazı işlemini başlatmış.

İki aylık hummalı bir çalışma sonunda evin hemen her bölümü gün yüzüne çıkartılmış. Evin bütün bölümleri her veçhesiyle fotoğraflandıktan sonra zarar görmeden muhafaza edilmek üzere, getirilen tuzsuz ince bir kumla tekrar kapatılmış. (s. 152-3)

Eve, niçin Hz. Muhammed’in evi değil de Hz. Hatice’nin evi denmiştir?

Muhtemelen, Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlendiğinde bu evde yaşadığı için olabilir.

Aynı soruyu şöyle de sorabiliriz: Efendimizin babasından kalan ev uygun değil miydi? Veya güvenli veya geniş mi değildi?

Hiç şüphesiz bu soruya verilecek hiçbir cevap kesin olmayacaktır. Ne var ki, Mekke’nin eski reislerinden Kusay, ev yapmak üzere her kabileye yer göstermiş. Benî Hâşim’e gösterilen yer, Hz. Hatice’nin evine göre Kâbe’ye daha uzak olduğundan, Resûlullah burada kalmayı tercih etmiş olabilir.

Hz. Hatice validemiz zengin, zengin olduğu kadar da cömert biriydi. Bütün servetini İslâm yolunda harcamıştır. Diğer bir ifadeyle varlığının bütün tasarrufunu Peygamberimize bıraktı.

Önemli bir husus da Peygamberimizin Hz. Hatice’ye değil, Hz. Hatice’nin Peygamberimize evlilik teklifinde bulundu. Bu durum hiçbir zaman yadırganacak bir durum değil, zira örfen de dul bir bayan evlilik teklifinde bulunabilir.

İslâm’ın gelişiyle birlikte Hz. Hatice, “…kendisini ve evini, yeni oluşan Müslüman toplumunun hizmetine adamış, aynı zamanda sahip olduğu statüyü de Allah’ın Elçisi’ni zarar görmekten korumak için kullanmıştır.

İslâm’a hizmetinden dolayı Allah’ın kendisine selâm gönderdiği ve aynı zamanda cennette inci kamışlarından yapılmış, içinde yorgunluğun ve kavganın olmayacağı bir evle müjdelediği tâhir (temiz) Hz. Hatice işte böyle biriydi.

O, eşine/Peygamberine hiçbir zorluk çıkarmadan gönül hoşluğuyla ilk inanan olmakla kalmadı. Aynı zamanda görevinde ona her yönüyle destek oldu. Yorgunluğunu aldı, yoldaşlık etti, yükünü hafifletti. Bu yüzden Allah da onu, yaptıklarının mükâfatı olarak, cennette içinde yaygara ve yorgunluğun olmadığı inciden bir evle müjdeledi. (…)

Resûlullah da yaşadığı sürece onun üzerine ikinci bir eş almayarak üstünlüğünü, asalet ve büyüklüğünü teyit etti. Vefat ettiğinde derin bir üzüntü duyarak şöyle demiştir: ‘Onun sevgisiyle rızıklandırıldım çünkü insanlar beni yalanladıklarında o bana inandı. İnsanlar bana yalancı dediğinde o bana emin dedi. Başkaları beni reddettiğinde o beni malıyla destekledi. Allah, bütün kadınlardan esirgediği çocuklarımı bana onunla lütfetti.’” (2)

Hz. Hatice Ebû Tâlib’den 3 gün veya 35 gün sonra vefat etti. Vefat ettiğinde 65 yaşındaydı.

Peygamberimizle evlenmeden önce Ebû Hâle ve Atîk’le evlendi. İlkinden Peygamberimizin şemailini de yazan Hind ve Hâle, diğer eşinden de Hind ismiyle üç çocuğu dünyaya geldi.

