AMUDA KALKAMAYANI BIRAKIRIM SINIFTA
1988 Mayıs…
Oğlum Umut, Anadolu Lisesi öğrencisi.
Bana söylemiyor ama, duyuyorum; beden eğitimi öğretmeniyle takışmış.
Ders yılının son ayı mayıs, önemlidir.
Belli olur artık öğrencinin durumu.
Yorucu bir gün. Fakültede dersler, öğrenci sorunları,
her gün gerginlik yaşatan bir öğretim üyesinin
bıktıran davranışlarına çözüm arayışları…
Saat 17.30’da odamdan çıkmışım, yürüye yürüye
Ofis semtine geliyorum, oradan otobüse binip , evime varıyorum.
Bir günün dökümü : Bugün ne yaptım?
Yarının planı : Bugüne göre daha iyi geçmesi için netmeli, neylemeli ?
Açkım var. Zil çalmağa gerek yok…
Sesler geliyor çocuklarımın odasından : ‘’ Paat, küüüt…’’
Ne oluyor ?
Parmaklarımın ucuna basarak yürüyorum evin içinde.
Mutlu yok, arkadaşlarıyla oyundadır.
Umut deneme yapıyor.
Ne denemesi ? Amuda kalkma …
Beni görünce utanıyor.
‘’ Babacığım, yapamıyorum. Bazı arkadaşlarım ne kadar başarılı bu konuda. Ben yapamıyorum bu hareketi. ’’
‘’ Üzülme oğlum, deneye deneye olur bakalım.’’
Yine aynı…Paat, küüt…Olmuyor.
Gözlerinde yaş. Kucaklıyorum. Ağlıyor.
‘’ Beden eğitimi hocası beni sınıfta bırakacak bu gidişle.’’
…………………..
Ertesi gün, dersim yok. Anadolu Lisesi Şehitlik’te.
Birçok öğretmen tanıdık. Selamlaşıyoruz.
Müdür’e de ‘’merhaba’’ diyorum.
Öğretmenler odasında ‘’Bedenci’’yi bekliyorum.
Biraz sonra geliyor. Kasıla kasıla…
Yüzüme bakar bakmaz, anlıyor niçin geldiğimi..
‘’ Ben, amuda kalkmasını beceremeyen , takla atamayan öğrenciyi elbette bırakırım arkadaş,’’ diyor.
Hınç, öfke, nefret…
……………………..
Mutlu da ağabeyi gibi Anadolu Lisesi’nde.
Bir doçent arkadaşın hanımı da orada derslere giriyor.
Eşime demiş ki : ‘’ Benden duymuş olmayın ama, Din Bilgisi öğretmeni Mutlu’ya takmış.’’
Bu kez , eşim gidiyor okula.
Bekliyor bir süre, geliyor muhterem.
‘’ İngilizceye , resim dersine, Türkçeye verdiği önemi benim dersime vermiyor. Kur’anı Azimüşşan mühimdir. Ayetleri ezberlemiyor. Elbette sınıfta bırakacağım. Duyuyorum; resim dersinde , ingilizcede başarılıymış. Benim verdiğim konulara çalışmıyor.’’
‘’ Hoca Bey,’’ diyor eşim. ‘’ Bu dediğiniz konular orta kısım öğrencisi için ağır. Türkçesini öğrense yeter. Ben de öğretmenim. Öğrencilerime, kapasitelerinin üzerinde ödev vermem.’’
Birden bağırıp çağırmağa başlıyor Hoca Bey.
‘’ Ne demek hocaanım, ne demek? Ben daha 9,10 yaşımdayken öğrendim bunları. Mutlu 13 yaşında.’’
‘’ Olabilir. Siz taa o zamandan yolunuzu belirlemişsiniz. Benim oğlum din adamı olmayacak ki.’’
‘’ Din adamı olmayacakmış. Zaten olamaz ki. Ezberleme kabiliyeti yok.’’
‘’ Zorunlu mu ezberlemek. Türküz biz; Türkçe karşılıklarını bilse yeter.’’
‘’ Yetmez. Bakın zil çalıyor. Ben sınıfıma gidiyorum.’’
Öfke, nefret, hınç…
………………………
Günümüzde İngilizce silindir gibi ezdi geçti diğer dilleri.
1980’lere değin ortaokul ve liselerde Fransızca dersi de vardı.
Sevdiren öğretmenler de çıkardı arada bir.
Emekliye ayrılan bir öğretmen için okulda veda töreni yapılıyor.
Mesleğin ilk yılında olan genç Fransızca öğretmeni soruyor.
‘’ Sayın Hocam, 35 yıllık meslek hayatınız nasıl geçti?
Bu konuda ne diyeceksiniz ?’’
Yaşlı eğitimci derin derin iç geçiriyor. Gözlerinde yaş, yanıt veriyor.
‘’ Verbe etre, verbe avoir… Bir ömür böyle geçti evladım.’’ (*)
……………………………
· Verbe etre- olmak, imek ( Je suis un professeur :
Ben bir öğretmenim ).
· Verbe avoir- sahip olmak. ( J’ai un livre:
Ben bir kitaba sahibim ).