ADİL TEKİN : Diyarbakır’ın görsel tarihçisi

Lice’nin bir köyünden çıkıp geliyor Diyarbakır’a. Daha çocuk. Cumhuriyet’in  ilk yılları. Şehirde elektrik yok. Fotografçı tek bir kişi var. Karanlık kutuya ışık düşürerek film çekip ak kara karta basıyor. Adil çocuk çırak oluyor bu ustaya. Benimsiyor fotografçılığı. Mesleğini yalnız geçimini sağlayan bir zenaat olarak görmüyor ; sanat derecesine yükseltiyor. Yıllar ve yıllar boyu Diyarbakır’ın değişimini, gelişimini objektifiyle “zaptediyor.” Şehre gelen her gezgin, araştırman, sanatçı,  onu buluyor, onu rehber sayıyor, eski şehir ve il görünümlerini ondan alıp kullanıyor.

 

Gazetecilerin de uğradığı yer, onun mekanı oluyor.

 

1967 Diyarbakır İl Yıllığı…

1973 Diyarbakır İl Yıllığı…

Daha Ürgüp Lisesinde öğretmen iken, bu yıllıklardaki olağanüstü güzel fotograflardan tanıyordum büyük ustayı. Resimler ak-kara idi. Ama, bir çekiciliği vardı. Hani, gezgin gelir, bir taksi, cip kiralar, ayağını yere basmadan içerden resim çeker, gider.

Sonra da öğünür : “Diyarbakır, benden sorulur.” Bu ne “nahoş” öğünmedir.

 

Adil Tekin, dört mevsim, üçyüzaltmışbeş gün  yaşıyordu beldesini, ilini.

Bu nedenle yıllıklardaki resimler olağanüstü güzel idi. Dört başı mamur ve murassa…

 

Fırat Üniversitesi’nde coğrafya asistanı olarak göreve başladığım zaman, 150 km güneydeki Diyarbakır’a yaklaşmış oldum. Usta’ya bir mektup yazarak bu yıllıklardaki resimlerden göndermesini rica ettim. Büyük bir kutu içinde geldi resimler. Malabadi köprüsü, Dice ırmağı ve koyağı, Ergani, Zülküfül Dağı, Çermik’in Gelinkayaları, Meyafarikin Ulu Camisi, On Gözlü Köprü, Diyarbakır Ulucamisi, İçkale, Mesudiye Medresesi, Dicle ırmağında Piran’ın odununu taşıyan kelekçiler, Lice, Kulp, Hani, Hazro..Güneydoğu Toroslar, Karacadağ,Siverek, Mardin, Deyrülzağfiran, Midyat, Hasankeyf…

 

Bu bir resim kutusu değildi benim gözümde; bir define sandığı idi , bir mücevher kutusu idi.

 

Dicle Üniversitesi’ne geçtiğim zaman, daha ilk gün,  ziyaret ettiğim ilk yer Adil Tekin ustamın küçük atölyesi oldu. Tanıttım kendimi. Sevgiyle karşıladı beni. Çay içerek yarenlik ettik. Daha önce gönderdiği fotografların bedelini masanın üzerine koydum. Gülümsedi, onları alıp cebime yerleştirdi. Davranışlarında bir baba şefkati…Kucaklaştık.

“ Fotograf, değerini bilene armağan edilir Bunun bedeli yoktur,” dedi.

Gözlerim yaşardı.

 

Diyarbakır’da yaşamağa başladıktan sonra, özellikle cumartesi günleri onun yanına uğramak artık bir tiryakilik olmuştu. O, yalnız bir fotograf ustası değildi, Diyarbakır tarihini, insanını iyi bilen bir sosyal antropolog, bir insan sarrafı, aydın bir sanatçı idi. Deneyimleriyle zenginleştirdiği anılarını dinlemek sonsuz bir keyif veriyordu insana. Diyarbakır folkloru ile ilgili en güzel, değerli eserler hazırlayan Avukat Şevket Beysanoğlu, Tiyatro yazarı , ozan Orhan Asena, Avukat İhsan Biçici  de bazen yarenliklerde hazır bulunuyordu. Adil Bey  pek varsıl olan fotograf koleksiyonunu da önümüze seriyor, açıklıyordu. Öğrendim ki, bunu herkese göstermezmiş, değer verdiği insanlar için yaparmış.

 

Aramızdan ayrılmasından 51 hafta önce, 1937 yılının 17 Kasım günü Diyarbakır’a gelen ve şehrin hemşehrisi ilan edilen Uluğ Önder Atatürk hakkında da ilginç bilgilere sahipti o. Diyarbakır’ın en güzel yapısı olan Dağkapı’daki Halkevi’nde yaptığı konuşmayı aynen anımsıyor, o günün coşkusunu hala yaşıyordu. O anıları da zevkle  dinliyorduk.

 

Yılların birikimiyle, kendimizde bir özgüven gördük ve bir fotograf sergisi açtık. Resimleri onun atölyesinde, oğlu Güçhan Tekin ile birlikte karta bastık. 44 resimden oluşan sergiyi açarken Vali bey, Rektör bey açış konuşmasını ondan rica ettiler. “ Fotograf bir hastalıktır. Genç arkadaşımz (daha yaşımız 40 idi o zaman) Dr Emrullah Güney de hasta. Ben, onun iyileşmesini istemiyorum. Hastalığı devam etsin ve güzel eserler meydana getirsin.  Güney dostumu  seviyorum. Kadirbilir bir meslekdaş olarak görüyorum onu.” Bu sözler alkışlandı.

 

Yıllar ve yıllar boyu sürdü dostluğumuz.

Aramızdaki 40 yıllık yaş farkına karşın iyi anlaşıyorduk.

O, Diyarbakır için bir öğünç kaynağı idi.

 

Fotogaflarla Diyarbakır…O’nun yayımladığı bir eserdir. Pek az basılmış.

Acaba, kimler bildi değerini. İmzalayıp bana armağan ettiği bu kitabı, şimdilerde öğreniyorum; ABD’den Japonya’ya; Güney Afrika’dan Finlandiya’ya pek çok araştırmacı, sahaf arayıp bulamıyormuş .

Kitaplığımda böyle bir eserin varlığıyla gururluyum.

 

Burada duralım biraz.

Yapıldığı zaman adı Vedat Dalokay olan Dağkapı Yeraltı Çarşısında bir bölümün adı Adil Tekin Güzel Sanatlar Galerisi idi. Ve anlaşmıştık. Burada da bir sergi açacaktım. Ne oldu !  Bu güzel çarşının adını Selahaddin-i Eyyubi yaptılar ve galeriyi de para getirsin diye dükkana çevirdiler ; AVM oldu.

 

Vefa yalnızca İstanbul’da bozası, Lisesi, sporcuları, yetiştirdikleriyle ünlü bir semtin adı mıdır? Nerede kaldı vefa duygusu !..

Ben, Adil Tekin ustama karşı borçlu duyumsuyorum özümü.

Sanıyorum, Diyarbakır bu büyük sanatçıyı unutmamıştır.

Halk, şehrini seven insanları, eser bırakan sanatçıları unutmaz, unutmamalıdır.

 

Adil Tekin ustam için en özlü,en güzel sözü , çok sevdiği dostu Sanat Tarihisi Prof Dr Metin Sözen (Elazığ 1928 ) söylemiştir: “ Adil Tekin, Diyarbakır’ın ve Güneydoğu Anadolumuzun tarihini fotografla yazan sanatçıdır. Böyle bir üstadı yetiştiren Diyarbakır’a ne mutlu !”