Kaynaklarımıza göre Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiğinde yaşı kırktı. Bazı kaynaklarda 28 olarak geçmektedir. Bu yaşı söyleyenlerin gerekçesi, dünyaya gelen altı çocuğudur. Mehmet Apaydın Siyer Kronolojisi kitabında Hz. Hatice’nin doğum yılının 555 veya 556 olarak belirtiyor.

Hz. Hatice hakkında yazılmış çok sayıda kitap ve makale mevcut. Ne kadar yazılsa azdır. Fakat bahsimiz, kendisinden ziyade evi olduğu için bu kadarla iktifa ediyorum.

Kitapta evin ne zaman yapıldığından bahsedilmiyor. Mevcut ev üzerinde kimlerin ne tür tasarrufta bulunduğu ise kaynaklarımızda mevcut.

Yukarıda da bahsettiğim gibi on beş yılı peygamberlik öncesi on üç yılı da nübüvvet sonrası yirmi sekiz yıl insanlığın en kıymetlisi bu evde oturdu, yaşadı. Hicretten sonra evin Âkil b. Ebî Tâlib veya Muattib b. Ebî Leheb’e geçtiği belirtilmektedir. Muâviye, halifeliği döneminde bin dinar vererek Muattib veya Âkil’den satın alarak mescit yapmıştır. (s. 52)

Hz. Hatice’nin evi Taberî’nin belirttiğine göre, Mescid-i Harâm’dan sonra Mekke’deki en faziletli yerdir. Ev, vahiy kubbesi, gizlenme yeri, Fâtıma’nın doğum yeriyle ön ve arka revaktan oluşmaktadır.

Ev üzerinde en fazla çalışma yapan, Abbâsî Halifesi Nâsır’dır. Nâsır, 604 yılında gerekli tadilatı yaptıktan sonra evin dış duvarına mermer levhaya şunları yazmış: “(…) her kim bunu değiştirir veya tahrif ederse, Allah’ın ve lanet edicilerin laneti kıyamete kadar onun üzerine olsun. Âmin. Allah’ın selâmı ve rahmeti Hâtemü’n-Nebiyyîn, Efendimiz Muhammed’in ve onun âl-i pâkinin üzerine olsun.” (s. 66)

Kitapta, dikkatimi çeken en önemli hususlardan biri, Peygamberimizin diğer çocuklarının değil de sadece Hz. Fâtıma annemizin doğduğu yer üzerinde durulmasıdır. Orijinalinde var mıydı yoksa büyük tadilatta bulunan Abbâsî Halifesi Nâsır mı böyle belirgin hâle getirdi, belirtilmemiş. Eğer tadilat sonrası belirginleştirilmişse bu durum, Abbâsîlerin Emevîlere bir naziresi veya Ehl-i beyt’e yakınlık göstergesidir. (s. 65)

1936 yılında Mekke’yi ziyaret eden Mısırlı yazar Muhammed Hüseyin Heykel, evin yerini boş görünce: “Bugün boş duruyor. Üzerinde hiçbir şey yok. İnşallah Hicaz’ın yöneticileri burayı yeniden inşa etmeyi düşünürler…” derken Muhammed Lütfî Cum‘a da 1950 yılındaki bir yazısında: “…Sadece boş bir arazi parçasını görecek olmam benim için önemli değildi, yeter ki gerçek yeri göreyim. Bana ‘Muhammed ile Hatice burada yaşadı ve bütün çocuklarıyla burada rızıklandırıldılar.’ demeniz yeter.” diye hasretini dile getiriyordu. (s. 69)

Kitapta, görselleriyle birlikte, yazdığımdan çok daha fazlasını okuyabilir, görebilirsiniz. Bu vesileyle birbirinden değerli kitapları okuyucuyla buluşturan Ketebe Yayınlarını, böyle değerli bir eseri Türkçeye kazandırdıkları için tebrik ediyorum.

Ahmet Belada

1- Hz. Hatice’nin Evi, A. Zeki Yamani, Ketebe Yay. S. 23,26,27


[1] Âdem Apak, Hz. Hatice, Beyan Yay., s. 67